Allah, dostlarını tanıyamıyor!
Allah, dostlarını tanıyamıyor!
12punto
Müridlere göre neler yapmadıki “Allah dostları”. Şeyh diyoruz biz adlarına kimi yerde gavs ya da kutup diyenler de var. Hayvanlarla konuştular mesela, aynı anda pek çok yerde bulunabildiler, mesafeleri ışık hızıyla geçtiler. Dahası ölülerle sohbet edip hatta onları dirilttiler, menkıbelere göre Allah ile konuştuklarını söyleyenler bile oldu. Velhasıl inananlara göre insanüstü özelliklere sahiptiler, tam da bundan dolayı bağlıları onlara Allah kontenjanında “dostluk” mertebesini seçtiler.
Lakin şimdilerde yaşadığımız bir olay, biraz kafaları karıştırmadı değil. Dışarıdan değil meseleye içerden bakanlar, halkanın etrafında kümelenenler açısından söylüyorum bunu. Tarikatlara dışarıdan bakanlar açısından durum yeteri kadar açık zaten.
Gelelim yazımıza konu olan meseleye: Şöyle ki, Nakşibendi tarikatı geleneğinden gelen Menzil ve İsmailağa cemaatlerinde yaşanan hadiseler sanki dostluk meselesine gölge düşürdü. Şeyh ya da liderler arasında yaşanan ayrılıklar bağlıların neye nasıl bağlanacağı sorularını da beraberinde getirdi. Menzil cemaati üçe bölündü. İsmailağa’da ise Cübbeli Ahmet ve beraberindeki bir grup başka bir isme bağlı olduklarını açıkladı. Çarşı değilse bile tarikat meydanı karışmıştı anlaşılan.
Ne olacaktı peki, şimdi?
Bağlısı olunan isimlerden birisi Allah dostu halkasından geliyorsa diğer iddia sahibinin durumu ne olacaktı? O hak etmediği halde bu mertebeye adeta göz mü dikmiş ya da birileri ona bu payeyi vermek için diğer Allah dostunun üzerini mi çizmeye çalışmıştı? Aynı makamda aynı anda iki kişinin olması söz konusu olmayacağına göre yukarıda ifade etmeye çalıştığımız durumlardan birisi gerçekleşmiş olmalıydı. Zira şeyhlerin bağlıları arasındaki çıkan ihtilaflarda da örtük olarak söylenen sözlerdi bunlar.
Meselenin bir diğer tarafı da yeni seçilen halife/lider seçimiyle ilgiliydi. Zira duruma itiraz eden bazı isimler seçim esnasında şura, istişare diğer bir ifadeyle danışma gibi dinamiklerin göz önünde bulundurulmadığını ifade ederek, yapılan tayin ya da seçimin doğru olmadığını söylüyorlardı. Ben sosyal medya hesabımda bu durumu ifade edince Nuri Osman Yılmaz şu sözlerle tartışmaya güçlü bir yerden dahil oldu: “Hani, Allah kendi dostlarını kendisi seçmiyor muydu? Demokratik yollarla Allah dostu mu seçilir?” Ne diyelim “Allah Demokrasisi” mi, belki de öyledir!..
Geçelim; çok su kaldırır bu tartışmalar, lakin geçerken şu notu da eklememem gerek: Bugün liyakat, ehliyet, şura, danışma diyenler tarihe hiç böyle bakmadılar. Erken dönemden itibaren İslam topraklarından yaşanan kavga ve iktidar çatışmalarını hep örtbas ötmeyi, gizlemeyi seçtiler. Dahası tarihi tüm yalınlığıyla ortaya koymaya çalışan isimleri “fitne” yapmakla, Müslümanları birbirine düşürmekle suçladılar. Ne diyelim ellerinde gezdirdikleri bu etiketler şimdi kendi üstlerinde gözüküyor. Allah şaşırtmasın!
Bu arada bundan sonra gündeme ve tarihe dair yazılarımla 12punto sayfalarında yer almaya çalışacağım. Maksadım, insandan hayata, oradan dine ve kutsala uzanan gerçekliğin hem güncel hem de tarihsel izlerini sürmek. Ne diyelim, hoş bulduk.