Gazeteci Filiz Gazi, İsmailağa cemaatine girdi, kadınların yaşadıklarını 12punto'ya anlattı: Tarikat ve cemaatler kapatılmalı
Kadınlar ve çocuklar, tarikat ve cemaatlerin görünmeyen yüzü… Gazeteci-Yazar Filiz Gazi, “Görünmeyen Cemaat: Mürideler” kitabında bu kapalı dünyanın kapılarını araladı. Tarikatlarda kadın ve çocukların rolünü anlatan Gazi, bu yapıların kesinlikle kapatılması gerektiğine vurgu yapıyor.
Sercan Meriç
Gazeteci-Yazar Filiz Gazi, tarikat ve cemaatlerdeki kadınların yaşamlarına odaklanan 'Görünmeyen Cemaat: Mürideler' adlı kitabında siyasal İslam ve devlet arasındaki ilişkiyi de ele alıyor. Tekin Yayınevi tarafından yayımlanan bu eserde antropoloji ve gazeteciliği birleştiren Gazi, genellikle görünmez kalan yapıların iç yüzünü ortaya koyuyor. Gazi ile kitabın ortaya çıkış sürecini, zorlu saha çalışması deneyimlerini, tarikatlardaki kadınların ve çocukların konumunu, bu yapıların işleyişini ve toplumsal etkilerini konuştuk.
Kadınlar tarikatlar içerisinde çok konuşulmuyor. Siz bu konuyla ilgilenmeye başladığınızda nelerle karşılaştınız?
6-7 yıl önce bu konuyla ilgili çalışmalara başladım. Gazete Duvar'da bir haber yaptım ilk olarak... Üç kadınla konuştum. Biri Süleymancılar’a mensup bir kadındı, biri İsmailağa’ya... Genç kadınlardı bunlar. Neyle karşılaşacağımı biliyorum diye düşünüyordum. Öncesinde de çünkü genç bir kadınla bir sohbetimiz esnasında ondan dinlediklerim vardı. Fakat üç kadınla konuştuktan sonra karanlıkta ve kuytuda kalan bir alan olduğunu fark ettim. Biz tarikat ve cemaatleri konuşuyoruz ama oradaki kadınlar ve çocukların hayatlarının nasıl şekillendiği açıklayıcı bir şekilde konuşulmuyor. Mağdur olan kadınlar, hayatı öğütülenler kadınlar ama dediğim gibi sadece bir skandal, sansasyonel olarak kalıyor, konuşuyoruz ve bitiyor. Bir topluluğa bakıp yarısını görüp yarısını görmemek diye bir şey söz konusu olamaz. Kadınlar tarafının hiç konuşulmadığını, hiç kafa yorulmadığını fark ettim. Bunun kitabı, o üç kadınla konuştuktan sonra kafama yerleşti ve yıllar içerisinde ben peyderpey bu tip cemaatlerin arasına girdim.
Nasıl girdin bu cemaatlere? İlk olarak İsmailağa'nın Fatih Çarşamba'daki pazartesi sohbetlerine mi katıldın?
Evet, Fatih Çarşamba'daki sohbetlere katılmaya başladım, pazartesi günleri... 9:30'dan 12:30’a kadar, yani 3 saate yakın, bazen 3 saati de aşıyordu sohbetler. Yavuz Sultan Selim Camii içerisindeki sohbetlere katıldım. Bayağı kalabalık. Gruplar halinde 13 yaştan 17 yaşa kadar kız çocukları getiriliyor camiye. Kentin iktisadi olarak zayıf kesimleri dediğimiz, şehrin çeperlerinde kalan öğrenciler bunlar. Tabii 40 yaş üzerindeki kadınlar da vardı. Hiçbir kanaatimi ve hiçbir yargımı işe katmadan gözlemlemek istedim. İsmailağa'da tesettür biçimi çarşaftır. Bende uzun, siyah bir palto ve başörtüm vardı. Tabii ki de makyajsızdım. Bu şekil girdim sohbetlere. Genellikle işte 50'li yaşlardaki teyzelerin yanına yaklaşarak, cami içerisinde onların yanına oturarak sohbetlere katıldım.
Nasıl geçiyor o sohbetler?
Bir hoca var, vaaz veriyor. İğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık var ve didaktik bir şekilde hocanın kadınlara söyledikleri var. O yüzden sessiz bir konumda olduğun için çok da fazla dikkat çekme gibi bir durum söz konusu olmuyor. 3 hafta boyunca o sohbetlere katıldım. Daha da devamı gelecekti. Fakat ikinci hafta bir kadın yanıma geldi. Nereden geldiğimi sorunca biraz dikkat çekeceğimi düşündüm ve bıraktım. Yaptığım haberden sonra çok fazla mail ve mesaj aldım, “ajan” vesaire diyorlardı. Fethullahçılarda da bu takiye vardır. Öyle bir şey değildi benim yaptığım.
Nasıl bir şeydi?
17-18 yıldır gazetecilik yapıyorum, aynı zamanda antropoloji mezunuyum. Saha çalışması deneyimlerim tabii ki de vardı. Bir kültürü tanımak için arasına girmek ve onlarla bir süre yaşamak gibi. Sessizce girdim, dinledim. Ondan öncesindeki hiçbir kanaatimi, yargımı, hükümlü fikirlerimi oraya dahil etmemeye çalıştım.
Sana anlatılan çarpıcı anekdotlar var. Yaşadıkları ile ilgili “Bir ölünün, ölü yıkayıcısına teslimiyeti gibi” diyor mesela bir kadın.
Bir kadın şöyle bir şey demişti bana: “Filiz, hiçbir şey düşünmemizi istemiyorlar. Şöyle düşün, bir ölünün ölü yıkayıcısına teslim olduğu gibi teslim olmamızı istiyorlar.” Sonra bir başka kadından, “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” cümlesini duydum. Bu cümleleri ilk kez duyduğumda sonraki yıllarda birebir aynı cümleleri duyacağımı bilmiyordum. Süleymancılar için Adana'ya gittiğimde, Menzil'e Adıyaman Kahta ilçesine gittiğimde hep aynı ifadeleri duydum.
İsmailağa, Menzil, Süleymancılar… Sen bu tarikatlarla ilgili ne düşünüyorsun?
Bu çok keskin bir hüküm durabilir, çünkü tarikat ve cemaatlere zamanında sivil toplum kuruluşu olarak bakıldı ve bir fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirildi. Kapatılmalı mı, kapatılmamalı meselesi... Bu çalışmayı yaptıktan sonra çok net bir şekilde tarikat ve cemaatlerin kapatılması gerektiği fikrindeyim. Yani burada hiç ekstra bir şerh koymuyorum. Burada bir fikir özgürlüğü meselesi vesaire, oralardan dem vurmuyorum. Bir kere buradaki kadınların herhangi bir iradeleri yok. İsmailağa için de, Süleymancılar için de, Menzilciler için de aynı şeyi söylüyorum… Kadınların ve çocukların buralarda bir hayatının olmadığını düşünüyorum.
Kadının ve çocuğun rolü ne bu yapılarda? Mesela Adnan Oktar tarikatıyla ilgili süreçte bunu öğrendik. Senin gözlemlediğin tarikatlarla ilgili durum ne?
Bir siyasi örgüt gibi düşünebiliriz. Dini yapılar gözüyle bakılır ama orada da bir hiyerarşi var. Ama o hiyerarşide en görünmeyen taraf -kitabın adı da oradan geliyor- kadınlar tarafı. Görünmüyorlar ama kesinlikle yapının içerisindeler ve erkeğin giremediği alanlara giriyorlar. Zeytinburnu gibi kentin iktisadi olarak zayıf kesimleri mesela… Oralarda haftada bir ya da iki Kur'an sohbetleri oluyor. Burada bir sosyalleşme oluyor. Bu sohbetlerde “Şeyh anne”, “Vekil anne” gibi kişiler görev alıyor. Fethullahçılardaki “Abla” gibi… Bunların kendi öğrencileri var ve dediğim gibi böyle bir ağ düşün bütün İstanbul'da, bütün Anadolu'da mevcut… Baş edemedikleri veya “aklımız ermez buna” dedikleri noktada bir üst erkeğe gidip soru soruyorlar. Ama öyle kendilerine ait yaşam alanları yok.
Kimi rezillikleri, skandalları da aslında gazetecilere anlatan, kamuoyuna taşıyan isimler de çıkıyor bu yapılardan öyle değil mi?
Dediğin çok doğru… Bazen bir kadın cesaret ediyor. Bazen de bir tarikat ve cemaat içerisindeki bir kişi diğerine husumet duyuyor, bilgiyi sızdırıyor. Ama kamuoyunun bildiği haberler buzdağının sadece görünen yüzü. Birçok feci olayın ben bizlere ulaştığını düşünmüyorum. O yüzden… Kitapta 2012'den beri çok gelişi güzel bir şekilde tarama yaptım. Ayrıca bir kadının başına geleni anlatması böyle bir meselede çok zor. Benim konuştuğum kadınların çoğunun ekonomik bağımsızlığı yok. Öyle bir ailede büyüdüğünüzü düşünün, öyle bir cemaat içerisine girdiğinizi düşünün. Başınıza herhangi bir olay geldiğinde bunu anlatmak çok zor. Ailesinden vazgeçmesi, çok kuvvetli bir yapıyı karşısına alması, verdiği kararın ömrünün sonuna kadar onunla gelecek olması gibi süreç bu… Hayati tehlike de işin içerisinde.
Aslında tarikatlara karşı toplumda bir konsensüs oluşmuştu toplumda 15 Temmuz’daki darbe kalkışmasından sonra. Ancak AKP iktidarı tek tarikattansa farklı tarikatlara gücü bölüştürdü. Bir nevi tarikatlar koalisyonuna evrildi mesele. Erdoğan iktidarının tarikatlar ve cemaatlerle ilişkisini nasıl değerlendirirsin?
Orada simbiyotik bir bağ var. Karşılıklı bir kazan-kazan durumu var. Yeri geliyor bir seçmen kitlesi bu topluluklar. Yeri geliyor da toplumsal meselelerde bir fren mekanizması görevi görüyorlar. Çünkü medyada bir şey oluyor, hoşlarına gitmiyor, ertesi gün İsmailağa açıklama yapıyor. Bir dizi hoşlarına gitmiyor, ertesi gün açıklama yapıyorlar. İsmailağa, Menzil fark etmiyor. Değerler ve kutsallıklar konusunda orası bir fren mekanizması görüyor ve “toplum tepki verdi” deniyor. Yakın zamanda tarikat ve cemaatlere bağlılık sorulmuş insanlara... Yüzde 4-4,5 gibi bir rakam var ortada. Neredeyse azınlığın azınlığı diyebiliriz. Öte yandan bir şeriat rejimi isteme, arzulama, son 23-24 yıldır o istenilen rejime doğru çok emin adımlarla, çok stratejik adımlarla hızlı bir ilerleyiş var. Bu meselelerin bir üst başlığı da Nakşibendiliktir. Nakşibendiliğin tarihi Türkiye'de yeni değil. Osmanlı'da sultanla tebaayı birbirine bağlamak için, oradaki rejimi tesis etmek için kullanılan bir şeydi. Bir tutkal görevi görüyordu. Erdoğan'a gelecek olursam, beyefendinin annesinin gömülü olduğu, defnedildiği yer bir cemaatin kurucusunun yanında. Zaten bu çok şey anlatıyor.