Bir şafak operasyonu ile gözaltına alınan İstanbul’un su muhafızı Şafak Başa’nın yargılama sürecine dair…
Avukat Ruşen Gültekin ve Avukat Deniz Ali İlkem Demir 33 yıllık kamu görevlisi ve akademisyen Şafak Başa hakkında yürütülen soruşturmanın, somut delillere değil soyut iddialara dayandığı, gözaltı sürecinin ise yasal çerçeveden saptığını belirtti. Şafak Başa’nın gözaltına alınması ve hakkında yürütülen soruşturmanın, gizlilik ihlali, somut delil eksikliği ve kamu görevlilerine yönelik itibarsızlaştırma girişimleriyle dolu olduğu belirtildi.
12punto
İSKİ (İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi) Genel Müdürü Doç. Dr. Şafak Başa akademisyen kimliği yanında 33 yıllık kamu görevlisidir. 1992-2002 yılları arasında Kaymakamlık, 2002-2015 yılları arasında Mülkiye Başmüfettişliği, 2015-2019 yılları arasında TESKİ Genel Müdürlüğü, 2019-2022 yılları arasında İSKİ Genel Müdür Yardımcılığı, 2022 yılından itibaren de İstanbul Belediye Başkanı ve Çevre ve Şehircilik Bakanı onayı ile İSKİ Genel Müdürü olarak görev yapmış olup birisidir.
Doç. Dr. Şafak Başa 33 yıldır devletin hem merkezi yönetiminde hem de yerel yönetiminde görev yapan üst düzey yöneticidir. Bu yazımızda bu denli liyakatli, mesleki kariyeri boyunca tek lekesi bulunmayan bir kamu görevlisinin hem gözaltı sürecinin hem de soruşturmasının ne kadar hukuksuz olduğu ortaya konulacaktır.
İSKİ Genel Müdürü Doç. Dr. Şafak Başa, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik ikinci dalga operasyon kapsamında gözaltına alınan 53 kişiden biridir. İSKİ, hâlihazırda birkaç Bakanlık bütçesinden daha büyük bir bütçeye sahiptir. Hem jeopolitik açıdan hem stratejik açıdan çok önemli bir kuruluştur. Görev ve yetkisi kapsamında pek çok ihale yaptığı gibi yasa gereği su havzaları ile ilgili görüş veren bir kuruluştur.
İBB hakkında 19.03.2025 tarihinden bu yana yürütülen soruşturmada gizlilik kararı bulunmaktadır. Bu sebeple sözü geçen soruşturma Başsavcılık makamı tarafından avukatları ile paylaşılan soruşturma evrakı kısmı ile değerlendirilecektir. Açıkçası soruşturmanın başından itibaren özellikle medya aracılığı ile soruşturmanın gizliliğinin de defalarca ihlal edildiği görülmektedir.
Eğer bir soruşturma ile ilgili olarak henüz bir iddianame bile ortada yokken, soruşturma gizli iken, Başsavcılık görüşü henüz resmi olarak bilinmiyorken yalan yanlış bazı görüntüler veya bazı olgular kaynağı belirsiz şekilde medyada yer alıyorsa, soruşturmada adı geçen kişilere cevap hakkı bile verilmeden bu olgular üzerinde tepiniliyorsa, kesin suç delili varmış gibi sunuluyorsa bu açıkça kara propaganda demektir. Bu toplumun algısını yönlendirmeye yönelik, soruşturulan kişileri itibarsızlaştırma amaçlı bir faaliyettir. Eğer bir soruşturmada gazeteciler kendisini yargıç-savcı yerine koyuyorsa, TV stüdyolarında mahkeme kuruluyorsa, daha iddianame ortada yokken görüntüler ve belgeler gerçek delil gibi ortaya konuluyorsa bu tam bir kara propagandadır. Maalesef İSKİ Genel Müdürü Doç. Dr. Şafak Başa’nın da içinde bulunduğu soruşturma en baştan itibaren bu yöntemle kamuoyunda tartışılmakta, soruşturmanın gizliliği ihlal edildiği gibi, soruşturulan kişilerin lekelenmeme hakkı acımasızca çiğnenmekte, Anayasal hakları olan masumiyet karinesi yerle bir edilmektedir.
İSKİ Genel Müdürü Doç. Dr. Şafak Başa’ya Yöneltilen Suçlamalarda Modern Ceza Hukukunun Tüm İlkelerine Aykırılık Bulunmaktadır
Şafak Başa’ya yöneltilen suçlamalar, herhangi bir objektif delille desteklenmeyen, tamamen soyut ve mesnetsiz iddialardan ibarettir. Dayanak olarak sunulan beyanlar, M.E. ve İ.Ö. isimli kişilerin şahsi anlatılarına dayanmaktadır. Ne var ki bu ifadeleri destekler hiçbir somut delil bulunmamaktadır.
M.E.’nin ifadesinde müvekkilimize doğrudan bir suç isnadı dahi yer almazken, İ.Ö.’nün anlatısı yalnızca varsayımlara dayalıdır. İddiasına göre Şafak Başa, “Fatih Keleş’e gidip ne veriyorsan ver” demiştir. Şafak Başa ifadesinde İSKİ’nin su havzalarına dair yalnızca teknik görüş bildiren bir kurum olduğunu belirtmiştir. Dosyada yapılan incelemeler sonucunda ilgili şikayetçilerin başvuru yaptığı arazinin teknik ve hukuki olarak uygun olmadığı, kurum görüşlerinde açıkça ortaya konmuştur.
İSKİ’nin Ret Kararları ve Sonrası: Tehdit, Şantaj ve Asılsız İddialar
Dosya kapsamında yer alan belgelerden de anlaşılacağı üzere, şikâyetçiler 2019 yılından bu yana maden rehabilitasyonu amacıyla İSKİ’ye çeşitli başvurular yapmış; ancak bu başvurular, İSKİ Hukuk Müşavirliği, Çevre Koruma Dairesi Başkanlığı, MAPEG ve diğer yetkili kamu kurumlarınca defalarca reddedilmiştir. Buna rağmen, 2024 yılı başından itibaren İSKİ Genel Müdürü, Genel Müdür Yardımcısı ve ilgili Daire Başkanı tehdit edilmiştir. Bu tehditler üzerine, Şafak Başa tarafından İstanbul Valiliği'ne yapılan yazılı başvuru sonucu kendisine “çağrı üzerine koruma” tahsis edilmiştir.
19 Mart tarihinde İBB’ye yönelik başlatılan operasyonun hemen ardından, şikâyetçilerden İ.Ö. yeniden İSKİ Genel Müdürlüğü’ne gelerek, taleplerinin karşılanmaması hâlinde İSKİ yöneticilerini rüşvet talebiyle suçlayacağını söylemiş; bu tehdidini bizzat ifade etmiştir. Bu ziyaretin yanı sıra daha önceki gelişleri de güvenlik kameralarınca kayıt altına alınmıştır.
Tüm bu gelişmeler, görevini hukuka uygun şekilde yerine getiren bir kamu görevlisinin, hukuksuz taleplerin karşılanmaması nedeniyle asılsız ihbarlarla karşı karşıya bırakıldığını açıkça göstermektedir. Şikâyetçiler ifadelerinde birbiriyle çelişecek şekilde 450 bin Amerikan doları talebinden söz etmiş; ancak bu iddiayı destekleyen hiçbir somut belge ya da delil ortaya koyamamışlardır.
Sağlık Durumu Bilinmesine Rağmen Gözaltı: Ölçüsüz Gözaltı Kararı
Şafak Başa’nın ciddi sağlık sorunları olmasına rağmen gözaltına alınması, ölçülülük ilkesinin açık ihlali niteliğindedir. Aslında CMK 145. Maddesi uyarınca, “İfadesi alınacak veya sorgusu yapılacak kişi davetiye ile çağrılır” amir hükmü gereğince Başsavcılığa davet edilmesi bir zorunluluktu. İSKİ gibi devletimizin göz bebeği bir kurumun başındaki kişinin, çağrılmakla ifade vermek üzere karakola gitmeyeceğini düşünmek hayatın olağan akışına aykırı olduğu gibi bu konuda hiçbir aleyhe delil de yoktur. Dolayısı ile gözaltı kararı başlı başına hukuksuz olmuştur. Gözaltı kararını, caydırıcılık ya da kaçma riski gibi gerekçelerle izahı mümkün değildir.
Tehdit Edilen Bürokratın Gözaltına Alınması: Hukuki Açıdan Vahim Bir Çelişki
Doç. Dr. Şafak Başa ifadesinde açıkça belirtmiştir ki, İ.Ö. adlı şahıs defalarca kuruma gelerek çalışanları ve kendisini tehdit etmiş, WhatsApp uygulaması üzerinden rahatsız edici mesajlar göndermiştir. Bu nedenle güvenlik görevlileri tutanak tutmuş ayrıca Doç Dr. Şafak Başa tehdidin doğrudan kendisine yönelik olması sebebiyle resmi koruma talebinde bulunmuştur. Şikayetçinin kurum çalışanlarına yönelik bu kadar açık bir tehdit geçmişi olmasına rağmen aynı şahsın soyut anlatımıyla kamu görevlilerinin gözaltına alınması, hukuk devleti adına kabul edilemez bir çelişkidir.
“Suç Örgütü” Algısı ve Sorguda Soru Dahi Bu Konuda Soru Sorulmaması
Tutuklamaya sevk yazısında “Ekrem İmamoğlu liderliğinde teşkil edilen suç örgütü” ifadesine yer verilmiş olmasına rağmen, Doç. Dr. Şafak Başa’ya soruşturmada bu yönde tek bir soru dahi yöneltilmemiştir. Bu durum hem savunma hakkının ihlali hem de iddia ile deliller arasında bir bağ kurulamaması açısından dikkat çekicidir. Doç. Dr. Şafak Başa’ya Savcılık sorgusunda, çıkar amaçlı suç örgütüne üyelik yönünden herhangi bir soru sorulmaması, isnadın hukuki zeminden yoksun olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Hele hele bu suçlama ile adli kontrol tedbirine maruz bırakılması ise kabul edilemez.
Doç. Dr. Şafak Başa’nın Geçmişi: Hayatın Olağan Akışına Aykırı İddialar
Yukarıda ayrıntıları ile belirtiğimiz üzere, bu kadar deneyimli ve liyakatli bir bürokratın, 450 bin Amerikan doları gibi bir miktar üzerinden rüşvet pazarlığına girişmesi hayatın olağan akışına aykırı olduğu gibi, bu yönde hiçbir somut delil de dosyada yer almamaktadır.
İ.Ö.’nün şikâyetini, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik yargı süreçlerinin kamuoyunda yoğunlaştığı Mart 2025 döneminde yapması tesadüf değildir. 2019’dan bu yana sessiz kalan bu kişinin, 4 yıl boyunca idari yargıda dava açma imkânı varken, açmaması ve yalnızca siyasi atmosferin sertleştiği dönemde harekete geçmesi, yargının araçsallaştırıldığına dair güçlü bir kanaat yaratmaktadır.
Bu Süreç Sadece Doç. Dr. Şafak Başa’yı Değil, Kamu Vicdanını da Zedelemektedir
Doç. Dr. Şafak Başa, yalnızca bir kamu görevlisi değil; aynı zamanda akademik unvana sahip, devletine ve milletine yıllarını vermiş bir kamu emekçisidir. Hakkında hiçbir somut delil bulunmaksızın yürütülen bu süreç, yalnızca onun şahsını değil, yargıya duyulan güveni ve hukuka olan inancı da hedef almaktadır.
Hepimiz biliriz ki, önemli kamu görevi yapan insanlar, örneğin yargıç ve savcılar, verdikleri kararlar sebebiyle türlü iftiralarla, asılsız ihbarlarla karşı karşıya kalırlar. Burada devletin ilgili birimleri o kamu görevi yapanların arkasında durarak, somut delillerin sunulamadığı, hele hele kamu görevlisinin ihbarcının aleyhine işlem yapması sebebiyle husumet gütmesi mümkün olabildiği durumlarda bu ihbarları işleme koymazlar. Aksi halde o kamu görevlisi devletini arkasında hissedemez ve devletini korurken aldığı kararlar konusunda ürkek olabilir. Dengeyi devlet ve yargı makamları kurmalıdır. Ancak bu olayda, Doç. Dr. Şafak Başa, İstanbul’un su havzasını korurken verdiği kararlar sebebiyle, devletini ve yargı makamlarını yanında hissedememiş, yargı makamlarınca işleme alınmaması gereken asılsız bir ihbar yüzünden Doç. Dr. Şafak Başa gözaltına alınmış, ev hapsi şeklindeki adli kontrol kararı ile Sulh Ceza Hakimliğinden serbest bırakılmıştır. Uygulanan tedbir de ağırdır. Örneğin, bu karar sebebiyle İSKİ Genel Müdürlüğünden el çektirilmiş, görevini yapamaz hale getirilmiştir.
Bu nedenle, başta hakkındaki adli kontrol tedbirinin kaldırılması olmak üzere, Şafak Başa’nın hak ve itibarının derhâl iade edilmesi gerekmektedir. Soruşturma Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. Maddesindeki adli yargılanma hakkı sınırları içerisinde yürütülmelidir.
Av. Dr. Mehmet Ruşen Gültekin & Av. Deniz Ali İlkem Demir