Sultan Galiyev Örneğinde Bir Değerlendirme
"Sultan Galiyev’in Marksçı dizgeye yaptığı katkılar önemlidir; onun yaptığı katkıları dikkate almayan bir Marksçı çözümleme eksik olur. Batılı işçinin sömürüye ortak olduğunu ve sömürüden pay aldığını ilk ortaya koyan kişi, Sultan Galiyev’dir."
12punto
Kuram-Eylem Bağlamında Bir Dizgenin Serüvenine
İlişkin Bazı Gözlemler Ve Çözümlemeler: Sultan
Galiyev Örneğinde Bir Değerlendirme*
Dr. Mehmet SARITAŞ
GİRİŞ
Bu çalışma, sosyalist dizgeye ilişkin ana çizgileriyle bazı gözlem ve çözümlemeleri içermektedir; konu, kuram-eylem bağlamıyla sınırlandırılmıştır. Kuramlar eylemle ortaya konduğunda, çıktıların kuramla bağını koruması önemlidir; ancak eylemlerin kuramdan ayrı bir yapı kazanmasının olanaklı olduğu görülmektedir. Bu, kuram-eylem ilişkisini sorunlu duruma getirebilmektedir. Gerçekliğin, kuramı ve ona ilişkin eylemi, öngörülenin dışında sonuçlara ulaştırabildiği durumlarla karşılaşılmaktadır. Marks’ın kuramı Lenin tarafından uygulamaya konmuş, ancak eylem etkeni kuramdaki gelişme aşamalarının yerine geçmiştir. Bu, kuram ve eylemle birlikte dizgenin bütününü tartışma konusu durumuna getirmiştir. Burada gerçekliği veri olarak alan bir seçenek üretimi gereği ortaya çıkmış ve Sultan Galiyev bu seçenek üretimini ortaya koymuştur. Galiyev’in vahşice yok edilmesiyle dizge kendini başarıya ulaştıracak düşünürünü, ideologunu ve önderini yitirmiştir. Sosyalist dizge ve uygulamalarının, ana çizgileriyle Türkiye örneğindeki genel durumu, bir yabancılaşma döngüsü oluşturmuştur.
1.KURAM
Sosyalist nitelikli pek çok kuram vardır. Burada bunlardan Marks’ın kuramı ele alınmaktadır. Karl Marks (Karl Marx), özdekçi (materyalist) öbek içinde yer alır. Özdekçiliğin kökleri M.Ö. 800’e kadar götürülebilir. Marks, Hegel’in eytişimsel (diyalektik) yöntemini, özdekçi bir temele, kendi anlatımıyla “ayakları üzerine” oturttuğunu ileri sürmüştür.
Altyapıyı veya üstyapıyı belirleyici olarak benimsemek ideolojik ayrımlara temel oluşturmuştur; Marks, yöntemsel olarak, üretim süreçlerindeki altyapı ilişkilerinin bütün toplumsal ve kültürel yaşamı belirlediğini savunmuştur; bu yaklaşım, Marksçı düşünce yöntemini oluşturmaktadır; üstyapıyı belirleyici olarak benimseyen kuramcıların en ünlüsü Maks Veber (Max Weber)’dir; bu yaklaşım da, Veberci düşünce yöntemini oluşturmaktadır. Yöntemsel olarak bu iki yaklaşım, birbirinin karşıtıdır.
Marks’ın düşünce yöntemi, tek etkenli ve indirgemeci olarak nitelenmiş ve eleştirilmiştir.
Marks, insanlık tarihinin akışını açıkladığını ileri sürmüştür ve bunu üretim sürecine dayandırmıştır. Bu süreçte, üretim araçlarına sahip olanların sermaye sınıfını, yalnızca emeğini ortaya koyanların ise işçi sınıfını oluşturduğunu belirtmiştir. Burada üretilen artık değere üretim araçlarının mülkiyetine sahip olanlar el koymakta, böylece oluşan sömürü sonucu, işçi sınıfı zincirlerinden başka yitirecek bir şeyi kalmayan bir duruma gelmektedir. Emek – sermaye arasındaki bu çelişki, devrimle aşılacak ve işçi sınıfı iktidar olacaktır. Marks’a göre, sömürünün olmadığı bir toplum düzeniyle sonuçlanacak olan bu eytişimsel süreç insanlığın doğal akışıdır, evrenseldir.
Emek – sermaye ilişkisinde bu genellemeye girmeyen örnekler ortaya çıkmış, Marks bunlar için ayrı bir öbek oluşturmak zorunda kalmıştır. Sözgelimi Marks, Osmanlı Türklerini, Asya Üretim Biçimi içinde ayrı bir öbek olarak belirtmiştir.
2. EYLEM
Marksçı dizgede eylem konusu önem taşımaktadır; Marks, eyleme dönüşmeyen veya eylemi erek olarak benimsemeyen düşünce dizgelerini eleştirmiştir.
Eylem öğesinin Marks’ın kendi dizgesine de uygulanması konusu çeşitli tartışmalara yol açmıştır. Ekim devrimi veya Sovyet Devrimi, Marks’ın öngördüğü doğal aşamaların bir sonucu olarak ortaya çıkmamıştır; bu devrim, eylem etkeniyle gerçekleştirilmiştir. Doğal aşamalar, istencin dışındadır; eylem, istençle gerçekleşir. Tartışma, eylem öğesinin gelişme aşamalarının yerine konmasından çıkmaktadır; Lenin’in devrim anlayışı ve uygulaması bunun en önemli örneği olarak görülmektedir.
Lenin, Marksçı kuram kapsamında kendine özgü bir eylem anlayışı ve eylem biçimi geliştirmiştir. Lenin’in kendine özgü yaklaşımları ve eylem önderlik biçimleri, Lenincilik olarak adlandırılmıştır. Devrimci yapılanmalarda Marksçılık – Lenincilik birlikte benimsenmeye başlanmıştır. Ancak Marks’ın gelişme şemasıyla Lenin’in eylem anlayışı arasındaki ilişki, tartışma konusu olmayı sürdürmektedir. Leninciliğe karşı çıkanlar, Lenin’siz Marksçılık veya Lenin’siz Komünizm çerçevesinde eleştirilerini dile getirmişlerdir.
Marks’ın öngördüğü doğal aşamalar bir çıkarsamadır. Bütün kalkınma planları gibi, öngörüler de çıkarsamalara dayalıdır; bunlar, verilerin aynı kaldığı durumlar için geçerliliğini sürdürebilir. Bilimsel ve istatistiksel olarak ne kadar yetkin olursa olsun, veriler aynı kalmazsa, çıkarsama geçersiz olur.
Bütün kalkınma planlarının bazen başına gelen, Marks’ın öngörülerinin de başına gelmiştir; değişen veriler, öngörülen sonuçları değiştirmiştir. Planlamalarda bu tür durumlarda yeni verilere dayalı yeni öngörüler kurgulanır; buna yeniden yapılanma denebilir. Bu durum toplumsal dizgeler için de aynıdır; yeniden yapılanma olmazsa, öngörüler, gerçeklik tarafından yaşamın dışına atılır.
3.SEÇENEK ÜRETİMİ
Gerçeklik düzlemindeki gelişmeler, kuram-eylem bağlamında seçenek üretimini gerekli kılmıştır. Gerçeklik düzlemindeki gelişmeler kapsamında bugün Batıda bir sömürü düzeni vardır; bunlar sömürülenlerin artık değerini kendilerine aktarmaktadırlar; sömürü, ülkeler arası bir düzenek niteliği kazanmıştır ve bu durum genellikle ülke içi sınıf çatışmalarının da yerini almıştır. Batılı işçi sömürüye ortaktır ve sömürüden pay almaktadır. Sömürü, toplumsal öbek olarak işçi sınıfına indirgenen ve onunla sınırlı yalın bir konu olmaktan çıkmış, çeşitli toplumları bir bütün olarak içine alabilen, değişik toplumsal yapı ve öbeklerin çeşitli katmanlarında kendini ortaya koyabilen çok yönlü bir özellik ve işlev kazanmıştır. Bugün Batı sanayi toplumlarında işçi, zincirlerinden başka yitirecek bir şeyi bulunmayan bir durumda değildir; böyle bir çizginin geleceğe yönelik olarak uzatılabilmesine dayanak oluşturacak bir veri de bulunmamaktadır..
Kuram-eylem ilişkisi yol ayrımına gelmiş, Lenin seçimini eylem önceliği yönünde yapmıştır. Ortaya konan dizgenin sürdürülemez ve çökmek zorunda olduğunu Sultan Galiyev açıkça dile getirmiştir. Burada gerçeğin içkinleştirilmesi ve kuram-eylem bağlamında seçenek üretimi gereği gündeme gelmiştir.
Bu kapsamda Sultan Galiyev’in Marksçı dizgeye yaptığı katkılar önemlidir; onun yaptığı katkıları dikkate almayan bir Marksçı çözümleme eksik olur. Batılı işçinin sömürüye ortak olduğunu ve sömürüden pay aldığını ilk ortaya koyan kişi, Sultan Galiyev’dir. Başta içinde yer aldığı Tatar Türkleri olmak üzere, bütün Asya’daki Türklerin bir ulus olarak sömürüye konu olduklarını, bir ulus olarak proleter durumda bulunduklarını ileri sürmüştür. Bu saptamalar, Marksçı kurama yöntemsel olarak sömürüyü ulus düzeyinde de çözümleme olanağı vermiş, sömürüye karşı verilen savaşı gerçekçi temellere kavuşturup güncellemiştir. Bu durum, yurtseverliğin, sömürüye karşı yürütülen savaşta ne kadar büyük bir güç kaynağı olduğunu da ortaya koymuştur. Galiyev, Marksçı kurama, yaşamda gerçeklikle sınanmış olanaklar taşımıştır; onun gerçekliğe yabancılaşmasını ve yaşamın dışına itilmesini önlemeye yönelik katkılar yapmıştır.
Sultan Galiyev, Marksçı kurama yaptığı katkılar kapsamındaki ilk eylem uygulamalarını kendi yaşamında örneklendirmiştir. Kuramda olduğu kadar, eylemde de yetkinliğini ortaya koymuştur. Ekim Devriminde Kızıl Orduya komutanlık etmiş iki sivilden biri olmuştur. Lenin bu silah arkadaşını, ilk Sovyet Üniversitesine rektör olarak atamıştır. Burada ezberleri yineleyen değil, gereksinimlere çözüm üreten bir eğitim düzeni kurmaya çalışmıştır. Nazım Hikmet, Şevket Süreyya Aydemir bu üniversitede onun öğrencileri olmuşlardır.
Sultan Galiyev’in katkıları konusunda “bunlar zaten Marks’ta, Lenin’de var” vs gibi değerlendirmeler yapılabilmektedir. Bu, “Marks’takiler önceki materyalistlerde var” önermesine benzemektedir. Bunlar tek boyutlu yaklaşımlardır. Tek boyutluluk, dizgeselliği ve bütünselliği açıklayamaz. Sultan Galiyev’in kuramsal katkıları dizgesel ve bütünsel olarak özgündür.
Bu kapsamda Karl Marks’ın devrim için itici etken olarak İngiliz işçi hareketini değil, İrlanda kurtuluş hareketini görmesi, Marks’ın kendi dizgesi ve yöntemi içinde açıklanamaz. Lenin’in ulusların kendi yazgılarını belirleme hakkını, azınlıklar örneğinde Rusya içindekiler için geçerli sayıp Avusturya içindekiler için geçerli saymaması, marksist dizge ve yöntemin dışında bir konudur.
Proleteryanın iktidarı, Marksçı hareket için bir ilkedir. Burada Marks’a ve Lenin’e ait iki örnek, bu ilkenin dışındadır; örnekler, genellenemez niteliktedir ve bir ilke niteliği taşımamaktadır.
Proleteryanın iktidarı ilkesine, sonuna kadar bağlı kalan Sultan Galiyev’dir. İçinde yaşadığı ulusun tamamının proleter durumda olduğunu ifade etmiş, çelişki çözümlemesini sınıf düzeyinden ulus düzeyine taşımıştır; enternasyoneli ise, ezilen ulusların birlikteliği olarak nitelemiştir.
Marks’ın ve Lenin’in bazı izleyicileri, bu örnekleri dizge ve yöntem olarak irdelemek yerine, genellikle onların uygulamalarında bu örneklerin varlığını yeterli görmekte, bu durum söz konusu izleyicileri dogmacı ardıllar konumuna itmektedir.
Burada ortaya konan bazı bulguların dizgesel ve yöntemsel olarak eleştiri konusu olması, Marks’ı ve Lenin’i önemsizleştirmez; çünkü onlar burada işaret edilen bazı yanlışlardan ibaret değildir; yaptıkları pek çok katkı, kalıcı niteliğini korumaktadır. Burada sınırları baştan tanımlanmış bir alan içindeki gerçekler irdeleme konusu yapılmaktadır.
Marksçı kurama dayalı Sovyet Devriminin başına gelen en büyük felaket, Stalin olmuştur. Stalin’le birlikte Sovyet devrimi kendine yabancılaşma sürecine girmiştir. Devrimin bütün kadrosu Stalin tarafından tasfiye edilmiştir. Pek çok halk toplu sürgüne gönderilmiştir. Stalin adı, ölümle birlikte anılmış, tarihin kaydettiği en vahşi insan kasabı olarak tanınmıştır. Pek çok konuda Batının Doğudaki işbirlikçisi olmuştur. Sözgelimi Türkiye’den toprak isteminde bulunmuş, bu durum Türkiye’nin NATO’ya girmesinin gerekçesi yapılmıştır. Bu dönemden sonra Türkiye bağımsızlıkçı politikalarından ödün veren bir sürece sokulmuştur.
Sultan Galiyev, Stalin tarafından tutuklattırılıp dünyanın en ağır işkenceleriyle karşılaşmış ve öldürülmüştür. Ağır işkenceler altında ifadeleri alınmış, saygınlığına saldırı yapılmak istenmiştir; bu ifadelerin ne kadarı kendinin, ne kadarı uydurma bilinmemektedir; kendinin görünenleri de ne ölçüde benimsediğini ve ne ölçüde benimsemiş gösterildiğini bilmek olanaksızdır.
Galiyev, yazın alanının pek çok türünde yetkin düşünce ve sanat ürünleri üretmiştir; bunlar bilgi ve veri olarak ortadadır. Dünyanın her yerinde, işkence altında alınan ifadeler geçerli sayılmazlar; bir bilgi veya veri olarak kullanılmazlar. Ancak pek çok olayda istisnalar vardır ve bu konuda da istisnalara rastlamak olası görünmektedir; bu istisnalardan bazıları bu ifadelerden Galiyev aleyhine malzeme elde etme çabasını sürdürmüşlerdir; bunlar Galiyev’e işkence yapıp öldürenlerin cephesinde yer alanlardır, işkencecilerle amaç birliği içinde olanlardır; bunlar genellikle kriptodurlar ve kesinlikle Türk düşmanıdırlar.
Onlar, ırkçılığa karşı görünürler, gerçekte azınlık ırkçısıdırlar; barışçıl ve insancıl görünürler, gerçekte emperyalizmin barışı ve insancıllığı olanaksız duruma getirmesinin araçlarıdırlar. O nedenle, Sultan Galiyev’e olumsuz yaklaşımda bulunanların bu durumu, tekil değildir; onların Türklüğe başka konularda da olumsuz yaklaşımları vardır ve bunlar arasında bir korelasyon bulunmaktadır.
Ekim Devrimiyle Sovyetlerde kurulan dizgenin, bütün toplumcu dizgeler gibi, temel ilkesi ve dayanağı, gereksinim kadar üretim idi. İlerleyen süre içinde üretim, gereksinimlerden fazla yapılmaya başlandı. Fazla üretimin dizge içindeki ülkelere sözgelimi Bulgaristan’a satılarak kar elde edildiği bir uygulamaya geçildi. Burada dizgenin kendi karşıtına dönüştüğü görülmektedir; çünkü kar kapitalist dizgeye özgüdür. Bu durum, Sovyetlerdeki dizgenin özünden yara aldığını göstermektedir. Bu yara sağaltılamamış ve Sovyet düzeni çöküşe geçmiş, çöküş 1989’da tasfiyeyle sonuçlanmıştır. Burada sosyalist kültür anlayışının bırakılıp Rus kültürünün onun yerine oturtularak çeşitli halk topluluklarının desteğinin yitirilmesine yol açılması da ayrıca Sovyet düzeninin çöküşüne önemli katkı yapmıştır.
Bu örnek, bağımsızlık mücadelesi sonrası kurulan bazı düzenlerin devletçi/sosyalist nitelikte olmamasını, uç ölçeklerle olumsuzlayan yaklaşımların, gerçeklikle sınanması sonucu geçersizliğini ortaya koymuştur. Dizge karşıtına dönüştüğünde veya karşıtına dönüşme olasılığını bir güç olarak içinde taşıdığında onun adının önemi yoktur. Önemli olan bağımsızlıkta sürekliliğin sağlanmasıdır; bunu sağlayan etkenler her durumda ve her koşulda yeniden üretilmelidir.
Bağımsızlık bir kez elde edildiğinde sürgit kullanılan bir olgu değildir; güç, emek ve istençle her adımda yeniden yakalanmalı ve yeniden gerçekleştirilmelidir. Bu süreç çok etmenlidir; önemli olan, doğrultu, amaç ve ilkeleri koruyarak savaşımı sürdürmektir. Geçiş ve kuruluş dönemlerinin kendine özgü sorunlarının kendine özgü çözümleri vardır; bunlar bir sonraki aşamaya taşıyıcı niteliktedir; sözgelimi Lenin, Ekim Devriminden sonraki geçiş ve kuruluş aşamasına ilişkin bazı durumlarda geri adım atılmasa bütün kazanımları yitirme riskiyle karşılaşmaktan söz etmektedir; elbette buradaki geri adım, ileri adımlar atabilmek amacıyla güç biriktirmeye yöneliktir; burada ilkesel olarak, yapılanların dizgesel ve yöntemsel bir kapsamda yürütülmesi sağlanmış olmalıdır.
4. YABANCILAŞMA DÖNGÜSÜ
Marksçı kurama dayalı sosyalist uygulamaların Türkiye örneği üzerinde neler söylenebilir? Bu sorunun yanıtını ana çizgileriyle ‘yabancılaşma döngüsü’ başlığı altında toplamak olanaklı görünüyor.
Marksçı kurama ilişkin yapıtların tercümesi yoluyla yapılan yayınların Türk düşünce yaşamına önemli katkılar yaptığı görülmektedir; ancak Türkiye’de sol, dünya sol düşüncesine katkı yapacak nitelikte bir gelişmişlik sağlayamamıştır. Türkiye’deki sol, uluslar arası düzeyde bir sosyalist düşünür çıkaramamıştır. Dünya 68 kuşağının yarattığı dalganın Türkiye’ye de yansımaları olmuş, ancak bundan Türkiye’ye özgü bir çizgi oluşturulamamıştır.
Eylemler, yeterli örgütsellik, deneyimsellik, katılımsallık ve kitlesellik kazandırılamadan başlatılmış, eylemi yapanlar kısa sürede tasfiye edilmişlerdir. Bu tasfiyelerde provokasyonların, NATO’nun gladyo yapılanmasının payı bugün de yeterince aydınlatılmamıştır.
Belli ailelerin oluşturduğu oligarşik yapı, sol ideolojilerin denetimi ve işlevsizleşmesinde etkili oldu.
Türkiye’de sol, Marksçı kuramla ülkenin sorunları arasında bağ kurup kuramın sorunlara nasıl çözüm getireceğini yeterli olarak gösteremedi; gerçeklikle bağı kopmuş söylemler gündemde daha çok yer buldu ve geniş kitlelerin katılımı sağlanamadı.
Türkiye’de Avrupa’daki soldan yaptıkları aktarımlarla göreli bir düzey yükselmesi sağlayan solun bazı öbekleri, dar bir çevre ile kendilerini sınırlandırdılar; yaptıkları, seçkinci bir düşünsel çevre yanlılarının kişisel doyumunu sağlamak olarak göründü. Bunlar daha sonra küreselleşme kapsamında yer aldılar; küreselleşmenin özelliklerini benimsediler.
Türkiye’de bazı sol çevrelerle bazı muhafazakar çevreler arasındaki iletişimde gelişmeler gözlemlendi; bunlar arasında, var olan resmi düzene ve dizgeye karşıtlık, ortak payda olarak yeterli görülmüştür.
Türkiye’de Leninsiz komünizmi kendine konu edenler, bu konuyu nesnel bir yaklaşımla yeterli biçimde irdelememişler, Lenin’e yönelik ciddi bir eleştiri yapamamışlar, Marks’ın şemasının geçerliliğine ilişkin bir çözümleme gerçekleştirememişlerdir. Lenin için saldırgan bir biçimde olumsuz söz söyleme çabası içinde olanlar, Stalin için olumsuz değerlendirme yapma konusunda isteksiz ve çekingen davranmışlardır. Sultan Galiyev’i gündem dışı tutmuşlar, fırsat bulunca da saldırmışlardır.
Türkiye’de kendini Marksçı öbek içinde kabul eden pek çok kimse, bu öbek içinde yer almanın gereğini Marks’ın kitaplarında yer alanları dogma verisi biçiminde benimsemek olarak anlamış ve uygulamıştır; bu durum, Marksçılık adına Marksçı kurama ve Marksçı yönteme yabancılaşmayı temsil etmektedir.
Sömürgeciliğin sınıf düzeyindeki varlığının sınırlandığı, ulusal düzeydeki varlığının arttığı bir evrilmeyi, Galiyev’in çözümlemelerinden sonra bütün insanlık izleme olanağına kavuşmuştur. Bu evrilmeden sonra, sınıfsal düzeyle sınırlı yapılan çözümlemenin, ulusal düzeyde ve büyük ölçekli yapılan sömürüyü örtmeye veya gizlemeye yaradığı kuşkusuzdur. Türkiye’de bazı sol kesimlerin vatansızlık anlayışı, konunun bir bütün olarak görülmesini engellemiştir; onların çoğu sömürgecilere karşı ortak bir cephe içinde yer almamışlardır. Yeni somut durumlar, yeni seçimler yapmayı gerektirmiştir; ya sömürgeciliğin yeni biçimine de karşı savaş vermek üzere Galiyev’lerin yanında, ya da sömürgecilerin yanında olmak durumu vardır. Bugün bütün dünyada sömürgeciliğe karşı ulusal düzeyde örgütlü bir savaş yükselişe geçmiştir; Galiyev’in temsil ettiği cephe her geçen gün güçlenmektedir. Bu koşullarda bazı sol kesimler, sömürgecilerin yanında yer almışlar ve Galiyev’in vatanseverliğinden rahatsız olmuşlardır.
Türkiye’de alt gelir öbeğindekilerin ve yoksulların sağda, üst gelir öbeğindekilerin ve zenginlerin solda yer aldığı saptaması yapılmış ve bu saptamaya dayalı olarak sağda yer alanların solda, solda yer alanların sağda yer alması gerektiği ileri sürülmüştür. Ancak bunlar sloganlar düzeyinde kalmış, yeterli bir açıklama ve çözümleme konusu yapılmamıştır. Burada, sonuçtaki gerçeğin, Marksçı kuramı doğrulamadığı konusu da yer almaktadır. Marksçı kuramı doğrulamayan durumlar uluslar arası Marksçı yazında da ele alınmıştır; yanlış bilinç kavramı bu tür durumları açıklamak için kullanılmıştır. Marksçı kuramı doğrulamayan durumların, toplumsal öbeğin yanlış bilincine dayalı olarak ortaya çıkan sonuçlar biçiminde açıklandığı görülmektedir. Bu açıklama biçiminin kendisi de Marksçı kuram açısından bir sorundur; çünkü açıklamayı belirleyen yanlış bilinç Marksçı kurama göre bir üst yapı ürünüdür; bir üst yapı ürününe belirleyicilik görevi yükleyen böyle bir açıklama biçiminin Marksçı yöntemin dışında kaldığı kuşkusuzdur.
Toplumsal öbeklerin Marksçı kuramın öngördüğü yerde durmamasının örnekleri, solculuğun zengin çocuklarının eğlence tadında bir uğraşı alanı olmasıyla sınırlı değildir. Bir üst yapısal kurgu olarak, küresel sömürgeci odaklarda kurgulanan her türlü azınlıkçı, ayrılıkçı, bölücü örnekler sol kapsamda yer almışlardır; bunlar, ülkede, içinde yer aldıkları sol yapının Marksçı yönteme yabancılaşmasına yol açmışlardır.
Bazı sol öbektekilerin söylem içeriklerinin bazılarıyla Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) söylem içeriklerinin bazıları arasında benzerlikler görülmektedir. Bunlar Türk yerine Türkiye’lilik, İstiklal Savaşında düşmanla birlikte azınlıklara karşı da savaşıldığı yerine azınlıklarla birlikte düşmana karşı savaşıldığı, milletin kendine özgü bir bütün olduğu yerine çok etnikli bir yapı olduğu, milletin siyasal örgütlenmesiyle devletin oluştuğu yerine devletin milleti yarattığı, milletteki benzerlikleri korumak yerine organize milyonluk büyük göçlerle farlılıkların artmasını olumlama, milli devleti güçlendirmek yerine Ortadoğu’da kurulacak federasyona katılma, sömürgeci odakların kurduğu yapılarla mücadele etmek yerine sömürgeci odakların kurduğu yapıların yanında yer almayı antiemperyalist bir tutum olarak gösterme, ulusallığı güçlendirmek yerine ulusallık adına ulusallığı tasfiye etme yaklaşımları biçiminde özetlenebilir. Burada antiemperyalist mücadele kavramı, bütün bunları içine alacak bir şemsiye kavram olarak sunulmaktadır. Ancak, sömürgeci odakların cephelerinde yer alarak yürütülen bir antiemperyalist mücadele tarihin belleğinde yer almamıştır.
Türkiye’de kendini sol olarak kabul eden bazı çevrelere ilişkin burada ortaya konan saptamalar, onların Marksçı kuram kapsamında sol bir yapı kazanmasını ve sol bir yapı olarak gelişmesini önleyen önemli öğeleri oluşturmuştur.
SONUÇ
Ekim Devrimi veya Sovyet Devrimi ve bu devrimle gerçekleştirilen sosyalist uygulama, insanlık tarihinin büyük deneyimi olarak değerlendirilmelidir. Bu deneyim, büyük bir insanlık laboratuarı niteliğindedir; bu laboratuarda yapılacak çalışmalar, alınacak dersleri ortaya koyabilir. İlk ders, tek odaklı dünya düzeninin saldırganlık düzeyinin artmasını gözlemleme konusunda olabilir. Kapitalist ve sosyalist düzenin birlikte oldukları bir dünyada, sömürgeci yapılar saldırganlıklarının sınırlamak zorunda kalmışlar, kendi yanlarına çekmek için çevrelerine daha olumlu davranmak gereği duymuşlardır. Sosyalist düzenin devreden çıkmasıyla, kapitalist düzenin tek başına kaldığı bir dünyada saldırganlıklar artmış, toplumlar her geçen gün daha istikrarsız ve huzursuz bir ortama doğru sürüklenmeye başlamıştır. Kapitalizm ve sosyalizm deneyimleri, dünyada üçüncü yol arayışlarına yol açmıştır; bu arayış güçlenerek sürmektedir.
Sosyalist dizgedeki kuram-eylem bağlamında başlangıçtaki seçimler ve bunun aynı yönde sürdürülmesi, sorunlara kaynaklık etmiş ve Sultan Galiyev’in öngördüğü biçimde çöküş kaçınılmaz olmuştur. Sosyalist dizgede Sultan Galiyev’in ‘’ulus’’u veri olarak alan seçeneği, ilgi konusu olmayı sürdürmektedir.
Galiyevist dizgeyle Kemalist dizge arasında ulus, bağımsızlık, özgürlük, antiemperyalizm, sömürgeci olmayan ulusların işbirliği ortak kavramlardır.
Galiyevist dizgenin amacını gerçekleştirme savaşımı yarım kalmıştır; Kemalist dizge amacını gerçekleştirme savaşımını utkuyla ve devrimle sonuçlandırmıştır.
Kemalist dizge, Bilge Kağan’ın devlet anlayışını güncelleyerek Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Kemalist dizge, yeryüzündeki bütün dizgelerden ayrı, kendine özgü ve özgün bir dizgedir. Kemalist dizge, Türkiye’ye özgüdür ve ulusaldır; gerçekleştirdiği Türk Kurtuluş Savaşı ile bütün dünya uluslarına emperyalizmin yenilebileceğini gösteren antiemperyalist bir örnektir ve evrenseldir. Ulus hakları ile insan hakları aynı dizge içindedir; bincisinde ulusallık, ikincisinde evrensellik vardır ve ikisi aynı öbekte birleştirilmiştir; ulusal olunmadan evrensel olunamayacağı temel ilkedir ve ulusallık yoluyla evrensellik, benimsenen yöntemdir.
Galiyevist ve Kemalist dizgelerin ulus, bağımsızlık, özgürlük, antiemperyalizm ve sömürgeci olmayan ulusların işbirliği ilkeleri, dünyada umut ışıkları olarak yol göstericilik işlevini sürdürmektedir.
_________________________________________________________________________
*04.04.1998’de Türkiye Bilim Kurumu’nda verilen konferansın metnidir; 01.02.2019 ve 14.04.2022’de güncellenmiştir.