Mimar Esin Köymen: “Deprem gerekçe gösterilerek yoksulların mülkiyetine el konulmak isteniyor!”

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi önceki Başkanı ve CHP Maltepe Belediye Başkan Adayı mimar Esin Köymen, seçimlerle birlikte yeniden yoğun bir biçimde gündeme gelen kentsel dönüşüme ilişkin 12punto Yazarı Dr. Şenol Çarık'a açıklamalarda bulundu.

Şenol Çarık

Şenol ÇARIK - 12punto.com.tr

16 Ekim tarihinde 153 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bünyesinde çok geniş kapsamlı yetkilere sahip ‘Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’nın kurulduğunu vurgulayan Köymen, “Depremle insanları korkutup, maddi gücü yerinde olmayan insanların mülkiyetlerinin el değiştirmesi anlamına geliyor. Bu ciddi anlamda kent mekânlarında dar gelirlilerin ve yoksulların mülkiyetlerinin deprem gerekçe gösterilerek aslında bu mülkiyetlere ele konulmasıyla sonuçlanacak bir düzenleme” dedi.

Murat Kurum’un bakanlığı dönemindeki uygulamalarını da hatırlatan Esin Köymen, “İnsanların yaşamlarını, deprem kaygılarını kullanarak mülkiyetlerinin elinden gitmesine sebep olacak yasal düzenlemeleri yapan bir iktidarın olası büyükşehir belediye başkanlığı döneminde de bu sistemi çok daha acımasız olarak hayata geçireceğinin hepimiz farkındayız” uyarısında bulundu.

İşte o açıklamalar…

-“Kentsel Dönüşüm Başkanlığı” oluşturuldu. Bu gelişmeyle birlikte siyasi iktidar ve adayı “yurttaşlar mağdur edilmeyecek” diyor. Bu yeni düzenlemeler neler içeriyor?

‘6306 sayılı Kentsel Dönüşüm Yasası’ diye bildiğimiz ‘Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun’da bir değişiklik yapıldı, ama değişikliğin hemen öncesinde, 16 Ekim tarihinde 153 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bünyesi içerisinde bir ‘Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’ kuruldu. Bu başkanlık çok geniş kapsamlı TOKİ yetkilerine sahip. Hatta TOKİ’den çok daha büyük. Özel bir bütçesi var. Şirket kurabilir, şirketlerle ortak olabilir. Bu son derece önemli.
Kararnamede bu bütçenin kaynakları ifade edilirken, yurtdışından alınan hibeler de dahil olmak üzere, afetlere karşı kentlerin hazırlanması için borçlanma kredileri de dahil pek çok fonun burada biriktirileceği belirtiliyor. Çok daha geniş kapsamlı ve büyük yetkili bir başkanlıktan bahsediyoruz.

“DEVLET HİZMETLERİ ÖZELLEŞTİRİLİYOR”

Devlet mekanizması içinde böyle büyük bir yapının oluşturulması aslında devletin hizmetlerinin özelleştirilmesi anlamına geliyor. Diğer yandan da ‘Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’ eliyle insanların deprem korkusu ve kaygılarının da bir şekilde bertaraf edilebilmesi için biraz zorunlu hale getirilen bir dönüşüm sürecinden bahsediyoruz.

Bu başkanlık kentsel dönüşüm ile ilgili mevzuatı, yani 6306 sayılı Yasayı, yeniden yapma yetkisine sahip. 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73. maddesi kapsamındaki uygulamalara ilişkin alanları ilan etmek, 5366 sayılı yıpranan tarihi dokularla ilgili mevzuatı ve uygulamaları hayata geçirmekle görevlendirildi.

“SÜRGÜN GİBİ BİR SÜREÇ YAŞANDI”

1999 depreminden hemen sonra 2005 yılında 5366 sayılı yasayı görmüştük. Uygulamalarında ise Sulukule, Tarlabaşı, Fener, Balat, Ayvansaray’ı gördük. Buralarda oturan insanların yaşadıkları yerlerde oturmaya devam edememeleri gibi bir süreç gerçekleşti. Aslında sürgün gibi bir süreç yaşadı bu insanlar. En önemli sebebi ekonomik nedenler…
Yeni yapılan binalarda oturacak ekonomik güçleri olmadığı için ya da o binanın yenilenmesi sürecinde ödemesi gereken miktarları ödeyemedikleri için o insanlar kentin çeperlerine doğru gittiler.

“DEPREMLE KORKUTUP…”

6306 sayılı yasayla yapılanları zaten hepimiz yaşıyoruz. Günümüze kadar gelen birçok örneği var. Şimdi 6306 sayılı yasada yapılan değişiklikle, özellikle rezerv yapı alanı tarifi değiştirildiği için, neydi bu rezerv yapı alanı: deprem riski ya da afet riski içeren bölgeleri tahliye edip yeni yerleşim alanları açılacaktı, bu alanlara riskli alanlarda yaşayan insanlar yerleştirilecekti. Ama bu hiçbir zaman böyle olmadı! Yeni yapılan değişiklikle artık özel mülkiyetlerin olduğu alanlar dahi artık rezerv yapı alanı ilan edilebilecek!
Biz bunun insanların mülkiyetlerine deprem korkularını gerekçe göstererek “el koyma” olarak ifade ediyoruz.

“VERASET YOLUYLA ÇOCUKLARINA GEÇEMİYOR”

-Neden bu ifadeyi kullanıyorsunuz?

Çünkü, bir alanda yeni yapılaşma olduğu zaman, konut fiyatlarını nasıl yükseldiğini biliyorsunuz. İnsanlar bu yeni yapılacak konutların bedelini ödeyemedikleri için kentsel dönüşüm başkanlığı doğrudan tapularına el koyuyor ve bu el koymada insanlar, sadece hayatları boyunca ya da eşleri hayattayken bu konuttan yararlanabiliyorlar. Veraset yoluyla çocuklarına geçemiyor. Eğer bu tapuyu almak istiyorsanız, diyelim ki 10 yılın sonunda o günkü rayiç bedellerle bedelini yatırıp daireyi yeniden satın almak zorunda kalıyorsunuz.
Bu, depremle korkutup maddi gücü yerinde olmayan insanların mülkiyetlerinin el değiştirmesi anlamına geliyor.
Bu ciddi anlamda kent mekânlarında dar gelirlilerin ve yoksulların mülkiyetlerinin deprem gerekçe gösterilerek aslında bu mülkiyetlere ele konulmasıyla sonuçlanacak bir düzenleme.

“OLASI BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI DÖNEMİNDE ÇOK DAHA ACIMASIZ…”

Kaçak yapılara, eskimiş kent dokularına, mimarlık mühendislik hizmeti almamış bütün yapılara yapı kayıt belgesi verip, bunları yapılaştıran aynı kişi (Murat Kurum) bugün Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday oldu.
2012 yılında rezerv yapı alanı ilan edilen ‘Kanal İstanbul’ süreci ve buradaki mülkiyetleri el değiştirme süreci aynı bakanlığın, aynı zihniyetin ürünleri. Seçim üzerinden yapılan bütün konuşmalarda da, bu kanalın etrafında oluşturulacak projeler üzerinden bir seçim kampanyasının da konuşulacağı ifade ediliyor kendisi tarafından.
Olumsuzlukları ortaya koyan, insanların yaşamlarını, deprem kaygılarını kullanarak mülkiyetlerinin elinden gitmesine sebep olacak yasal düzenlemeleri yapan bir iktidarın olası büyükşehir belediye başkanlığı döneminde de bu sistemi çok daha acımasız olarak hayata geçireceğinin hepimiz farkındayız.

“KONUT ve BARINMAYI BİR HAK MÜCADELESİ OLARAK SÜRDÜRMEK GEREKİYOR”

Yapılan uygulamalara ve günümüzdeki uygulamalara baktığımızda, Şahintepe’de, Güvercintepe’de, Tozkoparan’da, Fetihtepe’de bütün bunlarda kolluk kuvvetleriyle insanlarının evlerine girip zorla tahliyelerin olduğu bir süreçte, barınma hakkının ve konut hakkının bir anayasal hak olduğunu ortaya koymamız gerekiyor.
İnsanların maddi güçlerine göre depreme karşı dayanıklı bir binada oturması değil, devletin Anayasa’dan kaynaklı olarak her vatandaşının sağlam bir yapıda ikamet etmek gibi bir düzenlemeyi hayata geçirme zorunluluğu bulunmaktadır.
Konut hakkı ve barınma hakkını bir hak mücadelesi olarak sürdürmek gerekiyor. Aksi takdirde süreç; zenginlerin sağlam binalarda oturduğu, yoksulların da son düzenlemeyle, deprem gerekçe gösterilerek, oturdukları yerden tahliye edilip iyice kentin çeperlerine, ki artık günümüzde kentin çeperi de kalmadı, kent dışına sürgünü ile sonuçlanacaktır.