DEM Parti Grup Toplantısı... Yılmaz Tunç ile görüşme öncesi 'çözüm' mesajı

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda açıklamalarda bulundu. Bakırhan geçtiğimiz günlerde rahatsızlanarak hastaneye kaldırılan Sırrı Süreyya Önder'in sağlık durumu ile ilgili açıklamalarda bulundu.

12punto

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda açıklamalarda bulundu. Bakırhan'ın gündeminde açılım süreci ve Sırrı Süreyya Önder'in sağlık durumu vardı.

Bakırhan'ın açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde:

"Geçtiğimiz hafta hepimizi derinden sarsan bir gelişme yaşandı. Meclis Başkanvekilimiz, aynı zamanda İmralı heyeti üyesi ve barış mücadelesinin emektarlarından Sırrı Süreyya Önder ağır bir kalp krizi geçirdi. Uzun süredir kalp başta olmak üzere çeşitli sağlık sorunlarıyla mücadele eden Sırrı arkadaşımız, hastanede zorlu bir tedavi sürecinden geçiyor. Bugün itibarıyla hem hastaneden yapılan açıklamalara hem de hastanede bulunan arkadaşlarımızın aktardığı bilgilere göre durumu hâlâ “kritik ama istikrarlı” ve büyük bir dirençle mücadele ediyor.

Bu süreçte geçmiş olsun dileklerini ileten ve desteğini esirgemeyen Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ve Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş’a teşekkür ediyorum. Aynı şekilde, ana muhalefet partisi genel başkanına, siyasi parti liderlerine, bileşenlerimize ve ittifak güçlerimize de ilk andan itibaren gösterdikleri dayanışma için içten şükranlarımızı sunuyoruz. Başta Sayın Mesud Barzani olmak üzere, yurtdışından geçmiş olsun mesajlarını ileten tüm siyasi liderlere de teşekkür etmek istiyorum.

Ayrıca aydınlar, sanatçılar, yazarlar, akademisyenler, emek ve meslek örgütleri, sendikalar, kurumlar, kuruluşlar ve bireyler bizlerle temasa geçerek desteklerini ifade ettiler. Gösterilen bu geniş çaplı dayanışma için minnettarız. Elbette hastane doktorlarına ve tüm sağlık çalışanlarına da özverili çabaları için sonsuz teşekkür ediyoruz.

Bir kez daha gördük ki, tüm farklılıklarına rağmen insanlar, tüm insanlar Sırrı arkadaşımızın sağlık durumu dolayısıyla buluştular. Sevgili Sırrı’nın birleştirici gücü, aynı zamanda barışın ortak paydası haline geldi.

Sırrı Süreyya Önder arkadaşımızı bu ülkede herkes tanır. O, yalnızca siyasetin değil; sanatın, vicdanın, kültürün, mizahın ve umudun da iz bırakan bir ismidir. Barış için gösterdiği çabayı, halklar için yürüttüğü mücadeleyi herkes yakından tanıklık ederek izledi.

Sırrı arkadaşımızın hastalığıyla birlikte gelişen bu büyük dayanışma, onun halkların gönlündeki yerini bir kez daha gözler önüne serdi. Paylaşılan iyi dilekler, edilen dualar hep aynı şeyi söyledi bize: Toplumun barışla kurduğu bağ hâlâ çok güçlü, hâlâ çok canlı.

Milyonlarca insan onun sağlığını, kendi sağlığı gibi hissetti. Bu dayanışmanın içinde berrak bir umut var. Bu dayanışma, barışa güçlü bir refakati de içinde taşıyor. Çünkü biliyoruz ki barış, aynı zamanda sağlıktır; barış, bir toplumun iyileşmesidir. Barış, toplumsal şifadır.

Bu ülkenin her karışında, her köyünde, her şehrinde barış uğruna verilmiş bir bedel vardır. Takvim yaprakları yitirdiklerimizin tarihleriyle dolu. Biz istiyoruz ki artık bu takvimlerde barışın tarihi yazılsın. Dilediğimiz şifa yalnızca bir kalbin iyileşmesi değil; çatışmaların ürettiği tüm hastalıkların, tüm kutuplaşmaların da iyileşmesidir.

Barışın şifası önce Sırrı’ya, sonra bütün ülkeye yayılsın. Umut büyüsün, yaşam büyüsün.

Bildiğiniz gibi, hem dünyada hem de bölgemizde fırtınalı bir dönemden geçiyoruz. Küresel dengeler altüst olmuş durumda; büyük güçler arasında yoğun ve sert bir rekabet yaşanıyor. Böyle bir dünyada, hâlâ iç barışını kuramamış, siyasetini normalleştirememiş ve hukukun işlemediği bir ülkenin ayakta kalması mümkün müdür?

Ayağını yere sağlam basamayan bir ülke bu fırtınada savrulmaya mahkûmdur. İşte tam da bu nedenle, bugün Türkiye için barış ve demokratik toplum süreci yalnızca bir siyasi tercih değil; hayati bir zorunluluktur. Bu süreç Türkiye’nin önündeki en büyük şans, en büyük fırsattır.

Çünkü çok net görüyoruz ki: İç barışını sağlamış bir Türkiye, 85 milyon insanıyla bu küresel dalgalanmalara direnç gösterebilir, geleceğini güvence altına alabilir.

Büyük şair Shakespeare, ilk oyununda şöyle der: “İnsan ilişkilerinde gelgitler vardır. En yüksek dalgayı doğru zamanda yakalayan, başarıya ulaşır.” Biz de diyoruz ki: İçinden geçtiğimiz bu barış süreci, işte tam da böylesi bir yüksek dalgadır. Doğru zamanda yakalarsak bu ülkenin kaderi değişir. Ama ıskalarsak, bedelini hep birlikte öderiz.

Unutmayalım: Barış gecikirse, ekmek küçülür. Özgürlük daralır. Umudun maliyeti artar.

İçinden geçtiğimiz bu kritik süreçte, iki büyük adım atılması şarttır: Birincisi sağlam bir hukuki zemin oluşturmak, ikincisi ise bu zemini hayata geçirecek güçlü bir siyasi irade ortaya koymaktır.

ADALET BAKANI İLE GÖRÜŞME  

Bu nedenle önümüzdeki günlerde Adalet Bakanı ile bir araya geleceğiz. Yalnızca Adalet Bakanı ile değil, Meclis’te temsil edilen tüm siyasi partilerle temaslarımızı sürdüreceğiz. DEM Parti olarak barış ve demokratik çözüm için üzerimize düşen her türlü sorumluluğa hazırız.

İktidara da muhalefete de açıkça sesleniyoruz: Türkiye siyaseti artık normalleşmeli, barış süreci yeniden ivme kazanmalı, devlet demokrasiye duyarlılık göstermelidir. Başta infaz kanununda olmak üzere, cezaların adil hale getirilmesi yönünde atılacak yasal adımlar, hasta tutsaklardan siyasi nedenlerle cezaevinde tutulanlara kadar uzanan geniş bir kesimi özgürlüğüne kavuşturacak; bu da tüm Türkiye’ye rahat bir nefes aldıracaktır.

Gelin, hep birlikte bu ülkenin yolunu açalım.

Bir söz vardır: “Yağmur yağmadan önce şemsiye açan ıslanmaz.” DEM Parti olarak, biz şemsiyemizi çoktan açtık. İktidar da artık yalnızca tehlikeleri görmekle yetinmemeli, bu gidişata yön vermeli, inisiyatif almalıdır. Direksiyonu 85 milyonun ortak geleceği için çevirmelidir.

Yol yokuş, hava sert. Ama şimdi rotayı halkın selametine kırma zamanıdır. İktidar da bu konuda artık inisiyatif almalıdır.

Bizler ortak ve demokratik yaşamı örmeye hazırız. Yalnızca elimizi değil, gövdemizi taşın altına koymaya hazır olduğumuzu bir kez daha ifade etmek isteriz.

Bu kürsüden bir süredir, Sayın Abdullah Öcalan’ın büyük emeklerle inşa ettiği Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Çünkü bu süreç yalnızca bugünü değil, gelecek yüzyılı da belirleyecek kadar tarihsel bir öneme sahiptir.

Bu yüzden sık sık tarihe, o büyük hakikat aynasına bakıyoruz. Çünkü geçmiş yalnızca geçmiş değildir; doğru okunursa bize bugünü anlatır, yarına dair de yol gösterir.

Tarihte yaşanan kırılma anları, bugün içinde bulunduğumuz durumun sebeplerini açıkça ortaya koyuyor. 1924 yılında ortak mücadeleyle kurulan cumhuriyet, demokrasiyi dışlamış; tekçi ve inkârcı bir rejimin önünü açarak hem Kürt sorununa hem de demokrasi krizine neden olmuştur.

1950’lerde çok kutuplu dünyaya geçilirken demokrasi için bir fırsat penceresi aralanmıştı. Ancak bu imkân, inkâr politikaları ve demokrasi karşıtlığı yüzünden heba edildi. 1960, 1971, 1980 ve 1997’de tank paletleri halkın iradesine, demokratik çözüme ve özgür ülke hayaline darbe vurdu.

1993 yılında Sayın Öcalan’ın uzattığı barış eli karanlık komplolarla karşılandı. Barış umudu, darbe mekaniğiyle ortadan kaldırıldı. 1999’da Sayın Öcalan’a karşı uluslararası bir komplo devreye sokuldu. Barışı inşa etme potansiyeli ve gerçekliği görmezden gelinerek Türkiye yeniden karanlığa sürüklendi.

2015’te Çözüm Süreci “buzdolabına konularak” ülkeye bir kara kış yaşatıldı. Ardından gelen 15 Temmuz darbe girişimi ve 20 Temmuz OHAL süreciyle birlikte demokrasinin ve hukukun tüm damar yolları tıkandı. Sonuç olarak, yüz yıllık bir hata zinciri Türkiye’yi bugün bulunduğu noktaya getirdi.

Tarih, hayatın öğretmenidir. Bize ayrılıkları çoğaltmanın değil, ortaklıklarımızı büyütmenin ne kadar hayati olduğunu defalarca göstermiştir. Gerçek anlamda bir barışa ulaşmak istiyorsak, ayrışmaları değil, buluşmaları çoğaltmak zorundayız. Nasıl ki sağlam bir çınar kökleriyle dimdik duruyorsa, bu ülke de köklerindeki çoğulculukla yükselecektir. Çünkü tarihsel korkuları ve önyargıları aşmadan, kalıcı bir barış inşa edilemez.

Sayın Abdullah Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nda altını çizdiği gibi: “Günümüzde çok kırılgan hâl alan tarihsel ilişkiyi, kardeşlik ruhu içinde, inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenlemek esas görevdir.” Bu çağrı yalnızca bir söz değil; bu ülkenin geleceğine kurulan bir köprüdür. Bu köprüyü cesaretle geçmek, yalnızca bir tercih değil, tarihi bir sorumluluktur.

Barışa ulaşmak için sadece silahların değil, zihinlerin de susması gerekir. Elde değil, zihinde başlayan bir silahsızlanma olmadan ret, inkâr ve hukuksuzluk son bulmaz. Çünkü asıl mücadele, zihniyetle başlar. Silahlar devreden çıkmalı derken, biz de buna en az herkes kadar inanıyoruz. Zihinsel barış olmadan toplumsal barış sağlanamaz.

Gelin, 23 Nisan’ın yapıcı ve ortaklaştırıcı ruhunu yeniden canlandıralım. Demokratik Ulus Mutabakatı çerçevesinde, eşit ve adil bir demokratik anayasa ile bu ülkenin gelecek yüzyılını birlikte kuralım. Farklılıklarımızla bir arada, ortak yurttaşlıkta, eşitlik temelinde yaşamayı mümkün kılalım.

Bu çağrı, yalnızca bugünün değil, geleceğin de yol haritasıdır. Hep birlikte, daha güçlü, daha özgür, daha demokratik bir Türkiye için yola çıkmanın zamanıdır."