Avrupa'da yükselen aşırı sağ... Fatih Yaşlı: 'Ukrayna-Rusya savaşı Avrupa'da Nazizm'i yeniden hortlattı'
Avrupa’da aşırı sağın yükselişi sürüyor. İtalya’da radikal milliyetçi tutumuyla öne çıkan Meloni’nin 2022’de iktidara gelmesinden iki yıl sonra, Fransa ve Almanya’da aşırı sağ hiç olmadığı kadar güçlü.
Suat Tekin
Suat TEKİN - 12punto.com.tr
Ipsos, Ifop ve BVA Xsight gibi araştırma şirketlerinin verilerine göre, Fransa’da aşırı sağcı Marine Le Pen gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanabilir. Partisi Ulusal Birlik(RN), yayınlanan anketlerin hepsinde diğer partileri geride bırakıyor. Hollanda’da da İslam karşıtlığıyla bilinen Geert Wilders, geçtiğimiz aylarda bir sürprize imza atarak başbakanlığı almıştı. Avusturya, Macaristan ve Sırbistan’da da batıdaki komşularıyla aynı çizgide bir milliyetçilik anlayışına sahip olmasa da, otoriter politikalarıyla nam salmış hükümetler görevde.
Avrupa çapında aşırı sağın ve milliyetçi akımların yükselişi 2010’ların başından bu yana bir tartışma konusu. 2017 yılında Macron, Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimini kazandığında, aşırı sağ akımların gerileme dönemine girdiği yorumları medyada ve akademide ağırlık kazanmıştı. Ancak 2020’lere gelindiğinde, aşırı sağın geçmişte hiç olmadığı kadar güçlü bir hale gelmeye başladığı görülüyor. Doç. Dr. Fatih Yaşlı, Avrupa’da yükselen aşırı sağ ve Avrupa siyasetinin geleceğiyle ilgili tartışmaları 12punto'ya değerlendirdi.
Yaşlı, Avrupa halklarının yaşanmakta olan krizlerde neoliberalizmin rolünün farkında olduğunu, ancak kapitalizmden çok komplo teorilerine odaklanıldığını belirtiyor.
'EKSİK SINIF BİLİNCİ'
Yaşlı, milliyetçi akımların Avrupa'daki yükselişinin sebepleriyle ilgili şunları söyledi:
"Yaşanan sürecin kapitalizmin neoliberal evresi ve o evrenin yaşadığı kriz içerisine yerleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. 1970’lerin sonlarından itibaren Keynesçi refah devleti uygulamalarının yerini adım adım serbest piyasanın mutlak hâkimiyeti aldı. Buna ise sanayisizleşme, özelleştirmeler, sosyal devletin geriye çekilişi, esnek ve güvencesiz çalışma biçimleri eklendi. Kapitalizmin 2008’de başlayan ve aslında hala devam eden krizi ise tüm bunların tuzu biberi oldu, çünkü beraberinde ciddi bir işsizlik ve yoksulluk getirdi. Bugün Avrupa halkları yaşanan krizin gerisinde neoliberalizmin krizinin bulunduğunu biliyor, faturayı da finans kapitale kesiyor, bu anlamda bir “sınıf bilinci” var ama eksik bir bilinç bu. Çünkü krizin sorumlusu olarak doğrudan kapitalizmi görmek yerine, kapitalizmin yarattığı birtakım fenomenlere odaklanılıyor. Örneğin küreselcilerden, küresel elitlerden, dünyayı yöneten birkaç aileden söz ediliyor ve buna çoğu zaman komplocu bir bakış açısının damgasını vurduğunu görüyoruz.
Yaşlı, milliyetçi akımların yükselişinin ömrüyle ilgili ise şunları ifade etti:
"Sağcılığın “anti-kapitalizmi” tarihsel olarak hep böyle işlemiştir: alt sınıfların tepkisini bir sistem, bir yapı olarak doğrudan kapitalizme yönlendirmez, bilakis o öfkeyi soğurmak adına “üretken olmayan sermayeye”, faiz lobisine, tefecilere, elitlere faturayı keser. Bu, kapitalizmin finansallaşmış halinin bir küresel komplo olarak algılanmasına yol açar ve beraberinde kaçınılmaz olarak milliyetçiliği getirir. Velhasıl, milliyetçiliğin yükselişini kapitalizmin krizinin içerisine yerleştirmek gerekir; ancak buraya bir şey daha eklemezsek tablo eksik kalır. O da Batı’da devrimci/ sosyalist bir solun ve güçlü bir sınıf hareketinin yokluğudur, solun ve sınıf hareketinin yokluğunda sağ, soldan rol çalmakta ve kapitalizme yönelik öfkeyi başka mecralara akıtmaktadır. Bu aynı zamanda sizin “bu yükseliş nereye kadar sürer” sorunuzun da bir yanıtıdır bana göre: Güçlü bir sınıf hareketi sahneye çıkmadıkça milliyetçi dalga devam edecektir. "
KRİZİN FATURASINI GÖÇMENLERE KESTİLER
Milliyetçi akımların güçlenmesinde küresel göç krizinin etkisi olduğu en sık dile getirilen iddialardan biri. Aşırı sağın yükselişinde göçmen krizinin etkisini de değerlendiren Yaşlı, krizlerin faturasının sisteme değil göçmenlere kesildiğini vurguluyor.
“Başka mecralar”ın en önemlisinin göçmenler ve sığınmacılar olduğunu söyleyebiliriz. Bakın tüm dünyada neredeyse elli yıldır gelir dağılımı alt üst edildi, “çevre” diye tabir edilen ülkeler daha da yoksullaştı. Özellikle Sovyetler Birliğİ’nin ve reel sosyalizmin tarih sahnesinden çekilişinin ardından küresel kapitalizm tüm dünyayı bir yağma alanına çevirdi. Irak, Afganistan, Libya, Suriye gibi ülkelere askeri müdahalelerde bulunuldu, iç savaşlar kışkırtıldı; tüm bunların sonucu çevre dediğimiz ülkelerden merkeze, yani Batı’ya yönelik yoğun bir göç dalgasının yaşanması oldu. Bu göç dalgası bir yandan emeğin fiyatını ucuzlatıp sınıfı böler ve sınıf siyasetini etkisizleştirirken, öte yandan da dinsel ve etnik çatışmaların zeminini güçlendirdi. Bugün Avrupa işçi sınıfı yaşadığı yoksulluğun gerisinde göçmenlerin olduğuna inandırılmış durumda ve öfkesi de buraya yönelik. Avrupa sağı da kitlelerin öfkesini bir sistem olarak kapitalizme yöneltmesini engelleyecek şekilde göçmen ve sığınmacı meselesini bir paratoner olarak kullanıyor. Yani kitleler yaşadıkları sefaletin faturasını sisteme kesmek yerine göçmenlere kesmeye başlamış durumdalar. Bugün hem Avrupa’da hem de ABD’de yükselen sağ popülist ve neo-faşist akımların hemen hepsinin merkezinde göçmen düşmanlığı bulunuyor; yeni bir ırkçı dalga bu zemin üzerinde yükseliyor."
‘TARİHİN SONU TEZLERİ TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE ATILDI’
Aşırı sağın en çok üzerinde durduğu kavramlardan birisi de küreselleşme. Özellikle Batıda küreselleşme bir dönem en popüler kavramdı. Türkiye’de de ulus devlet karşıtları sıkça küreselleşmeyi savunuyordu. Peki küreselleşme Batı’da hala etkili mi? Rafa kalktı mı? Yaşlı şu şekilde değerlendiriyor:
"Kapitalizmin küresel ölçekte entegrasyonunun derinleşmesi anlamında küreselleşme devam ediyor, kapitalizm bugün daha önce hiç olmadığı kadar “enternasyonal” bir karakter taşıyor. Bir ideoloji olarak küreselleşmeye gelince, orada işler biraz daha karışık. Küreselleşmenin insanlığı daha müreffeh, daha adil, daha özgür bir dünyaya doğru taşıyacağı yönündeki inanç çoktan ortadan kalkmış durumda. Yani örneğin Fukuyama’nın liberalizmin zafer sarhoşluğuyla yazdığı “tarihin sonu” tezleri tarihin çöplüğüne atıldı, kırk yıl öncesine göre çok daha eşitsiz ve kaotik bir dünyada yaşıyoruz ve artık hiçbir liberal ideoloğun insanlığa küreselleşme adına müjdeler verecek gücü, takati, yüzü yok. Ancak küreselleşme ideolojisinin taşıyıcısı olan sınıf, yani finansal sermaye, son derece güçlü bir şekilde yoluna devam ediyor. Biden’ı ve demokratları küreselciliğin asli aktörü olarak görebiliriz ve şu an izledikleri dünya siyaseti de buna uygun bir görünüm sergiliyor. Küreselciler ya da küreselleşmeciler kısa vadede Rusya’yı ve uzun vadede Çin’i kendilerine asıl rakip olarak görüyorlar ve Çin’in yükselişini durdurmak adına bir savaş riskini dahi aldıklarını, buna dair projeksiyonlar yaptıklarını biliyoruz. Ancak her şeyi kontrol edecek güce de sahip değiller, Trump’ın adım adım tekrar iktidara yürüyüşü bunu çok net bir şekilde gösteriyor."
NAZİZM YENİDEN HORTLADI
Avrupa sağı, geleneksel Rus karşıtlığına rağmen Ukrayna’ya destek vermekte demokrat partilerden daha gönülsüz. Ukrayna savaşının milliyetçiliğe etkisini değerlendiren Yaşlı, Nazizme yönelik bir sempati dalgası başladığını belirtti. Yaşlı, şunları dile getirdi:
"Aslında burada ikili bir durum var. Evet bir yandan sağ popülist partiler Ukrayna savaşını Amerikan demokratlarının başında bulunduğu küreselcilerin Avrupa’ya yönelik bir müdahalesi olarak görüyorlar ve bu nedenle savaşın arkasında durmuyorlar. Zaten Putin Rusya’sı da tıpkı ABD’nin “demokrasi” söylemi üzerinden Rusya’nın içine oynaması gibi küreselcilik karşıtlığı üzerinden Avrupa’nın içine oynuyor. Ancak öte yandan Ukrayna-Rusya savaşında Ukrayna tarafında çok ciddi bir neo-faşist paramiliter güç yığınağı olduğu için bu savaş bütün bir Avrupa’da Nazizm’i adeta yeniden hortlattı. Bir yandan liberal demokrasiler açıktan Rus ve komünizm düşmanlığı yapan bir tutum sergilerken bir yandan da Avrupalı neo-faşist akımlar özellikle svastika, kara güneş vb. sembolleri tekrar dolaşıma sokarak Nazizm’e yönelik bir sempati dalgası yaratmaya çalıştılar. Burada şaşırtıcı olmayan şey kapitalizmle faşizm arasındaki varoluşsal ilişkidir. Kapitalizm kriz dönemlerinde faşizmi kurtarıcı olarak çağırmaya meyillidir; şimdi de çok boyutlu bir kriz yaşanıyor ve kapitalizm bir kez daha faşizmi yardıma çağırıyor."
AKP’YE TEPKİLİ GENÇ KUŞAKLAR…
Avrupa’da yükselen milliyetçiliğin Türkiye’ye yansımalarını da değerlendiren Yaşlı, bu yeni milliyetçi dalganın henüz toplumsal bir akıma dönüşmediğini vurguladı.
"Türkiye’de Batı’daki siyasi gelişmeleri ve fikirleri okuyacak ve orada yükselen dalgayı buraya taşımayı isteyecek entelektüel kapasiteye sahip bir sağ akım yok; bu açıdan sağımız sahiden de “yerli ve milli.” Ancak şöyle bir durum var: Türkiye, hem ekonomik hem de toplumsal anlamda Batı’yla aynı süreci yaşıyor. Yani bir yandan çok ciddi bir bölüşüm krizi ve yoksullaşma var bir yandan da çok ciddi bir göçmen/sığınmacı meselesi var. Bu ise beraberinde Türk milliyetçiliği açısından yeni bir olguyu getiriyor: Türk milliyetçiliğinin “ötekisi” ve “beka sorunu” ilk kez göçmenler ve sığınmacıları merkeze alıyor, göçü öncelikli beka sorunu olarak görülüyor. Çünkü göçün Anadolu’yu Türksüzleştirmeye yönelik küresel bir planın parçası olduğuna inanılıyor ya da topluma böyle anlatılıyor. İşte kriz ve göçün bir araya gelişi Batı’dakine benzer yeni bir milliyetçiliği, ırkçı saikleri son derece güçlü ve Arap düşmanlığı nedeniyle seküler bir milliyetçiliği siyasi sahnenin yeni aktörü kılıyor. Özellikle AKP’ye tepkili genç kuşaklar, sosyalist solun zayıflığının da etkisiyle adeta bir moda akım gibi hızla bu yeni ırkçı milliyetçiliğin peşine takılıyorlar. Kendilerine tarihten yeni kahramanlar ve yeni düşmanlar buluyorlar, onları bugüne taşıyorlar. Ancak şu an için yükselen bu milliyetçi dalganın internetin dışına taşıp gerçek bir siyasal ve toplumsal akıma dönüşmediğini görüyoruz. Krizin boyutuna göre önümüzdeki süreçte bu milliyetçi dalgayı sanal dünyanın dışına taşmış bir şekilde görmemiz ise bana göre şaşırtıcı olmayacak."