Selçuk’gâh

Av. Afşin Hatipoğlu, Silivri Cezaevi’nde görüştüğü avukat Selçuk Kozağaçlı ile yaptığı sohbeti 12punto için kaleme aldı.

12punto

Av. Afşin HATİPOĞLU  

2.808 günde, 900 farklı avukatla 4.443 kez görüşüp, kalan vaktinde 2.912 kitap okumuş bir mahkûm olabilir mi? Evet, olurmuş. Tanıştım ve bu avukatla sohbet ettim. Geçen hafta, İstanbul Barosu’nun sevimli anarşisti, TBB Yönetim Kurulu üyesi Av. Kemal Aytaç’ı aradım. “Kemal ağabey, ben cezaevinde olan önemli isimlerle mülakat yaparak izlenimlerimi yazmak istiyorum. Senin tanımadığın hükümlü neredeyse yok. Bu konuda bana yardımcı olur musun?” dedim. Bana söylediği isimler, benim de düşündüğüm isimlerdi. Aytaç’ın referansıyla Silivri’ye giriş yaptım ve ilk satırlarımı bir meslektaşımın yanında defterime geçtim.

Gülen göz, esmer ten, siyaha çalan saçlar ve tüm ifadenin hükmünü veren Perestroyka’dan kalma bir bıyık. Paris ve Barselona barolarının onursal üyesi, Çağdaş Hukukçular Derneği eski Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı. Beni oldukça samimi karşıladı. Selam sabah derken, cezaevi sohbetine girdik. Yanında getirdiği defterini açtı. Ziyaretçi sayılarını ve tutsak günlerine dair rakamları okumaya başladı. Son cümlesi imza niteliğindeydi. Tek bir vekâletnamede 2.400 avukata yetki verdiğini söyledi. Türkiye’de, bu mevcuttaki avukata sahip olmayan onlarca baro var. DHKP-C dosyasından hükümlü bir avukata gösterilen sıra dışı bu ilginin sebebi ne olabilirdi? Beni, Kozağaçlı’ya yönlendiren temel soru biraz da buydu. Burdurlu, Yörük, Sünni bir kaymakam çocuğu, nasıl oluyor da orijiniyle ilgisiz bir terör örgütünün üyeliğiyle suçlanıyordu? Ankara Hukuk diplomasını kökeniyle birleştirdiği an Cumhuriyet Savcısı olabilecekken, nasıl oldu da savcıların nefret listesinin başını çekti?

Filmi geriye sardığımızda, Selçuk Kozağaçlı’nın devrimci sol için sahneye çıktığı sekansın, Dev-Sol davası olduğunu görüyoruz. 1.243 sanığıyla, yüzlerce kayıp klasörünün izinde zamanaşımına uğrayan bu dosya, iki açıdan Kozağaçlı’ya dokundu. Biri Dursun Karataş ve diğeri ise Halkın Hukuk Bürosu. Kozağaçlı, uzun yıllar Dursun Karataş’ın avukatlığını yaptı. Bununla da kalmadı, Halkın Hukuk Bürosu adına Ankara’nın en aktif devrimci avukatlarından birisi oldu. Rejimin sevmediği kim varsa, Kozağaçlı onun yanında yer aldı. Milenyumla birlikte terör suçlamalarına maruz kalmaya başladı. Türkiye’de iktidarlar, avukatları her zaman müvekkilleriyle bir tutar. Avukata yapılacak baskı ile hedefe ulaşacaklarını düşünürler. Gözden kaçan nokta ise şudur: Dünya ölçeğinde terör faaliyeti yürüten örgütlerin liderleri, kendi kuyruklarını avukatlarının ellerine vermeyecek kadar pişekârdır.

Kendisini Marksist ve Leninist olarak tanımlayan, mülkiyet hakkını, miras hakkını ve işçilik sözleşmelerini kabul etmeyen Kozağaçlı, sol yumruğunu indirmeden yürüdüğü yıllarda Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı oldu. “Halit Çelenk ve Niyazi Ağırnaslı ekolünün devamıyım.” diyen Kozağaçlı, “Mehmet Uçum da benim üyemdi.” diye ilave ediyor. Başkanı terörden mahpus, üyesi sarayın baş hukukçusu, ne dernek ama!

Selçuk Kozağaçlı’ya, 2013 yılında terör soruşturması açıldı. Sonra aynı dosyadan 2017 yılında yeni bir dava daha açıldı. Kozağaçlı, 2017’de tutuklandı. 2025 yılındaki 10 saatlik özgürlüğüne kadar tutuklu kaldı. “Yanlış karar vermişiz!” denilerek tekrar tutuklandı. Sekiz yıllık hapis hayatında enteresan isimlerle karşılaştığını söyleyen Selçuk Kozağaçlı, özellikle “Çok zeki bir adam!” ve “Gördüğüm en büyük AKP muhalifiydi!” dediği Halis Bayancuk ile kendisine kumpas evrakı düzenlediğini söylediği Ramazan Akgün’e dikkat çekiyor. Sohbetimiz devam ederken, yan odaya gelen bir mahkûm ile selamlaştı ve uzaktan gülüştü. Bana göğsünü işaret ederek, “Bu gömleği onun eşi hediye etmişti.” dedi. Cezaevi de olsa hayat devam ediyor.

Peşinden cezaevi kovalayan avukatlar, her eylemde sloganlaşan bir isim, Gramsci misali hapisten endoktrine ettiği kitleler… Diğer yandan onu DHKP-C gibi acımasız bir terör örgütünün parçası kabul eden bir devlet. Peki üzerinden yapılan bunca tartışmaya, ülkede konuşulan onca başlığa Selçuk Kozağaçlı ne diyordu? Çokça sordum. Fikirlerinin özünü işaret eden kısımları derleyerek ona kulak uzattım.

“Ben, silahın siyaset alanının bir parçası olduğuna inanıyorum. Düzeni değiştirmek istiyorsanız, düzenin silahlı güçlerine karşı silah kullanmadan devrim yapamazsınız. PKK silahlı bir mücadele vermeseydi, bugün bu komisyon kurulur muydu? 95/96’ya kadar PKK’nın mücadelesini dışlamadım. Çünkü iddiaları, sınıf mücadelesi temelinde, Marksist ve Leninist bir yapılanmayı işaret ediyordu. Romantik ve devrimciydi. Öcalan’ın yaptığı az bir iş değildir. İbrahim Kaypakkaya (TKP-ML, TİKKO), Öcalan’dan beş yıl önce, benzer iddialar ile bölgeyi dolaştı ancak sonuç alamadı. Öcalan, Mahir Çayan çizgisine (THKP-C) yakın biriydi. DHKP-C de bu koldan geliyor. Ayrıca bir de Deniz Gezmiş ekolü (THKO) vardı. Devrimci sol dediğimiz ana hat aslında bu üçünden büyümüştür. Ancak PKK sınıf mücadelesinden ayrıldı.

İnsan yaşamının kendi başına bir manası olduğunu düşünmüyorum. Ölmüşsün, yaşamışsın, hapse girmişsin, bunların bir önemi yok. Önemli olan hayatı nasıl yaşadığın, hayata ne kattığın. Ben, sınıf mücadelesi temelinde yaşayan Marksist ve Leninist birisiyim. Bu manada kimlik siyasetini de kabul etmiyorum.

Anayasadaki Türklük tanımını, anayasaya Kürt yazarak çözemeyiz. Kürtlerin ayrı bir devlet kurmasına da karşıyım. Türkiye’deki ABD üsleri, sömürge düzeni ve ağalık yetmezmiş gibi bir de Kürdistan kurup bunları oraya da mı taşıyacağız? Halklar, kültürel haklarını elbette kullanmalıdır.

Belki Selahattin dışarıda olsa, başka şeyler tartışılabilirdi. Onunla, Ankara Hukuk’ta yakın devreydik. Ama o da bir eşik üstünde duruyor. Eşiği aşarsa Kürt halk önderi olacak, eşiği aşamazsa, ortalama bir hayat yaşayacak. Bu tartışmalar, bölgesel dengeler göz önüne alınmadan konuşulamaz. Kapitalizm yıkılıyor. Halklara sarılmalıyız ve sınıf mücadelesi vermeliyiz. Bölge savaşları bitmiyor. Eğer kapitalizm güçlü ve sermaye emeline ulaşmış olsa, bu savaşlar yaşanmaz. Tabii ki bu konuların çokça detayı var. Bu kadar basit değil.”

Gardiyan kapıyı açtı ve Selçuk Kozağaçlı’yı aldı. Birbirimize teşekkür ederek vedalaştık. Üzerimde kişisel bir devrimin izi kalmıştı. Suçlandığı örgütün mensuplarıyla tamamen ilgisiz olan bir ailede yetişen Kozağaçlı için bir dostu: “Selçuk o ocaktan değildir!” demişti. Ama nasıl bir inanmışlıksa, kendisini devrimler tarihinin içinde hissediyordu. Savunduğu fikirlerin neredeyse bütününe katılmıyorum ancak zihnini öylesi bir adanmışlıkla inşa etmiş ki Kozağaçlı’ya saygı duymadan da edemiyorsunuz. Zira yattığı zindanları türbegâha, kıblegâha, namazgâha ve Selçuk’gâh’a çeviren binler var. Taşına toprağına yüz vurup, el sürüp devrimci bir ihtilal yaptığına inanan insanlar var.

Silahlı mücadele ile düzen değiştirmek, miras hakkını kaldırmak, insana sadece sınıf temelli bakmak… Silahların eşitliği gereği, bu fikirler üzerine yapacağım itirazları Selçuk Kozağaçlı’nın özgürlüğüne saklıyorum.