Emperyalizmin solundan bakmak: Yanılgılar ve gerçekler
Son dönemde bazı sol-sosyalist çevrelerin 19 Mayıs ve Milli Mücadele’ye dair çarpıtılmış yorumları, tarihsel gerçeklerle bağdaşmayan ve emperyalist manipülasyonlara hizmet eden bir yanılgıyı ortaya koyuyor. Yazar İbrahim Utku Nar yazdı...
12punto
Bazı sosyalist partiler ve çevreler, Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak basarak Milli Mücadele’yi başlattığı 19 Mayıs 1919 tarihine atfen yaptıkları paylaşımlarda, ulusal kurtuluş savaşını küçümsemekle yetinmeyip, bu mücadelenin önderlerini katliamcı gibi göstermeye çalışan içerikler üretmişlerdir. Eski tüfek komünistlerden 68 Kuşağı devrimcilerine kadar herkesin anti-emperyalist ve anti-feodal bir halk hareketi olarak selamladığı bu tarih, ne yazık ki bu kesimlerce Yunan parlamentosunun 1994’te icat ettiği “Pontus Soykırımı Anma Günü” doğrultusunda çarpıtılmaya çalışılmıştır. Bu tür paylaşımlar, tarihsel gerçeklikten kopuk olmanın ötesinde, emperyalist manipülasyonlara alet olmaktadır.
Kendini sol-sosyalist olarak tanımlayan bazı çevreler, ne yazık ki bu ülkeye ve bu toprakların tarihsel gerçekliğine, And Dağları’ndaki bir köylü kadar uzaklar. Ulusal bağımsızlık mücadelesinin simgesi olan 19 Mayıs’ta, tarihselliği tartışmalı, yoğun dezenformasyon ve emperyalist manipülasyon içeren "Pontus Soykırımı" iddialarına sarılmaları, yalnızca tarihsel körlük değil, aynı zamanda ideolojik bir savrulmadır.
Bu kesimler, Türk işçi ve emekçilerinin diliyle değil, Yunan ve Batılı egemen sınıfların diliyle konuşmayı "ultra solculuk" sanıyorlar. Oysa tarihe biraz dikkatle baksalar, Kurtuluş Savaşı yıllarında Yunan işgaline katılmayı reddettikleri için idam edilen Yunan komünistleri Nikos Zachariadis ve arkadaşlarının tutumundan utanmaları gerekirdi.
Bugün yaşasalardı, büyük ihtimalle bu çevreler onları da "şoven" ya da "ırkçı" ilan ederdi.
Mustafa Suphi’nin şu sözü bu meselede yeterince açıklayıcıdır:
“Anadolu halkı, emperyalizmin işgalci ordularına karşı kahramanca direniş göstermektedir. Bu savaş, bizim de savaşımızdır. Türk köylüsünün, işçisinin, yoksulunun davası, sosyalistlerin davasıdır.”
Aynı dönemde, Komintern’in 2. Kongresi'nde Lenin açıkça şunu söylemiştir:
“Doğunun ezilen halkları, emperyalizme karşı verdikleri mücadelede yalnız değildir. Proletarya enternasyonalizmi, bu mücadeleyi desteklemek zorundadır.”
Ancak mesele yalnızca 1919’la sınırlı değil. Bu çevrelerin radarına hiçbir zaman girmeyen bir tarih daha var: Balkanlar’daki Türk ve Müslüman nüfusa karşı yürütülen sistematik etnik temizlik ve soykırımlar tarihi.
1821’de Mora’da (Peloponez) Yunan isyanı sırasında 30 binden fazla Türk ve Müslüman’ın katledilmesiyle başlayan süreç, 1912-13 Balkan Savaşları’yla birlikte bir felakete dönüştü. Osmanlı'nın Balkanlar’dan çekilmesi sırasında, yaklaşık 5 milyon Müslüman ve Türk, kitlesel katliamlara uğrayarak ya da zorla göç ettirilerek Anadolu’ya sürüldü. Evleri, camileri, mezarları yok edildi. Bu tarihin acısı, Anadolu’daki her ailede yankı bulur ama ne yazık ki bu çevreler için bu ölümler görünmezdir.
Oysa emperyalizmin diliyle değil halkların tarihiyle konuşan bir sol, bu acılara da kör kalamaz. Yalnızca seçilmiş mağduriyetleri dillendiren, yalnızca emperyal merkezlerin uygun gördüğü trajedilere duyarlılık gösteren bir yaklaşım, halkçı ya da enternasyonalist değil, sömürge aydın modelinin yeniden üretimidir.
Cumhuriyet Devrimi’ne yönelttikleri her eleştiride referans verdikleri ilk kuşak sosyalistlerin — Şefik Hüsnü’lerden Mustafa Suphi'lere— politik geçmişlerine, tezlerine ve Türkiye gerçekliğine yaklaşımlarına biraz daha yakından baksalar, onları da "sosyal şoven" ya da "Kemalist" olmakla suçlamaktan çekinmezlerdi.
Gerçek şudur: Ulusal bağımsızlık mücadelesini emperyalizme karşı bir halk hareketi olarak görmeyen bir sosyalist tutum, kendi kökünü inkâr eder. Emperyalizmin şekil değiştirmiş araçlarını "hakikat" sanan bu zihniyet, ne devrimcidir ne de halkçıdır. Tarihe, mücadeleye ve halklara bu denli yabancı bir "enternasyonalizm" yalnızca kâğıt üstünde kalır.
Yazan: İbrahim Utku Nar