Prof. Dr. İsmail Ermağan yazdı... Savaş-savunma teknolojilerinin geleceği ve Türkiye
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Ermağan, 'Savaş-Savunma Teknolojilerinin Geleceği ve Türkiye' başlıklı yazısında, Türkiye’nin savunma teknolojilerinde kaydettiği ilerlemeleri, yeni nesil silah ve sistemleri ile stratejik fırsatları ve riskleri değerlendirdi.
12punto
Prof. Dr. İsmail Ermağan
***
22. yüzyıla doğru yol alırken, artık dünyanın her yerinde; bireyin korunmasından devletlerin savunma sistemlerine, bölgesel ölçekten uzay derinliklerine fiziksel-sanal ve hibrit ortamlı, çok katmanlı, iç içe ve anlık bildirimli meydan okumaları ile mühendislik, teknoloji, malzeme bilimi, enerji veya uluslararası ilişkiler disiplinleri üzerinden ve geçmişteki örneklerine öykünerek geleceğin savunma teknolojileri tartışılmaktadır.
Bu makale, bir yandan çığır açan gelecek savunma alanlarını kristalize edecek, akabinde Türkiye’nin bu bağlamda bir fotoğrafını çekecek.
***
Tarihten Bugüne Dönüşen Savaş-Savunma Teknolojileri
Dünya tarihi İlkçağdan günümüze çok çeşitli savunma ve saldırı mekanizmalarına tanıklık etmiştir. Örneğin insanlar bir dönem duvarlar ördüler, Çin Seddi gibi; denizlere zincirler vurdular, misal Sultan Fatih gemileri karadan yürütsün diye. Vebalı ölüleri mancılıkla gönderdiler, kaleler fethedilsin diye, atları-filleri saldılar cepheler yarılsın diye.
Uzun yıllar karadan savaşlar gerçekleşince kara, akabinde denizler de işin içine girince deniz kuvvetleri komutanlıkları oluştu. Modern dönemin ilk belirgin alanı hava olmuştur ve bugün bile ülkeler için savunmanın esası hava unsurları ile gerçekleşmekte olduğundan ötürü Hava Kuvvetleri Komutanlığı stratejik önemdedir.
Yakın dönemde uzay ve siber uzay alanlarının da savunma-savaş denkleminde yerini alması ile devletler beş farklı alanda kendisini koruması gereken bir riskli meydan okuma ile karşı karşıya gelmiştir. Yani 1950’lilerden itibaren ay ve uzay araştırmaları, 1990’da İnternetli kabloların dünyayı sarmalaması bambaşka bir güvenlik mimarisini doğurmuştur.
21. yüzyılın güvenlik ortamı, hibrit tehditler, siber saldırılar-dijitalleşme, yapay zekâ tabanlı sistemler ve uzay teknolojilerinin öne çıktığı çok boyutlu bir yapıya dönüşmektedir. Türkiye’de kamuoyunun ciddi anlamda gözden kaçırdığı şekilde ısrarla fark edilmelidir ki, geleceğin savunma teknolojileri, sadece belirttiğimiz geleneksel ve yeni silah sistemlerini içermemektedir; bilakis yepyeni-teknolojik kompleksli robotik, nanoteknoloji, biyoteknoloji, nöroteknoloji ve kuantum alanlarında ilerlemektedir; bunlara da – benim Uluslararası İlişkiler ve Teknoloji, İlişkisi kitabımda yazdığım üzere – çığır açan sav(unm)aş teknolojileri denilmektedir.
Atom veya nükleer gibi şehirleri yok edici bombalar, ülkelere-kıtalara ulaşan hatta dünyayı (5 Mach üzeri hızlarda hareket eden) dolaşan hipersonik füzeler gibi bir yandan eldeki savaş ürünlerinin daha da yıkıcı hale getirilmesi çalışmaları var. Diğer yandan, teknoloji ilerledikçe çeşitlenen ve tehlike seviyesi daha da yükselen sistemler söz konusu. Örneğin hava savunma ve dron karşıtı sistemlerde kullanımlar ile öne çıkan devrimsel potansiyel barındıran (bilim kurgu filmlerinde de çokça izlediğimiz) enerji (lazer/mikrodalga) silahları. Yine elektronik harp ile dijitalize sistemlerin körleştirilmesi ve ya kontak kilitlenmesi, yeni bir kolonyalizm açılımı doğurmaktadır. Bunlara nasıl karşılık verilecek?
2013 yılından bu yana gerçekleşen 4. Sanayi Devrimi küresel savunma kabiliyetlerini de gençleştirmektedir. İnsansız hava, kara ve deniz araçları veya karar destek sistemleri ile yapay zeka ve otonom sistemler bu noktada hemen kendilerini kabul ettirdiler. Düşünelim, Rusya’dan Küba’ya 6 ay boyunca yapılabilen ve rütbe yükselten deniz altı yolculukları, şimdi insansız denizaltılar ile alınıyor; rütbe kime verilecek?
Bilişim suçları ve siber güvenlik boyutları, 1648 Westfalyan düzene inat bugünün ve geleceğin hiper anarşik düzeninde devletlerin iç işleri çoktan karışılır hale getirdi. Merkez bankaları boşaltılıyor, vatandaş bilgileri çalınıyor; artık yüzde yüz egemen bir devlet var mı? ABD mi yoksa Kuzey Kore mi daha az riskli bu konuda? Dijital ortamda tam savunma artık imkan dışı görünmektedir.
Hava savunmasının temeli uzaydan başlamaktadır. Radarlar, gözetleme-istihbarat hayati bir konuma evrilmiştir. Uzaydan çekilen milimetlik enstantaneler mikro korunma taktiklerini yüksek riskli bir hale getirmiştir. Bugün dijitalleşmiş-insansızlaşmış-otonom sistemler, uzaydan gelen verileri anlık işleyerek canlı-cansız hedefi anında yok etme kapasitesindeler, İran’ın ya da Hamas’ın öldürülen liderlerinde tanıklık edildiği üzere. Uydunuz varsa, uzay tabanlı istihbarat ve füze savunma sistemleri çerçevesinde askeri yeteneklerini artmaktadır. Hava destekli korunma kalkanları, çelik kubbeler şehir-ülke güvenliklerinde yeni moda güvenlik mimarisi olarak başka boyutlu bir gelecek düşündürtmektedir. Acaba tarihte mancılıkla atılan vebalı bedenleri de önleyebilecek hava korunma kalkanları var mıydı? Hipersonik füzeler de olduğu gibi ve İran’ın İsrail deneylerinde gözlemlendiği gibi çaresizliğe ileri teknoloji bir çözüm bulacak mı, göreceğiz. Peki, drone sürüleri ile Ebabil kuşları misali gerçekleştirilen, Ukrayna’nın Rusya’nın içlerine kadar sızdığı saldırılarda, alçak irtiba koruma mekanizmaları bir çare olabilecek mi, bunu da göreceğiz; illa yeni yeni savunma ve saldırı versiyonları. Mesele bunları üretecek beyinlere yatırım ve AR-GE’cilik!
Nanoteknolojiler yakıttan ısıya çok farklı alanlardan maddenin milyonlarca birim ufaltılarak hatasız ya da daha başarılı organizmalı doğran bir sistemler bütünü. Zırhlı araçlarda nano kaplamalar ile ısıya, darbeye ve balistik tehditlere dayanıklılık artırılabilir, makta, radar ve füze sistemlerinde nano çipler ile hedef tespitinde beceri yükseltilebilir, insansız hava araçlarındaki gelişmiş kamera ve sensörlerde başarı seviyesi artırılabilir, askerlere yanmayan kamuflajlar dikilebilir.
Biyoteknoloji ile doğa çoktan bir savaş botaniği halini almıştır. Biber gazı veya bilinç kaydırıcı çok sayıda biyolojik silah ve savunma ürünleri ile bu alan çok kritik bir potansiyel sunmaktadır. Örneğin modern ordular askeri biyomedikal uygulamalar denemekte; donma, zehirlenme gibi tehditlere karşı erken uyarı sistemleri ve DNA tabanlı biyosensörlerin geliştirilmesini amaçlamaktadır.
Nöroteknoloji, özellikle son 20 yıldır çağımızın yepyeni araştırma alanı ve askeri düzlemlerde stratejik bir kulvar açmaktadır. Bu teknoloji ile robot gibi güçlü askerlerin formatlanması veya binlerce maymunun öldürülerek beyne çiplerin takılması, depresyonun veya özlemin sıfırlanması mümkün; kriz yaşayan askerler kışlalarda-cephelerde üzülmeyebilir artık! Diğer yandan, yapay zekâ entegre edilmiş insan-makine ortaklığı, gelecekte komuta-kontrol sistemlerinde ve dron sürülerinde doğrudan uygulama alanı bulabilecektir.
Kuantum sistemi, özellikle haberleşme ve şifreleme sistemlerinde devrimsel önemdedir ve yepyeni bir savaş taktiği-ele geçirme potansiyeli barındırmaktadır. Kuantum şifreleme, sensörler ve güvenli haberleşme üzerine atılan adımlar, geleceğin savaş alanı için stratejik bir hazırlık niteliği taşımaktadır. Bu teknolojiye sahip olmayan devletlerde, örneğin siyasilerin bilgileri, askeri özel bilgilerin saklanması oldukça zor hale gelecek, kozmik odalar korunamayacaktır. Hava tahminleri net olarak tahmin edilecek ve İran Cumhurbaşkanı Reisi ya da BBP kurucu Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun dramatik bir şekilde tecrübe ettiği gibi riskli uçuşlara son verilecektir. Kuantum iletişim uyduları, kuantum radarlar ve post-kuantum kriptografi gelecek savunma sektörünün gözbebekleri arasında olacaktır.
***
El Bombası Üretemeyen Türkiye, Çelik Kubbe Kurarak İşi Bitirdi Mi?
Yukarıda teorik olarak ayaklandırılan geleceğin çığır açan savunma teknolojileri çerçevesinde Altay tankı, füzeler, hava savunma sistemleri, MİLGEM savaş gemileri, Hürjet, ATAK helikopteri ve elektronik harp sistemleri gibi çeşitli alanlarda radikal ürün çıktıları üretmeyi başarmıştır.
İngiliz dergisi The Economist Türkiye’nin önümüzdeki dönemde dünya silah ihracatında (11.’likten) ilk 5’e girebileceği ilan etmiştir.
Türk silahlarının NATO standartlarında, uygun fiyatlı ve “şartsız satış politikası” ile küresel pazarda cazip hale geldiği gözlenmektedir. Akıncı için Suudi Arabistan’la 3 milyar dolarlık ortak üretim anlaşması yapılmıştır veya Kızılelma için İtalyan Leonardo ile iş birliği başlatılmıştır. İspanya ile 1,6 milyar dolarlık Hürjet ortak üretimi, Romanya’ya 930 milyon dolarlık zırhlı araç satışı ve Portekiz ile 134 milyon dolarlık deniz ikmal gemisi anlaşması gerçekleştirmiştir. Son olarak, KAAN savaş uçağının hem F-16’ların yerini alacağı hem de uluslararası pazarda düşük maliyetli bir F-35 alternatifi olarak ilgi görebileceği ifade edilmektedir.
Nanoteknolojik alanda Türkiye’nin milli muharip uçağı KAAN projesinde nano kompozit malzemeler sayesinde daha hafif, dayanıklı ve düşük radar görünürlüğüne sahip bir yapı hedeflenmektedir.
Türkiye, biyoteknolojiyi savunma sektöründe özellikle biyogüvenlik ve sağlık teknolojileri çalışmaktadır. Bir çıktı olarak biyoteknoloji tabanlı tıbbi çözümler orduda askerlerin yaralanma ve travmalarında başlanmıştır.
Nöroteknolojik çalışmalar kapsamında, ASELSAN ve üniversiteler ile çeşitli projeler gerçekleştirilmektedir; böylece örneğin bilişsel üstünlük prensibi ile askerlerin stres düzeylerinin ve dikkat seviyelerinin biyosensörlerle takip edilebilmektedir.
Dünyada 15 ülkede bulunan kuantum bilgisayar teknolojisi, Türkiye’de ilk kez 2024 yılında (ilk kuantum bilgisayarı Quantum Computer of TOBB ETÜ (QuanT) olarak deklare edilmiştir. Diğer yandan, “kuantum askeriyesi” henüz olgunlaşmış bir seviyede olmadığı bilinmektedir. Fakat uzun vadede, kuantum yeteneklerinin geliştirilmesi, hem savunma bağımsızlığı hem de NATO içindeki teknoloji rolü açısından vazgeçilmezdir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin savaş ve savunma teknolojilerinde artan yerli üretim kapasitesi, stratejik özerklik bağlamında değerlidir. Fakat ihmal edilmeyecek ciddi ödevler de mevcuttur. Ülkemiz özellikle otonom sistemler, hava savunma ve milli muharip uçak projeleriyle öne çıksa da sürdürülebilir başarı için yüksek teknoloji yatırımları, insan kaynağı gelişimi ve uluslararası iş birliklerinin hassasiyetle tesis edilmesi şarttır. Türkiye, hem NATO içindeki müttefikleriyle hem de Asya-Pasifik – Afrika – Latin Amerika ülkeleriyle teknoloji transferi ve ortak üretim projeleri geliştirerek küresel güvenlik mimarisinde etkin bir aktör olma yolunda ilerlemektedir.
***
Sonuç
Günümüzde uluslararası güvenlik sitemlerinde bilişim, siber uzay, uzay, nanoteknoloji, biyoteknoloji, nöroteknoloji ve kuantum gibi teknolojiler savunma ve saldırı sistemlerini çok girift bir hale getirmiştir ve tam bağımsızlığın imkansızlaştığı bir etaba doğru gidilmektedir. Einstein’ ait olduğu söylenen “3. Dünya Savaşı’nda hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama 4. Dünya Savaşı’nda taş ve sopalar olacağını biliyorum” cümlesi, bize yakın gelecekte bu kompleks yapıyı ispat etmektedir ve hazırlık olarak tüm Türkiye’ye; iktidar-muhalefet partiler üstü bir vizyon ile çok çalışmayı salık vermektedir.