125 kişi sağ kurtulmuştu: 6 Şubat depremlerinde çökmeyen binanın öyküsü
Hatay Antakya'da bulunan bir bina karbon lifli polimerle güçlendirilmiş, 45 yıllık bina 6 Şubat depremlerinde çökmemişti. Güçlendirme tekniğini geliştiren ekibin başında bulunan Profesör Doktor Güney Özcebe, tekniğin geliştirilmesi sürecini, avantajlarını, dezavantajlarını ve facia ihtimaline karşı nasıl kullanılabileceğini anlattı.
Utku Beycan
Hatay Antakya'da bulunan bir bina karbon lifli polimerle güçlendirilmiş, 45 yıllık bina 6 Şubat depremlerinde çökmemişti. Güçlendirme tekniğini geliştiren ekibin başında bulunan Profesör Doktor Güney Özcebe, karbonfiber güçlendirme yönteminin temellerinin Ortadoğu Teknik Üniversitesi başta olmak üzere, Kocaeli Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Patras Üniversitesi, Selanik Üniversitesi ve Makedonya'da bulunan bir enstitünün (IZIIS) işbirliği ile atıldığını vurguladı. Özcebe, yöntemin bilimsel olarak geliştirilmesinin bir ekip işi olduğunu söyledi. Yöntemin Antakya’daki yapı üzerinde uygulanmasının ise ODTÜ ekibinin yönetimi ve gözetimi altında gerçekleştirildiğini vurgulayan Özcebe, şu ifadeleri kullandı:
“Antakya’daki güçlendirme çalışmaları eş projeye sahip üç binadan oluşan bir sitede A2 blok olarak adlandırılan binada yapılmıştı. A2 bloğun güçlendirilmesinden sonra, A1 blok sakinlerinin de, kısıtlı imkanları ile binalarında A2 bloktaki uygulamadan aldıkları ilhamla, kısmi bir güçlendirme işlemi yaptıklarını, A3 numaralı blok sakinlerinin herhangi bir tedbir almadığını daha sonradan öğrendiğim. 6 Şubat depremlerinden sağlam çıkan A2 blok ve topyekün göçme yaşamadan depremi atlatan A1 bloktan yaklaşık 125 kişinin sağ kurtulmasını sağladık. Mesleki hayatımın en büyük başarısıdır”
'KENTSEL DÖNÜŞÜM VE GÜÇLENDİRME, ELE ALINMALI'
25 yıl önce İTÜ, Boğaziçi ve ODTÜ üniversitelerinin beraber bir çalışma yaptığını söyleyen Özcebe, bu çalışmada İBB için “İstanbul Deprem Master Planı” başlıklı bir rapor hazırladıklarını, kentsel dönüşümün bu planda yer alan araçlardan biri olduğunu vurguladı. Kentsel dönüşümün ve güçlendirme çalışmalarının, depreme dayanıklı şehirler için bir bütünün parçaları olarak düşünülmesi gerektiğini söyleyen Özcebe şu ifadeleri kullandı:
"Depreme dirençli kentler yaratabilmek için kullanabileceğimiz tüm araçları kullanmalıyız. Biz 25 yıl önceki planda depremden önce, deprem anında (bu süre arama kurtarma çalışmalarının bittiği zaman sonlanır) ve ardından iyileştirme süreçlerinde neler yapılması gerektiğini teker teker ele aldık. Bu raporda her şeyden önce, İstanbul'da yapılacak binaların o andan itibaren tekniğe uygun olarak yapılması gerektiği ve yapımların iyi denetlenmesi gerektiğini söyledik. O zaman İstanbul'da bir milyon bina vardı, bugün 1 milyon 400 bin yapı var. O günden bugüne kadar geçen süre içerisinde yapılan 400 bin yapı ise, hatırladığım kadarı ile, 2, 3 kez imar affı aldı. Böylelikle, İstanbul gibi bir büyük metropolde 2000’lerin başında resmi kaynaklara göre yüze 60’lar dolayında olan kaçak yapının yarattığı problem günümüzde yüzde 50 daha büyümüş durumdadır. Planda mevcut yapılarınsa hızlı şekilde güvenli, hasar görebilir ve güvensiz binalar olarak ayrıştırılması gerektiğini belirttik. Güvenli olanların güvenliğinin sürdürülebilmesi için düzenlemeler yapılmasını önerdik. Zira bugün güvenli olan bir bina zaman içinde kolonlarının kesilmesi vb. nedenlerle güvensiz olabilir. Diğer taraftan depremde hasar görebilecek binaların da hasar potansiyelinin belirlenmesi gerektiğini söyledik. Eğer binaların güçlendirilmeleri için yapılacak harcama, yapının yıkılması ve yeniden yapılması maliyetinin yüzde 30, 40'ını geçerse güçlendirmenin ekonomik bir çözüm olmayacağını belirttik. Güçlendirme maliyetlerinin bu limitlerin altındaki binalar içinse güçlendirmenin en uygun alternatif olacağını belirttik. Güvensiz yapıların yıkılmasını, aynı parselde/bölgede çok sayıda güvensiz yapı varsa bölgenin kentsel dönüşüme sokulması gerektiğini belirttik. Kentsel dönüşüm ve karbon lifli polimerle güçlendirme, farklı yapı sınıflarına hitap eden ve deprem dirençli yapılı çevre yaratmak için kullanılabilecek iki yaklaşım."
Hasar alabilecek yapılarda da binanın "hastalığının" tespit edilmesi gerektiğini belirten Özcebe, benzer durumlardaki binalarda farklı yöntemlerin uygulanması gerekebileceğini de sözlerine ekledi.
Lifli polimerle yapılan güçlendirmenin, bina içerisinde yıkım ve beton dökmek gibi rahatsızlık verici işlemler gerektirmeden, bina boşaltılmadan yapılabildiğini, bu şekilde belirli maliyetlerin ortadan kalktığını vurgulayan Özcebe, öte yandan büyük çıkmaları olan ya da alt katlarında boşluk bulunan binalarda karbon lifli polimer kullanılarak yapılacak bir uygulamanın deprem güvenliğinin tam tesis edilebilmesinin mümkün olmadığını söyledi.
Özcebe, bitişik nizam binalarda da karbon lifli polimer kullanımıyla yapılacak güçlendirmenin beklenen sonucu vermekte yetersiz kalabileceğini vurguladı. Buna neden olarak komşu binalarda güçlendirme yapılmaması durumunda bu binaların yaratacağı tehlikenin, güçlendirilmiş olan binanın güvenliğini ciddi şekilde tehlikeye sokabileceğini belirtti. Türkiye'deki binaların büyük bir kısmının bu grupta olduğu bilgisini verdi. Bu anlamda karbon lifli polimer uygulamaları ile yapılacak güçlendirmelerin kısıtlı bir bina popülasyonu için geçerli olacağını ifade etti.
'GÜÇLENDİRME YÖNTEMLERİ İLE ASBEST ÇIKMASI ENGELLENEBİLİR'
Özcebe, Antakya'da güçlendirilen binada karbon lifli polimer uygulamasının içinde seçili bölgelerde ve giriş katındaki kolonların tümünde yapıldığını, dış cephelerde ise seçili açıklıklarda betonarme duvarlar kullanılarak binaya yanal destek sağlandığını söyledi.
Güçlendirme yöntemlerinin, binaların yıkılması sonucu meydana gelebilecek asbest salınımını engelleyeceğini vurgulayan Özcebe şu ifadeleri kullandı:
"1980'lerden önce asbest kullanımı çok yoğundu. Dolayısıyla yıkılmayan her binanın asbestten korunma konusunda bir artısı olacaktır. Güvensiz yapıların çoğu eski yapılar ve asbeste karşı önlem alınmadan yapılan her yıkım bölgedeki insanların zehirlenmesi anlamına gelir"
'ANTAKYA'DAKİ BİNANIN YIKILMAMASI BİR DAYANIŞMA ÖRNEĞİYDİ'
Antakya'da güçlendirilen binanın, Dünya'da bina sakinlerinin tahliyesini gerektirmeden güçlendirilen ilk yapı olduğunu da söyleyen Özcebe, güçlendirme sırasında projecinin, müteahhitin, karbonfiber firmasının projede gönüllü olarak çalıştıklarını ve herhangi bir ücret almadan hizmet verdiklerini söyledi.
Antakya’da 6 Şubat depremlerinde yıkılmadan ayakta kalan bir dayanışma örneği olduğunu vurgulayan Özcebe, güçlendirme yönteminin maliyeti konusunda ise şunları söyledi:
"Bu maliyetleri çıkararak baktığımızda karbonfiberin o zamanki metrekare maliyeti 50 euro civarındaydı. Uygulamada toplam 60,000 euro ederinde karbon lifli polimer kullanıldı. Karbon lifli polimerleri bugün de benzer maliyetlerle temin etmek mümkün. Binaya dışarıdan yapılan betonarme duvar müdahalesiyle birlikte inşaatın o zamanki malzeme maliyeti, 120-130 bin euro civarındaydı. Bina bodrumla beraber 10 kattı. Son iki katı güçlendirme gereği duyulmadı"
'GÜÇLENDİRMENİN YANLIŞ YAPILMASINA KARŞI DİKKAT OLMALI'
Karbon polimer kaplama yönteminin savsak ve yanlış uygulandığı örneklerle karşılaştığını da sözlerine ekleyen Özcebe, karbonfiber satıcısından uygulayıcı firmalara kadar gerekli tüm kurumlarla iletişime geçtiğini söyledi. Özcebe, şu ifadeleri kullandı:
"Kurumlara '6 Şubat depreminde betonarme ile güçlendirilen binalar enkaz altında kaldı. Bu gidişle sonrakinde karbonfiber deprem altında kalacağa benziyor' dedim."
'DEPREM YÖNETMELİĞİ VE KENTSEL DÖNÜŞÜM DOĞRU UYGULANMALI'
Deprem yönetmeliğinin 90'lı yıllardan başlayarak çok ciddi revizyonlardan geçtiğini fakat yönetmeliğin fiilen uygulanmasında sıkıntı yaşandığını da belirten Özcebe sözlerine şu cümleleri ekledi:
"Ne denetleyen elindeki bilgisayarı alırsanız denetleyebilecek durumda, ne projeyi yapan elindeki bilgisayar alınırsa proje yapabilecek durumda. Yapı denetim kanunu çıktığından beri 20 küsur değişiklik geçirdi. Her değişiklikle bir boşluğu kapatıyorlar. Türkiye'de kâr için boşluk arayan ve bulduğunda hücum eden bir sektör var. Önemli olan düzgün bir deprem yönetmeliği yazıp hayata geçirmek fakat bu çok yavaş oluyor. Yerel yönetimlerin de burada sorumluluğu büyük. Seçimle gelen bir irade, konu bir devlet politikası haline gelmedikçe, büyük finansman kaynakları gerektiren bu alanda öncelikli olarak aksiyon almıyor. Öncelik, kaynakların, bir sonraki seçimi yeniden kazanmak için nasıl yönlendirileceğine veriliyor. Görevde kalacakları süre içerisinde ne zaman olacağı belli olmayan bir depreme karşı hazırlıklı olmak için yatırım yapılırsa ne kadar oy kazandırır ki? Bu yüzden konu üzerinde bölük pörçük çalışmalar yapılıyor ancak sonuçta parçalar bir araya geldiğinde bir artı bir iki etmiyor. Son 20 yılda Yapı Denetim Kanunu, Zorunlu Deprem Sigortası Kanunu gibi kanunlar çıkartıldı, İstanbul ve bazı büyük metropollerin zemin yapılarının mikro ölçekte nitelikleri belirlendi. Deprem yönetmeliği yenilendi, ama bugün hala bir gece ansızın çöken bina haberlerine uyandığımız sabahlar oluyor. Zira mevcut binaların sınıflandırılarak deprem risklerinin belirlenmesi için çalışmalar maalesef tamamlanamadı.
İstanbul Belediyesi 100, 200 bin binası için tanı koydu bildiğim kadarı ile ama bunun mevcudun tümündeki yapılar için mi geçerli olduğu bilgim dahilinde değildir. İstanbul’da bir buçuk milyon yapı var. Her bir binanın risk seviyesini belirlemek ve raporlamak için bir saat harcansa 8 saatlik mesai üzerinden bin deneyimli mühendisin yüz doksan gün kesintisiz çalışması gerekir. Böyle bir insan kaynağı maalesef yok belediyelerde. Buna mühendis yetmez. 1999 depremlerinden bu yana eldeki imkanlarla bu çalışmaları bugüne kadar tamamlayabilmek mümkünken biz ne yaptık? O günden bu yana ülkemizdeki çürük yapı stokunu arttırma konusunda çok başarılı olduğumuzu ispatladık. 6 Şubat depremleri bunun en güzel kanıtıdır. Kentsel dönüşüm lafına yapışıldığı gibi parlatıldı. Kentlerimizde nereler dönüştü? İstanbul'da Bostancı, Ankara'da Bahçelievler vb. bölgelerde yaygın kentsel dönüşüm uygulamaları var. Bu dönüşümlerin ne kadar planlı yapıldığı konusu da bir başka cevapsız kalan sorudur. Ne kadarı kentlerimizin deprem güvenliğini artırmaya yönelikti? Yapılan uygulamaların ana amacı risk azaltma mıydı? Bu sorulara iç rahatlatıcı cevaplar verebilmek ne kadar mümkün sorusunun cevabını sizlere bırakıyorum. Kanımca kentsel dönüşüm deprem tehlikesi yüksek bölgelerdeki deprem güvenliği yetersiz yapıların yoğunlaştığı yerlerde yapılması gerekirken bu yapılmadı. Çünkü orada rant yoktu. Dolayısıyla kentsel dönüşüm, afet riskini azaltmak yerine daha çok rantsal amaçlarla kullanıldı. Parası olanlar mülklerini daha değerli hale getirirken, büyük bir popülasyon deprem korkusuyla riskli binalarda yaşantılarına devam ediyor bugün.”