TKP Genel Sekreteri Okuyan'dan Türkiye'nin bölgesel politikalarına dair değerlendirme

Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan, X üzerinden yaptığı paylaşımlarla Türkiye’nin bölgesel politikalarına ve bu politikaların ideolojik temellerine dair önemli değerlendirmelerde bulundu.

12punto

Okuyan, “Genişlerken Gevşemek” başlıklı paylaşımlarında, Yeni-Osmanlıcılık anlayışı, iktidarın genişleme arayışı ve emperyal projeler arasındaki bağlantıları kapsamlı bir şekilde ele aldı.

Okuyan, iktidarın “bölgesel güç” olma hedeflerinin arkasında hem kapitalist çıkarların hem de ideolojik referansların birleştiğine dikkat çekti. Türk-Kürt eşitliğinin uzun yıllar gündeme alınmamasına karşın, şimdi bölgesel iddialar bağlamında ele alınmasının çelişkili bir yaklaşım olduğuna vurgu yaptı. Bu çerçevede, hükümetin hem Kürt sorunu hem de bölgesel tehdit algısını kullanarak yeni bir çözüm süreci girişiminde bulunduğunu belirtti.

“İsrail Türkiye’ye saldırabilir” şeklindeki söylemler ve iktidara yakın kalemlerin “Kürtleri neden İsrail ve ABD’ye bırakalım” yönündeki yazılarına atıfta bulunan Okuyan, din kardeşliği söyleminin bu politikaların “tutkalı” olarak öne çıkarıldığını ifade etti. Bu anlayışın Suriye savaşının ilk dönemlerinde AKP ile PYD arasındaki görüşmelerde de benzer şekilde görüldüğünü belirtti.

Yeni-Osmanlıcılık: Emperyalizmin Yerli Bir Türevi

TKP Genel Sekreteri, Yeni-Osmanlıcılık politikasını Türkiye kapitalizminin genişleme arayışlarıyla bağlantılandırarak, bunun ABD menşeli Büyük Ortadoğu Projesi’nden esinlendiğini ifade etti. Bu anlayışın emperyalist saldırganlığın bir türevi olduğunun altını çizen Okuyan, bu nedenle Suriye’deki dönüşümün tek bir aktörle açıklanamayacağını, aksine bu süreçte birçok güç arasında bir işbirliği olduğunu belirtti.

Muhalefeti de eleştiren Okuyan, iktidarın "bölge gücü oluyoruz" iddialarına karşılık muhalefetin yalnızca "olamazsınız, boyunuz yetmez" diyerek alaycı bir yaklaşım sergilediğini belirtti. Ancak, Türkiye kapitalizminin hafife alınmaması gerektiğini vurgulayan Okuyan, ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının sermaye sınıfı tarafından talan edildiğini ve yoksulluk üzerinden güç kazandığını söyledi.

'Gevşeyen ve Varlığı Sorgulanan Bir Ülke'

Okuyan, Türkiye kapitalizminin hem güçlü hem de zayıf yanlarını barındırdığını vurgulayarak, iktidarın bu zayıflıkları aşmak için “atak” yapma iddiasında olduğunu ifade etti. Ancak, bu tür politikaların ülkeyi bir kurtlar sofrasına dönüştürdüğünü belirtti:

“Türkiye önemli bir güçtür ama genişleyen bir Türkiye aynı zamanda gevşeyen ve varlığı sorgulanan bir ülke olacaktır. Emperyal hedefler, emperyalist hafızayı canlandırır. 1919-1923 o kadar da uzak bir tarih değil.”

Cumhuriyetçi Birikim ve Sınıfsal Mücadele

Suriye’de yaşananların ardından Türkiye’deki Cumhuriyetçi birikimin sınıfsal bir zeminde yeniden yapılanması gerektiğini belirten Kemal Okuyan, mevcut düzenin toplumun büyük kesimlerini yoksulluğa mahkum ettiğini ve ciddi bir talan süreciyle varlık kazandığını ifade etti.

“Türkiye’deki Cumhuriyetçi birikim ya eski koordinatlarında ısrar ederek Türkiye’yi yok edenin holdingler düzeni olduğu gerçeğini görmezden gelmeye devam edecek ya da sınıfsal zeminde kendini yeniden kuracak. Sabahtan akşama “tuzak kuruluyor” diyerek ne tuzaktan korunur ne esenliğe çıkılır. Kapitalizmden daha belalı, daha etkili bir tuzak olabilir mi?.”

Büyük Sermayenin Çizgisine Karşı Mücadele Hattı

Son olarak, emperyalist saldırganlık ve projelerle mücadeleye daha fazla önem verilmesi gerektiğini belirten TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, Yeni-Osmanlıcılığın büyük sermayenin çizgisi olduğunu vurguladı. Kapitalizmin yarattığı tuzaklara dikkat çekerek, günü kurtarmaya yönelik politikaların çözüm olmadığını ifade etti:

“Hiçbir şey olmamış gibi davranıp yerle bir edilmiş bir mücadele hattının içinde mevzilenmek herhalde en korkunç tercih olacaktır.”

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan'ın açıklamalarının tamamı şu şekilde:

Genişlerken gevşemek… (1)

İktidarın dilinde bölgesel iddialar, büyüyen, güçlenen bir Türkiye var. Resmi ağzıların dışına çıkıldığında buraya bir “genişleme” isteği ekleniyor. Zaten önde gelen isimler de her fırsatta bunu ima ediyorlar.

Yıllarca hiç gündem edilmeyen Türk-Kürt kardeşliği ve eşitliğinin bu bölgesel iddialarla beraber ele alınması gerektiği ortada. Zaten “asla yeni bir çözüm süreci olmadığı” ısrarla belirtilen “isimsiz ve niteliksiz” sürecin başlama vuruşunda da “Türkiye’ye dönük dış tehdit var” anonsu yapılmıştı. Sonra adres gösterildi, İsrail Türkiye’ye saldırabilirdi.

İktidara yakın birçok kalem “Kürtleri neden İsrail ve ABD’ye bırakalım” türünden yazılar yazdı. Türkiye oyun bozabilir ve bölgesel ağırlığını artırabilirdi. Bu işin tutkalının din kardeşliği olacağı özellikle vurgulanıyordu. Bu vurguyu DEM çevresinden birçok kişi öteden beri yapıyordu zaten.

Suriye savaşının ilk döneminde AKP ile PYD arasındaki görüşmelerin merkezinde de bu durmuyor muydu? “Birlikte bölgesel bir güç olalım”. İmralı’da bu konuşuldu, Salih Müslüm ile bunun pazarlığı yapıldı.

Konunun Kürt sorunu bağlamı bir yana, uzun bir süredir bu yaklaşımı Yeni-Osmanlıcılık olarak adlandırıyoruz. Türkiye kapitalizminin kabına sığamaması ve yayılma ihtiyacı duyması ile AKP’nin ideolojik referanslarının birleşmesinin ürünü bu.

Liberallerin Cumhuriyet’in bir gerileme olduğu tezi, İslamcıların yüz yıllık parantez demesi… Bahçeli yeni yıl mesajında, Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinde atlayarak  “Türkiye iki asırlık ağırlığından kurtuluş için inisiyatif almıştır” derken referansı Osmanlı değil midir?

Bütün bunlar böyledir ama Yeni Osmanlıcılık, ABD menşeli Büyük Orta Doğu projesinden feyz almıştır. Bu anlamda emperyalist saldırganlığın bir türevidir. Oradan rol almaya çalışmaktır. Öyleydi ve bugün de öyle.

Bu nedenle Suriye’de yaşanan hızlı dönüşümün temelde kimin eseri olduğu sorusu anlamsızdır. Kimileri Türkiye diyor, kimileri İsrail, kimileri ABD, kimileri İngiltere… Oysa, hepsi içindedir ve kendi aralarındaki rekabete ve sürtünmeye rağmen ortak bir sonuç elde etmişlerdir.

Ya bundan sonrası?

İktidar “bölge gücü oluyoruz” derken muhalefet “olamazsınız, boyunuz yetmez, tuzağa düşüyorsunuz” demekte. 

Değişen bir şey yok. İktidar böbürleniyor, muhalefet ise alay ediyor.

Oysa… Türkiye kapitalizmini kimse hafife almamalı. Onun iç dinamikleri, potansiyeli önemsenmeli. Nasıl önemsenmesin? 80 milyonluk ülkenin büyük çoğunluğunu yoksulluğa mahkum ederek, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini, akla gelebilecek her şeyi talan edip yutarak ve iktidarların sınırsız desteğini alarak ciddi bir güce ulaştılar. 

Bu Türkiye değil, Türkiye sermayesidir. Onlardan çaldıkları her şeyi geri aldığımızda, kardeşçe, eşitlik içinde yaşanacak bir Türkiye’den söz edeceğiz. 

Ancak bugün Türkiye kapitalizmini de bölge gericiliği ile eklemlenen Yeni-Osmanlıcılığı da kimse hafife almasın.

(…)

Genişlerken gevşemek (2)

(…)

Kapitalist Türkiye gücü ve zayıflığı aynı anda barındırır. Bütün ülkeler için geçerli olan bu durum AKP’nin “atak yaparak zayıflıklardan kurtulma” demagoisiyle ilginç bir hal almıştır. Kimileri bunda samimi olabilir. Kimileri ise… Bile isteye…

Bir kez daha ABD be NATO ile bir rezonans yakaladılar. İran’a kadar yolu var bu gerilimli işbirliğinin.

Sonra… 

Sonrasında bu bölgenin Türkiye kapitalizmine terk edileceğini düşünenler hayal görüyorlar. Burası gerçek kurtlar sofrasıdır. 

Türkiye önemli bir güçtür ama “genişleyen bir Türkiye” aynı zamanda gevşeyen ve varlığı sorgulanan bir ülke olacaktır. 

Emperyal hedefler emperyalist hafızayı canlandırır. 1919-1923 o kadar da uzak bir tarih değil. Unutulmadı.

Şimdi bu koşullarda yapılacak en aptalca iş Türkiye güçlü mü değil mi ekseninde tartışmaktır. Tuzaktır, değildir. Geçiniz

Bugün yaşamı kasvete boğan bir toplumsal düzenden hayırlı bir şey çıkmayacağı bilinmiyor mu? Daha ne kanıt bekleniyor? Ya da emperyalist müdahalelerden bir hayır gelebilir mi?

Bir ara not olarak söylüyorum, Suriye’de yaşananlardan sonra Türkiye’deki Cumhuriyetçi birikim ya eski koordinatlarında ısrar ederek Türkiye’yi yok edenin holdingler düzeni olduğu gerçeğini görmezden gelmeye devam edecek ya da sınıfsal zeminde kendini yeniden kuracak. Sabahtan akşama “tuzak kuruluyor” diyerek ne tuzaktan korunur ne esenliğe çıkılır.

Kapitalizmden daha belalı, daha etkili bir tuzak olabilir mi?

Emperyalist saldırganlık ve projelerle mücadeleyi daha fazla ciddiye almamız; Yeni Osmanlıcılığa içerilen ideolojik ve siyasi çizginin büyük sermayenin çizgisi olduğunu hiç akıldan çıkarmamamız gerekiyor.

Hiçbir şey olmamış gibi davranıp yerle bir edilmiş bir mücadele hattının içinde mevzilenerek günü kurtarmaya çalışmak ise herhalde en korkunç tercih olacaktır.