Eski Turizm Bakanı Bahattin Yücel, ekose etekli levrek manşetini hatırlattı: 'Türkiye'nin gündemi ceketle filan yönetilecek gibi değil. Erken seçim zaruri'
Eski Turizm Bakanı Bahattin Yücel, CHP lideri Özgür Özel'in geçtiğimiz günlerde oldukça tartışılan Winner ceketli pozunu değerlendirdi. Yıllar önce Günaydın Gazetesi'nin 'Ekose etekli levrek' manşetini hatırlatan Yücel, ceket olayının espri amaçlı yapılmış olabileceğini dile getirdi ve ekledi: "Gerçekten Türkiye’nin gündemi böyle ceketlerle, ekose eteklerle, levrekle falan yönetilecek gibi değil. Çok ciddi sorunlar var. Erken seçim zaruridir. Sığınmacı sorunu küresel plan"
Mustafa Büyüksipahi
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’in ceketi, geçtiğimiz haftaya damga vurdu. AKP iktidarı, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve üskt düzey AKP’lilerle özdeşleyen ‘Winner’ ceketi giymesi birçok kişinin Özel’i eleştirmesine neden oldu.
12punto’ya konuşan eski Turizm Bakanı Bahattin Yücel, ceket tercihinin bir espri olacağını ifade etti ve geçmişte yaşanan ve Türk siyaset tarihine damga vuran “Ekose etekli levrek” manşetini hatırlattı.
Yücel, gündeme dair de çarpıcı açıklamalar yaptı. Türkiye’nin öncelikli sorununun ekonomi ve yoksulluk olduğunu belirtirken, Türkiye’de artan göçmen nüfusunun küresel bir plana bağlı olarak geliştiğini aktardı.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel ile gazeteci Fatih Altaylı’nın röportajında, Özgür Bey’in enteresan açıklamaları vardı ama son günlerde öncelikle giydiği ceket gündeme geldi. Ne düşünüyorsunuz?
Espri olsun diye giydi herhalde, öyle anlatıyordu Fatih Altaylı ile yaptığı söyleşide. 12 Mart döneminde 73 seçimlerinden önce, biliyorsunuz siyaset biraz asker kontrolünde gelişiyordu. Günaydın Gazetesi o zaman yeni çıkıyor ve ofset baskıyla. Gazetecilik anlayışı çok daha farklıydı. Daha çok görsellerle, 1. sayfasından düzenlemeler yapılıyordu. O dönem rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil ile ilgli bir manşet atmışlardı.
Kendisi 1965-1971 ve 1975-1977 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı yapmıştı. Yabancı diplomatlara bir yemek verilmişti. Yemekler arasında bulunan büyükçe bir levreğin fotoğrafı yayımlanmıştı. Tabaktaki levreğin üzerine mayonez konmuş, bir de kırmızı çizgiler yapılmış. Tam ekose biçiminde, sonra Günaydın bir manşet attı, ‘ekose etekli levrek’ diye. Rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil yıllarca buna cevap verdi.
Türk siyaset tarihine damga vuran manşetlerden biriydi bu hatırladığım kadarıyla. Yıllar sonra bile hikâyesi medyada yer bulmuştu. Manşetin amacı neydi?
Çok eleştirilmişti. Günaydın, rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil’i eleştirdi. Manşetin amacı şuydu; İnsanlar zorluk çekerken, onlar bolluk içinde yaşıyor. Siyasetin, devlet erkanının refahına dikkat çekiyordu. ‘Ekose etekli levrek’ o günlerin siyasi literatürüne girdi.
Gerçekten çarpıcı bir başlık. Şöyle anlıyorum. O dönemde Türk toplumu genel hatlarıyla sıkıntılı bir süreç yaşarken, İhsan Sabri Çağlayangil bir davet veriyor ve diplomatları güzel bir masayla ağırlıyor ve levrek ikram ediyor. Medya da tarihi bir başlıkla halkın içinde bulunduğu duruma dikkat çekiyor.
O ekose etekli levrekle sanki böyle bir fantezi yapıyormuş gibi anlatıldı ama zaten o dönemde siz hatırlar mısınız bilmiyorum ama insanlar gösteriş yapmazdı. Masaların fotoğrafları yayınlanmazdı. Ekonomi farklıydı çünkü. Demirel’in başbakanlığı döneminde yurt dışından ciddi bir kaynak girişi vardı ama onu iyi değerlendiremedi Türkiye. Başka ülkeler bizi geçtiler. Kore gibi ülkeler bizi geçtiler. O manşet, İhsan Sabri Çağlayangi bolluk içerisinde yüzerken insanların daha mütevazı şartlarda yaşadıklarına ilişkin de bir eleştiriydi.
Bana o çağrışımı yaptı. Şu anda gerçekten Türkiye’nin gündemi böyle ceketlerle, ekose eteklerle, levrekle falan yönetilecek gibi değil. Çok ciddi sorunlar var. Ekonomide var, sosyal barış anlamında var, yoksullukta var, kentli yoksullukta var, emeklilerin durumları var. Bunların hepsi ortada dururken yani şimdi kalkıp onları böyle espri dahi bana düşündürücü geliyor.
Özgür Özel’in Suriye ile temas kurmasına yönelik açıklamalarını, yumuşama temelli açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gerçekçi. Aynı şeyi evvela Devlet Bey söyledi. Arkasından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Bey söyledi. Yani Suriye ile ilişkilerin kurulmasını. Sonra sayın Cumhurbaşkanı ‘Biz zaten ailece Sayın Esed’le görüşüyorduk’ dedi. Bence Türkiye’nin bölgedeki değişiklikleri iyi okuması lazım. Suriye’nin parçalanmasından Türkiye’nin yararlı değil zararlı çıkacağını görüyorum.
CHP lideri Özgür Özel’in genel hatlarıyla başkanlık performansını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bazı yorumcular genel başkanlık koltuğuna ısındığını, performansının arttığını düşünüyor.
Duruma hâkim oluyor tabi. Şimdi öyle görünüyor. Kemal Bey’in 13 yıllık bir başkanlığı var. Kemal Bey farklı bir ekolden geliyor. Ondan önce Deniz Bey vardı. Deniz Bey’den sonra Kemal Bey de o konuda intibak edene kadar biraz zorlandı. Ama ondan sonra partiye ve özellikle de kurultay delegelerine hâkim olduğu için il ve ilçe yönetimlerini biliyor. Onun için de partisini benimsedi. Şimdi orada bir tedirginlik var. Bir farklılık da var. Daha dinamik görünüyor. Her yerde bulunmak, doğal olarak her konuda öne çıkmak istiyor. Onları yaparken benim gördüğüm şimdiye kadar çok hata yapmadı. Bu ceket işi bir hata sayılmaz. Bir espri o ama tabi Türkiye’nin içinde bulunduğu durumla o espri seçmende ya da Cumhuriyet Halk Partililerde nasıl bir etki uyandırır onu bilemem.
Özel’e “Bu parti içerisinde birtakım dedikodular var. Bazı şeyler konuşuluyor. Nasıl sabrediyorsunuz” diye soru sorulmuş. Kendisi ifade ediyor bunu. Soruyu yöneltenlere “CHP Genel Başkanlığı’nın İsmet Paşa’dan gelen bir geleneği var. Bazı şeyleri duymazdan gelirler” diye karşılık vermiş. Katılıyor musunuz buna?
Duymazdan gelmek siyasetçilerin çok başvurdukları bir yöntem. O konuda doğru ama burada asıl önemli olan gerçekten Cumhuriyet Halk Partisi’nde anlaşıldığı gibi hizipleşmeler, kutuplaşmalar varsa ki CHP aslında hiziplerin yarıştığı bir partidir.
Orada benim gördüğüm şey Cumhuriyet Halk Partisi’nin ortaya koyacağı, tüm toplumun karşısına çıkacağı, özellikle yüzde 38 oyun hakkını vereceği bir paradigmayla çıkmasıdır. Bu paradigmayı görmüyoruz. Ekonomide ne yapacağını, tarımda özellikle ne yapacağını, sanayi üretiminde neler yapacağını, hizmet üretiminde ne yapacağını, kamunun yeniden yapılanması adına neler düşündüğünü, Türkiye’nin Ankara’dan tek kişinin verdiği kararlarla yönetilemeyecek kadar büyük ve sorunlu bir ülke olduğunu görerek, nasıl yetki devirlerinin gerçekleşeceğini söylemesi ve Türkiye’ye yeni bir idari yönetim de dayatmamız lazım.
Şimdi 5 milyon 100 bin memur var. Bu OECD’nin altında bir ortalama, üstünde bir ortalama tartışması yaşanıyor. Değil. Türkiye’de kamuoyu hizmet üretemiyor. Bu her alanda böyle. Yani kamunun hâkim olduğu her alanda böyle. Daha da önemlisi Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu dolaylı vergiden, gerçek kazanandan vergi alabilecek bir sistemi dayatması lazım. Bence bunun yolu da çok açık biçimde ekonominin kayıt altına alınmasından geçiyor.
En basiti Cumhuriyet Halk Partisi çıksın, desin ki ‘Ben bütün ücretlilerin, emeklilerin, herkesin ücretlerini tam ödeyeceğim. Harcamalarını yapsınlar, hayati olanları düşsünler kalan vergileri kendileri yatırsınlar’…
Bu zor bir şey değil. En kibar deyimiyle söylüyorum. Bu o zaman kamunun onların vergilerine doğrudan tasarruf etmesini engeller. Çünkü şu anda Türkiye’de siyasetin geneli kamu kaynaklarının yönetimini ele geçirerek dilediği gibi tasarruf etmeye dayanıyor. Bu olmaz. Bu bitti artık. Bu dünyada da bitti, bizde de bitti. Ben CHP’den onu bekliyorum. Ekonominin kayıt altına alınması için ücretlerin tam olarak ödeneceğini söylesin. Bunu yapmıyorlar ama. Bu yok mesela.
CHP’nin yerel seçimlerde kazandığı başarının ardından süreci iyi değerlendirdiği takdirde genel seçimde de başarı kazanabileceğine yönelik bir bakış açısı hâkim. Siz de buna katılıyor musunuz?
Yok hayır, katılmıyorum. Çünkü koşullar o kadar çabuk değişiyor ki, Demirel’in bir sözü vardı, ben siyaseten Demirelci değilim ama Demirel’in çok beğendiğim bir sözü vardı, ‘siyasette 24 saat bile çok uzun bir süre’ derdi. Bunun örneklerini yaşadık biz. 93’te Özal’ın ani ölümüyle Türkiye’de bütün siyasal dengeler değişti. Hiç kimse de beklemiyordu.
Erken seçim ihtimaline ne diyorsunuz peki?
Erken seçim eskilerin deyimiyle zaruridir. Gerekli yani. Cumhuriyet Halk Partisi sanıyorum ‘Koşullar biraz daha oluşsun, ekonomide başarısız olsunlar ben geleyim’ diye bekliyor. Öyle bir şey yok siyasette.
Günü ve birkaç hamle sonrasını hesap ederek karar vereceksiniz ve ona göre hazırlıklı olacaksınız. Tabi sürekli kavga etmek falan değil. Sonuçta Türkiye’de birinci parti çıkmış, 22 yıldır Türkiye’yi yöneten bir siyasal hareket var. Onun simgesi de Tayyip Erdoğan. Bunu kimse inkâr edemez. Ama yanlışlarını söylemek ve onun alternatiflerini koymak da muhalefetin kaçınılmaz görevidir.
Bu seçimler sonrası karşılıklı görüşmeler oldu. Ziyaretler, bayramlaşmalar vs.. Hatta bu bayram da Özgür Özel, Devlet Bahçeli’yi arayıp şakalaştıklarını anlattı. İktidar, erken seçim olasılığını ortadan kaldırmak için bir strateji izliyor olabilir mi?
Olabilir, öyle görünüyor olabilir ama bunlar her zaman yapılır. Geçmişte de çok sert geçen siyasal ortamda, özellikle bayramlarda yöneticiler, siyasetçiler, liderler bir araya gelip konuşurlardı. Yani genel kurulda kavga çıkar kuliste oturur çay kahve içerdik beraber.
Şu an Türkiye’nin birinci gündemi tartışmaya kapalı bir şekilde yoksullaşma, insanların ekonomik kriz içinde boğulması… Siz ne düşünüyorsunuz?
Bu konu Türkiye’nin acil gündemi. Onun haricinde bir gündemi yok. Türkiye’nin ekonomisini düzeltmek, gelir dağılımındaki adaletsizliği, haksız çok kötü yöntemlerle gerçekleştirilen sermaye transferinin hesabını sormak, haksız kazançların da üstüne gitmek muhalefetin görevi. Bunu yapmazsa muhalefet olamaz.
Sığınmacı sorunu artıyor. Toplumda da tepki artıyor. Konunun insani boyutta çözümüne yönelik bir şey söylemek ister misiniz?
Suriye bizim en uzun sınırımız. 900 kilometre civarında bir sınırımız var. Oradaki mayınların insanlık dışı olduğu iddiasıyla birtakım yurtdışındaki medya aracılığıyla, dünya kamuoyunun gündemine getirildiği ve mayınların söküldüğü gerçek.
Orada bize dendi ki ‘Burada topraklara hiç dokunulmayacak, organik tarım yapılacak’... Sonunda anladık ki biz, oradaki organik tarım Suriye’den yaklaşık 8-9 milyon sığınmacının hasat edilmesiyle ilgiliymiş. Yani tarımın sonucu o. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Bir ülkenin ordusu, güvenlik güçleri sınırlarını korur. Korumak zorundadır. Şimdi biz bunu yapamadık. Bunun ben uzun vadeli ve tamamen bizim dışımızda planlanmış bir demografik, yeni yapılanma planı olduğunu düşünüyorum. Yani oradaki Sünni Araplar, onların kontrol ettiği bölgede IŞİD, kürt bölgesi kurulması, onların referandumla özellikle girişimlerinin desteklenmesi gibi gelişmeler Türkiye’nin çok kolay kabul edeceği değil ama belki iktidarın bilerek ya da bilmeyerek göz yumduğu gelişmelerdir. Özellikle Suriyeli sığınmacılar konusu. Bu Türkiye için çok ciddi bir şey. Bugün 30 Haziran bakın. Hatay’ın Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmasının yıl dönümü. Aslında orası Antakya, Hatay değil. Atatürk’ün deyimiyle onun coğrafi konumunu bir aya benzettiği için, Hat- ay demiş. Şimdi bugün onun yıl dönümünü yaşıyoruz. Öyle bir dönemde biz Hatay’daki Kilis’teki yerleşimi çok ciddi anlamda gözden geçirmek zorundayız. O Türkiye’nin geleceğe dönük geleceği için de önemli. Kaldı ki şu var, biz bunları birtakım yardımlar ve destekler karşılığında gönüllü almışız. Bunların açıklanması ve bunların ne olduğunu sormak muhalefetin kaçınılmaz görevi. Muhalefet bunu yapmıyor. Ama daha önemlisi biz ülke olarak bakın ne güvenlik, ne istihbarat, ne yargı, ne kolluk gücü, ne de sosyolojik açıdan bu gelenlerin kimler olduğunu bilmiyor ve buna karşı da hazırlıklı değiliz. Şimdi bunların ileride organize suç örgütüne dönüşmeyeceğini kim güvence altına alacak?
Peki gerçekçi yaklaşırsak, yaklaşmamız gerekirse bu kadar yoğun bir sığınmacı nüfusu tekrar ülkelerine gönderilebilir mi? Bu mümkün mü?
Belli bir plan dahilinde olabilir. Ancak tırnak içerisinde söylüyorum. Başkaları tarafından ‘ırkçı’ olarak nitelendirilebilecek yaklaşımlarla da, hemen kestirip atarım diye de radikal yaklaşımlarla çözüleceğini sanmıyorum. Ama bunların Türkiye’deki kalış süreleri, barınmaları ve Türkiye’de kamudan aldıkları desteklerin sınıflandırılması, planlanması mümkündür. Ondan sonra Suriye’de anlaşılabilir ise ki burada Esad rejiminin ben genel olarak Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasını isteyeceğini düşünüyorum. Kaçınılmaz olan o. O zaman onların oraya gidişleriyle ilgili organizasyonlarıyla ilgili mutlaka işbirliği yapmak lazım. Hatta ve hatta daha da önemlisi Rusya ve Amerika’yla da bu konuları konuşmamız lazım bizim.
Türkiye’nin vize sorunu büyüyor. Avrupa ülkelerinin tamamı ve daha fazlası ülkenin yurttaşları kimlikleriyle Türkiye Cumhuriyeti topraklarına rahatça giriş yaparken, bizim her geçen gün zorlaşan koşullarımız açığa çıkıyor. Bu sorunu acaba diplomasiyle çözebilecek miyiz?
Bence çözebiliriz. Çünkü açık ve net bir şekilde bize Türkiye’ye sığınmacı olarak gelen ve aralarında onların terörist olarak nitelendirdiği IŞİD’li kaynakların altını çiziyorlar. Bir de Taliban’ın altını çiziyorlar. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının kazandıkları ve o pasaportlarla batıya gitmek için vize aldıkları, vize alıp gidenlerin de sığınma talebinde bulunduğu söyleniyor. Şimdi böyle bir süreci biz yönetemezsek onlar da elindeki imkanı kullanır. Ama bu bir ülke yönetimi için çok utanç verici bir şey.
Avrupa ülkelerinin burada belirgin bir iki yüzlülüğü yok mu?
Yani bizi bir savunma hattı olarak görüyorlar. Ve Avrupa’nın sığınma hattını bizden sonra başlatıyorlar. Onun için bize bir tür bu sığınmacılara muhafızlık görevi verdiler. Bu olmaz. Türkiye’ye yakışmıyor ama siz 250 bin dolar karşılığında yurttaşlık verirseniz, siz insanları nemalandırarak vatandaşlık hediye etmiş ülke konumuna geliyorsunuz. Bu olamaz, olmamalı. O kadar değil bu.