Kemal Okuyan 12punto'ya konuştu: 'Haritaların değişmeye başlaması yoksulların aleyhinedir'

Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan, dünyadaki ve Türkiye’deki siyasi gelişmeleri 12punto YouTube kanalına değerlendirdi.

12punto

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, 12punto YouTube kanalında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. AKP iktidarının ancak güçlü bir cumhuriyetçi toplumsal birikimle alt edilebileceğini belirtirken, Suriye'deki gelişmeler, ABD ve Çin arasındaki rekabet, Avrupa'nın durumu ve Türkiye'deki siyasi tabloya dair önemli analizler sundu.

Okuyan, Esad yönetiminin devrilmesinin ardından HTŞ gibi bir yapının Suriye gibi karmaşık bir toplumu ve ülkeyi yönetme şansının olmadığını vurguladı. HTŞ'nin uzun süreli bir iktidar olamayacağını ve cihadçıların Alevilere yönelik katliamlarının Suriye'nin bölünme sürecini hızlandırdığını belirtti. 

Okuyan şunları söyledi: 

“HTŞ gibi bir yapının Suriye gibi karmaşık bir toplum ve ülkeyi yönetme şansı yok. Yalnızca birliğini sağlayamaz demiyorum yönetme şansı yok uzun süreli olarak. HTŞ zaten bu anlamda iktidar olabilecek bir yapı değil karmaşık bir koalisyon. Dolayısıyla istedikleri kadar dönüştürsünler ki dönüştürmeye çalışıyorlar belli oranlarda ben HTŞ'nin HTŞ'yi iktidara taşıyan kuvvetler tarafından da kalıcı bir yönetim olarak tasarlandığını düşünmüyorum. Son yaşananlara gelince aslında bu katliamlar HTŞ Şam'a girmeden önce başlamıştı ya da 14-15 yıllık Suriye'de yaşanan iç savaşta da devam etti. Çok üzücü şeyler bunlar insanlar katlediliyorlar ama yeni bir olgu değil bu. Tabii son Şam'da yönetimi ele geçirdikten sonra HTŞ bu olaylar yaşanıyordu ama son dalga ölçek olarak çok genişletti. Başka bir boyuta taşıdı.

Orta Doğu coğrafyası katliamlara alıştırılmış bir coğrafya ne yazık ki işte Gazze'de yaşadıklarımız belli. Ne yazık ki on binlerce Filistinli katledildi ve doğru düzgün tepki yok. Suriye'de yaşananlarda ise şöyle bir özgünlük var: Bu katliamlar Esad döneminde de yapıldı. Batı medyası Suriye rejiminin Esad yönetiminin tırnak içerisinde ya da gerçekten işlediği suçlara dönük olguları büyüterek haber yaptılar. Ama cihatçıların eylemlerini ve katliamlarını işlerine geldikleri zaman yayınlıyorlardı. Bu son olaylarda şöyle bir gelişme var: Batı basınında yer aldı bunlar. Yani Arap Alevileri katlediliyorlar haberleri çıktı. Neden çıktı, çünkü  aceleleri vardı. Suriye'deki Şara yönetiminin Dürzilerle ve Kürt bölgesiyle bir diyalog içerisine girmesi, bir anlaşma yapmasına dönük bir baskı uygulayacaklardı. Nitekim şöyle bir atmosfer vardı: Eğer devam etseydi bu katliamlar ve bir anlaşma yoluna girmeseydi Şara ya da HTŞ muhtemelen bunlar Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne gündem yapılacaktı. Zaten o noktaya geldi. Demek ki bu katliamları bir araç olarak kullanan güçler var. 

'İSTEDİĞİ CİLAYI ATSINLAR SURİYE'Yİ YÖNETEMEZLER'

Kemal Okuyan AKP'nin HTŞ'yi meşrulaştırma çabalarının sonuçsuz kalacağını dile getirdi. Sözlerine şöyle devam etti: 

"Bizim açımızdan şu: Kim olursa olsun bu katliamların karşısında durmak gerekiyor. Ama başka bir problem var burada. Suriye'de yanı başımızda ‘dinsel temellerle ben bu ülkeyi yöneteceğim’ diyen ve bunu yaptığı anayasa taslağında da açık açık ilan eden bir örgüt şu anda yönetimde. İstediğini yapsın AKP bu örgütü meşrulaştıramaz. İstediği cilayı atsınlar, istediği kıyafeti giydirsinler. Bu coğrafya, bizim gerçekliğimiz eninde sonunda bu örgütün varlığını kusar. Yani Suriye'yi yönetemezler. Dolayısıyla bu katliamlarla bir yıl sindirirler iki yıl sindirirler birilerini ama yönetme yeteneğini kazanamazlar. 

Şu anda HTŞ birçok ülke tarafından kullanılabilecek bir örgüt. İsrail kullanıyor, ABD kullanıyor. Şimdi Türkiye diyor ki ‘bizim de temasımız var.’ Yani AKP'nin iddiası bu. Var zaten biliyoruz. Türkiye hangi yönde kullanmaya çalışıyor o da belli değil.  Eğer şu varsa kafalarında ‘biz HTŞ'yi destekleriz biraz cilalarız, biraz ceket giydiririz. Biraz daha ılımlı hale getiririz. Bununla da hem ekonomik olarak Türkiye'nin oradaki çıkarlarını koruruz, geliştiririz güçlendiririz, hem de Kürt bölgesini baskılarız’ diye düşünüyorlarsa bu bir fantezi. HTŞ ile yapabilecekleri şey Suriye'nin parçalanmasını hızlandırmaktır. Gayet açık söylüyorum ve oraya doğru gidiyor."

'SURİYE İÇİN DAHA KARANLIK BİR DÖNEM AÇILDI'

Okuyan, Suriye'deki Kürt yönetimi SDG ile Şam yönetimi arasındaki anlaşmanın belirsizliklerle dolu olduğunu ve Suriye'nin birliğini değil, parçalı bir yapının meşrulaşmasını ifade ettiğini vurguladı. Şunları söyledi: 

"Şimdi günlük açıklama geliyor AKP'den, ‘iyi yolda, şu anlaşma çok sevindirici’ falan. Böyle gündelik pozisyonlar gündelik açıklamalarla Suriye'nin geleceğini okuyamazsınız. Mesela Kürt bölgesiyle ya da işte SDG ile HTŞ arasında bir anlaşma imzalandı geçenlerde. Herkes ‘istediğimiz gibi’ dedi AKP de benzer açıklamalar yaptı. İşin ilginci Kürt Kürt yönetimi de benzer açıklamalar yaptı. ‘Biz çok memnunuz’ diye. Herkesin memnun olduğu anlaşma belirsizlik demektir. 

Anlaşmaya baktığınız zaman anlaşmada bir şey yok. Daha doğrusu şunu gösteriyor anlaşma: Çok zorlu bir süreç başlayacak. Çünkü anlaşma maddeleri son derece belirsiz. Dolayısıyla böyle günlük pozisyonlar gelişmelerle falan açıklanabilecek bir şey yok. Ama şunu söyleyeyim ne yazık ki Suriye'nin parçalanmasına dönük bir gidişat var. Biz parçalanma fetişisti değiliz yani tersinden; bütün derdimiz Suriye parçalanmasın değil. Biz Suriye'deki insanların geleceğini düşünüyoruz. Suriye'nin talan ve yağmasının engellenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ama bunun önü açıldı. 

HTŞ bu süreci tersine çevirilebilecek bir irade değil. AKP burada düpedüz bizlere bizim yurttaşlarımıza gerçekleri çarpıtarak bir şey bir şeyi empoze ediyor. Doğru değil. Bugünkü Suriye'de Şam'ı şu anda denetleyen güç Suriye'nin birliğini sağlayamaz. Suriye'deki değişik etnik toplulukların parçalanmış Suriye toplumunun tümünün çıkarlarını savunamaz ve Suriye'yi daha kanlı hesaplaşmalara doğru götürebilecek bir örgütten söz ediyoruz. Dolayısıyla ne yazık ki diyorum Suriye için şu anda daha karanlık bir dönem açıldı.”

'HARİTALARIN DEĞİŞMEYE BAŞLAMASI YOKSULLARIN ALEYHİNEDİR'

Okuyan, Türkiye'nin kendi Kürt sorununu bölgesel bir içeriğe taşıyarak büyük bir hata yaptığını ifade etti. Bir ülkenin güvenliğinin halkına güven vererek sağlanacağını vurgulayan Okuyan, Kürt meselesinin terör başlığına sıkıştırılarak çözülemeyeceğini belirtti. 

Türkiye'nin bölgedeki Kürtleri İsrail'in eline bırakmama düşüncesinin ve Türk-Kürt ittifakı fikrinin dile getirildiğini aktaran Okuyan, ancak bu ittifakın zorlu bir süreç olduğunu ve başka güçlerin de devrede olduğunu söyledi. 

Sözlerine şöyle devam etti: 

“Bahçeli'nin konuşmasında ağırlıklı olarak ima edilen şey ‘Suriye'de önemli gelişmeler olmak üzere ve önlem almamız gerekiyor.’ Suriye'de önemli gelişmeler olacağını biz de seziyorduk. Yani bir iktidar değişikliğine gidebilecek bir sürecin başlayacağını. Herkesin öngördüğünden daha hızlı gelişti. İleride bu hızlanmayı sağlayan faktörler neydi bunlara dair daha net bir fikrimiz olacak. 

Mesele şu, tehdidi savuşturma. Orada şöyle sözcükler de kullanıldı kimi iktidar çevrelerinden ‘Biz niye Kürtleri bölgedeki önemli bir güç önemli bir toplum olarak topluluk olarak İsrail'in eline bırakalım’. Bunu birden fazla kişi değişik bağlamlarda ifade etti ve şu çok yazılıp çizilmeye başlandı. ‘Eğer Türkiye bölgedeki Kürtleri yanına çeker ki burada kimileri hamiliğini üstlenir ve İsrail'in oyununu bozarsa bölgenin en önemli gücü olur’ bunlar söylendi. 

Bölgede siyasi haritaların değişmeye başlaması sınırların belirsizleşmesi ya da değişmesi bütün bunlar eninde sonunda yoksulların aleyhinedir. Çok net bu. Ve çok kanlı savaşların önünü açar. Şimdi denilebilir ki ya zaten Suriye, Irak sürekli olarak kan dökülüyor. Doğru, daha beteri gelir. Bu tehlikeli bir süreç. 

Suriye'deki Kürt yönetiminin SDG'nin Suriye'deki merkez yönetimi ile ilişkisi anlaşma buna dönük Türkiye'den gelen tepkiler, eğer şu varsa kafada ‘Kürtler Suriye’deki bu yeni siyasi gerçeklik içerisinde de kendilerini eritsinler. Bunun karşılığında Türkiye ekonomik olarak siyasi olarak Kürt nüfusun hamiliğini üstlensin’. AKP iktidarının stratejisi bu. Bu çok zor. Yani Suriye'de bugünkü tabloda Kürt nüfusun ya da Dürzilerin ya da Alevilerin kendilerini HTŞ otoritesinin içerisine teslim edip sonra da Türkiye'nin HTŞ üzerindeki ağırlığına güvenerek bir yol haritası çizme olasılığı sıfırdır. Bu olmayacak. Dolayısıyla aslında Şam yönetimiyle ya da işte Mazlum Abdi ile Şara arasında imzalanan o belirsizliklerle dolu anlaşma bir Suriye'nin birliği değil aslında Suriye'de yavaş yavaş parçalı bir yapının meşrulaşması, legalize edilmesi anlamına geliyor.”

'YENİ OSMANLICILIK HORTLAYACAKSA OTURUP SORGULAMAMIZ GEREKİYOR'

“Türkiye burada ben bu süreci tanımıyorum, ben burada ayrı bir yapıya izin vermeyeceğim dediği takdirde ne yapacak? Yani Şam'da bir cihatçı terör örgütü olarak bütün dünyada kabul edilmiş bir örgütü meşru tanıyacaksın, o örgütün katliamlarına diyeceksin ki ‘bu katliamlar eski rejimle hesaplaşma’ ve sonra da diyeceksin ki ‘ben burada Kürt oluşumu istemiyorum’ ve diyelim ki askeri yöntemlerle. Bu Türkiye'nin tartışılmaya başlaması anlamına gelir. 

Biz yıllardır bu tuzağa işaret ediyoruz. Türkiye kendi Kürt sorununu bölgesel bir içeriğe taşıyarak zaten büyük bir hata yaptı. Bir ülkenin sorunu kendi sınırları içerisinde çözülür. Bir ülkenin güvenliği halkına güven vererek sağlanır. Halk bir iktidarda güvenir o iktidar da halka güvenir. Güvenliğin en önemli koşulu budur. Ama yıllarca bu mesele bir terör başlığına sıkıştırıldı ve şimdi yine terör başlığı üzerinden çözülmeye çalışılıyor. Ne deniyor, ‘terörsüz Türkiye.’ Buna kimin itirazı olabilir? Peki meselenin içi ne, neyle dolduruyorsunuz? 

Bir çözümün illa ki bir konusu olur. Eğer o konu islamcılıksa; çünkü bu söyleniyor, dile getiriliyor. Şam'daki ‘şeriat kurallarıyla bu ülkeyi yöneteceğiz’ diyen ve anayasa taslağını buna göre hazırlayan iktidarın yaklaşımının bütün bölgeye egemen olması arzu ediliyorsa; Yeni Osmanlıcılık hortlayacaksa oturup sorgulamamız gerekiyor.”

'ABD'NİN İÇERİSİNDE CİDDİ BİR MÜCADELE VAR'

Okuyan, artık tek bir ABD olmadığını ve ülkedeki farklı eğilimlerin dünyayı etkilediğini belirtti. Trump'ın radikal çıkışlarının ve politikalarının bir strateji dahilinde olduğunu ve onu hafife almamak gerektiğini vurguladı. Trump'ın amacının ABD'nin dünya liderliğini kaybetmesini engellemek ve ekonomik olarak Çin'in gerisinde kalmasını önlemek olduğunu ifade etti. 

Şunları söyledi: 

“Artık tek bir ABD yok. ABD hala emperyalist dünyanın zirvesinde oturan ülke. Tamam bir hegemonya krizi yaşıyor belki ama hala en güçlü ülke. Bu ülkenin içerisindeki hesaplaşmalar farklı eğilimler bütün dünyayı etkiliyor. Yani baktığımız zaman dikkatli bir şekilde Almanya'da da var değişik eğilimler, İngiltere'de de var, Türkiye'de de var. Bürokrasinin içerisinde de var. Ama ABD'de olunca iş değişiyor çünkü bütün dünyaya yansıyor. Bir kere ABD gibi bir ülkede evet baktığınız zaman bu koskoca ülke bu kadar kaynakları var Trump'ı mı başa getiriyor sorusu sorulabiliyor. Ama bir kere şunu bilmemiz gerekiyor. Bütün dünyada benzer karakterler zaten yönetime geliyor. 

Bir ikincisi Trump ikinci kez geldi demek ki arkasında hem önemli bir güç var hem de kendisine bir koruma alanı da sağlayabildi. Evet Trump'ı öldürmeye çalıştılar ama öldüremediler. Yarın ne olur bunu bilmiyorum. Yani ciddi bir mücadele var ABD'nin içerisinde. O zaman şunu düşünmemiz gerekiyor; nedir bu mücadelenin kaynağı? 

Mücadelenin kaynağı şu, Amerika Birleşik Devletleri'nin uzun vadede dünya liderliğini kaybetmesi ya da emperyalist içerisindeki liderliğini kaybetmesini göze alıp da büyük paralar kazanan bir kesim var. Çünkü ABD bu şekilde gittiği takdirde dünya liderliğini Çin’e kaptıracak. Çok net bunu herkes söylüyor ve az kaldı. Bir kesim ABD'de Amerika Birleşik Devletleri'nin bu gidişatını tersine çevirmek konusunda harekete geçti. Yani ABD'nin ekonomik olarak Çin'in gerisinde kalmasını engelleyecek bir irade sergiliyorlar.

ABD büyük borçlar pahasına büyük harcamalar pahasına dünya sistemini elinde tutabilmek için ekonomik olarak kaybını başka şeylerle telafi ediyordu, sağa sola müdahaleler falan. Trump bu müdahalelerden vazgeçmeyecek ama Trump dünyadaki ABD aleyhine işlemeye başlayan ekonomik sisteme müdahale ediyor şu anda. Ciddi müdahaleler ediyor.”

'ÇİN ÇATIŞMALARDA KENARDA DURARAK ÇOK CİDDİ MEVZİLER ELDE ETTİ'

TKP Genel Sekreteri, Çin'in çatışmalarda kenarda durarak ciddi kazanımlar elde ettiğini ve Rusya'nın da Ukrayna Savaşı sonrası ekonomik olarak Çin'e bağımlı hale geldiğini dile getirdi. Trump'ın Çin'i çevreleme stratejisine dikkat çekti. Şunları söyledi: 

“Bu Çin'in stratejisi açısından baktığımız zaman bir yenilik. Çünkü Çin dünyadaki bütün çatışma alanlarında neredeyse hiç karışmadı ve hep kazandı. Irak işgalinden sonra ne beklenir Irak'ı işgal eden güç Irak'a çökecek diye beklenir. ABD çöktü ama Çin girdi. Afganistan'da bir şeyler oldu şu anda Afganistan ekonomisinde en ağırlıklı güç Çin. 

Baktığınız zaman Çin bütün çatışmalarda kenarda durarak belki doğrudan müdahalelere katılmadan çok ciddi mevziler elde etti. Ukrayna Savaşı'nda Rusya'ya çok açık bir destek vermedi. Rusya'ya dönük yaptırımların parçası olmadı evet. Şunu söyledi: ‘Biz her ülkenin egemenliğine saygı gösteriyoruz. Ukrayna'nın toprak bütünlüğü dedi’ ama baktığımız zaman Ukrayna Savaşı'ndan sonra Rusya ekonomik olarak Çin'e birçok açıdan bağımlı hale geldi.

Bir karşılıklı bağımlılık var mı, evet. Rus enerjisine ihtiyacı var mı Çin'in, evet.  Ama şu anda Rusya'da her tarafta Çin malları var. Rusya'nın kendi egemenlik alanı olarak gördüğü eski Sovyet Cumhuriyetleri Türkmenistan, Kazakistan, Kafkas ülkeleri bütün buralara baktığımız zaman da Çin'in etkisi çok arttı. Trump'ın stratejisi bu süreci durdurmak ve bu doğrultuda hamleler yapıyor. Boşuna Panama demiyor, çünkü Çin'i çıkarttı neredeyse Panama Kanalı’ndan.

'ABD ÇARPICI BİR TOPLUMSAL VE SİYASİ KRİZE GİREBİLİR'

Bütün ticaret yolları, enerji kaynakları, enerji yolları bunlara dair Trump bir stratejiyle hareket ediyor. Bir de yüksek gümrük duvarlarıyla ABD'nin yeniden bir sanayileşme sürecine girmesini sağlamaya çalışıyor.

Burada tabii bütün bunlardan zarar görecek, göreli olarak. Çünkü o şirketler hayatta zarar etmezler. Çok büyük şirketler çünkü. Ama bir kesim bunu istemiyor. Bir kesim eski düzenin devamından yanaydı. Trump belki de geçici bir süreliğine ABD'ye bir önemli ayar veriyor. Küçümsenmeyecek bir ayar vermeye çalışıyor. Göreceğiz bunun nereye gideceğini ama ‘Trump bir deli, ne yaptığını bilmeyen birisi’ hiçbir şekilde böyle değil. Bir sistematikle hareket ediyor. O sistematiği kendisine özgü bir üslupla bu politikaları uyguluyor. Nedeni de çok açık: Trump'ı koruyan şey aynı zamanda toplumsal desteği. 

Trump'ın sahnede dans etmesi onun arkasındaki milyonlarca kişi için çok değerli. O yüzden Trump'ı alt etmesi diğer tarafın güçleşiyor her geçen gün. Bayağı fanatik bir toplumsal tabanı yaslanıyor. Bu nereye kadar gider? Bu mücadele bir uzlaşıya dönüşebilir. Çünkü Trump karşıtı sermaye çevreleri büyük tekeller de çok güçlü. Onların da bir toplumsal tabanı var. Ya da film kopabilir. Amerika Birleşik Devletleri hiç öngörmediğimiz ya da bugün tahmin edemeyeceğimiz ölçülerde çarpıcı bir toplumsal ve siyasal krize girebilir.”

'KRİZ KAPİTALİZMİN EN GÜÇLÜ OLDUĞU VARSAYILAN AVRUPA'YI VURDU'

Okuyan, Avrupa'nın derin bir ekonomik kriz içinde olduğunu ve Ukrayna Savaşı'nın bu krizi derinleştirdiğini belirtti. Avrupa'nın geçmişteki "demokrasi ve özgürlükler kıtası" söyleminin geride kaldığını ve şu anda dünyadaki paylaşım kavgasında yer almak istediğini ifade etti. 

Sözlerine şöyle devam etti: 

“Türkiye'nin en önemli ihraç kaleminin kara gücü olduğunu yıllardır söyler herkes. Bunda çok büyük bir hata yok. Türkiye de bunu çok kullandı zaten geçmişte. ABD'ye karşı da kullandı NATO'ya karşı da kullandı. Türkiye'de özellikle kara gücü itibariyle Türk ordusunun önemli bir enstrüman olduğu Türkiye'nin dış politikasında bunu herkes biliyor. Ama Avrupa'nın zaten önemli sorunları var. Nüfusu yaşlanıyor. Göçmen nüfusunun yarattığı bir ciddi başka bir problem var. O göçmen iş gücünün tamamı değil ama önemli bir bölümünü silah altına alamıyorlar. Çünkü statüleri buna uygun değil. ve gerçek anlamıyla Avrupa'da bir asker sıkıntısı var.

Dolayısıyla ister NATO bünyesinde olsun ister Avrupa kendi şu sıralar benim çok rahatsız olduğum ifadeyi kullanacağım biraz da ironi olsun diye “güvenlik mimarisi” diye bir kavram icat ettiler, kullanıyorlar. Aslında bu Türkçeden değil yabancı dillerden geldi Türkçeye ama sevimli gösteriyor silahlanma yarışını. Güvenlik mimarisi deyince estetik bir şey anlıyorsunuz, insan hayatını öldürmeye dönük hiçbir şey estetik olamaz. Ama o güvenlik mimarisi dedikleri şey Türkiye’yi dışarıda bırakamaz. Bu gerçek, dolayısıyla AKP'nin buradaki söyledikleri argümanlarda bir gerçek karşılığı var bu argümanların. Ama burada şunlara dikkat etmek gerekiyor. ABD'den bütünüyle kopmuş bir Avrupa, bunlar için çok erken Şu anda bir sürtünme yaşanıyor ama kolay değil. ABD'nin Avrupa'dan çıkması da kolay değil. 

İkincisi ABD Rusya'yla sorunlarını belli ölçülerde çözmek istiyor. Tamamen değil, Rusya da aynı şekilde. Rus devletinde bürokraside ABD'ye dönük muazzam bir güvensizlik var. Ama öte yandan da Rus devletinin eğer bir stratejisi varsa ki var Putin yönetiminde. Bu ABD ile anlaşmak üzerine kurulu. Ukrayna Savaşı'nın en sert dönemlerinde dahi Rusya ‘günün birinde biz ABD ile anlaşacağız, anlaşmak zorundayız’ türünden bir yaklaşımla hareket etti. Yani ABD ile kalıcı bir düşmanlık üzerine kurulu değil Rus devletinin uluslararası alandaki stratejisi. 

ABD'nin Rusya'nın egemenlik bölgesinde nedir o egemenlik bölgesi eskiden yani 1917 Ekim Devrimi’nden öncesindeki Rus İmparatorluğu ya da Sovyetler Birliği eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin olduğu bölgede Rusya'nın iç işlerine müdahale edilmesinin ya da kuşatılmasının engellenmesi. Bu konuda güvence aldıkları sürece ABD ile iyi ilişkiler kurarlar ve kuracaklarını da görüyoruz. Trump yönetimi de bunun için bir zemin oluşturuyor. Bu koşullarda bütün retoriğini Rus düşmanlığı ve Rus tehdidi üzerine kurmuş bir Avrupa çok mantıklı gelmiyor. ABD'den sonra Avrupa'nın da bu gerilimi biraz düşürmesi gerekir Rusya'yla. Göreceğiz bunu. Ama buradaki sorun şu, bütün bu silahlanma edebiyatı başka bir amaca hizmet ediyor. O da şu: şu anda kapitalist dünyanın içine girdiği çok derin bir kriz var. Bu kriz de ilginç bir şekilde kapitalizmin en güçlü olduğu varsayılan kıtayı vurdu, vuruyor: Avrupa."

'TÜRKİYE'NİN AB'YE YAKLAŞMASININ BİZE HİÇBİR FAYDASI YOK'

Kemal Okuyan, Türkiye'nin Avrupa için askeri gücüyle önemli bir enstrüman olduğunu ve bazı çevrelerin Türkiye'nin AB'ye muhtaç olduğunu söylemesinin gurur verici olmadığını dile getirdi. Avrupa'nın Türkiye'nin demokrasi sorunlarını umursamadığını ve AB'nin Ukrayna Savaşı sonrası aldığı tutumların özgürlük anlayışıyla çeliştiğini savundu. Türkiye'nin AB'ye bu açıdan yaklaşmasının faydası olmadığını, zararı olduğunu belirtti.

Şunları söyledi: 

“Avrupa hem Çin'in yükselişi hem Trump'ın hamleleri hem Ukrayna savaşı bütün bunlardan fazlasıyla etkilendi. Etkilenmeye de devam ediyor. Şu anda Avrupa'nın geçmişte motor gücü olan endüstrilerinde ciddi bir tıkanma var. Mesela Almanya otomotiv endüstrisi çok temel lokomotif endüstrilerden bir tanesi. Bu endüstrinin yaşadığı tıkanmayı aşmasının tek bir yolu var. Silah endüstrisine dönüşüm yapmak ya da daha fazla çünkü Almanya'daki bir otomotiv ya da büyük demir çelik tröstleri holdingleri her zaman silah endüstrisiyle iç içedir. Ama ne oldu şimdi geçtiğimiz günlerde açıklama yaptı Volkswagen. Neyi açıkladı: ‘Tank üretimine geçeceğiz.’ 

Silahlanma hem ekonomik bir ihtiyaç hem de Avrupa'nın yeni bir paylaşım kavgasında iddialı olabilmesi için de bir ihtiyaç. Bir paylaşım savaşı var şu anda. O yüzden de Avrupa'nın artık kimilerinin bizim karşımıza 20 yıl önce söylediği gibi bir demokrasi özgürlükler kıtası o zaman da palavraydı ama Avrupa'nın şu andaki temel felsefesi dünyadaki paylaşım kavgasına bir an önce biraz geride kaldıkları için kuvvetle dahil olmak. 

Burada Türkiye'yi yanlarına çekerek daha güçlü hale gelebilirler evet. Bu da bir marifet değil. Türkiye’de birtakım siyasi güçlerin ya da akademisyenlerin uzmanların her neyse çıkıp da Avrupalı Türkiye'ye muhtaç demesinden ben gurur duymuyorum. Niye duyayım? Kanlı bir hesaplaşmada Avrupa’nın Türkiye'nin kara gücüne insan gücüne ihtiyaç duymasından niye mutlu mutluluk duyayım? Savaş demek bütün bunlar. Savaştan mutlu olmaz insan. 

Bunu süslüyorlar işte güven Avrupa güvenlik mimarisi; Türkiye'nin yoksullarına ne o güvenlik mimarisinden? Bunlar kanlı paylaşım kavgalarının habercisi olan şeyler. Bunun parçası olacağız karşılığında ne olacak; hiçbir şey. Halkımıza yarayacak bir şey yok ortada. Ama evet gerçek bu konuda pazarlıklar yapıldığı ortada. Bizim muhalif çevrelerimiz bütün bunlar olurken ‘Avrupa Birliği Türkiye'nin demokrasisi konusunu da masaya getirsin’ falan diyorlar. Umurunda mı Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin demokrasisi, özgürlük. Kendileri zaten tam tersi bir yöne doğru gidiyorlar.

Unutulmasın, Trump'la herkes dalga geçiyordu ne biçim adam diye, Avrupa Birliği Ukrayna Savaşı'ndan sonra Dostoyevski'yi Çaykovski'yi yani bugünkü Rusya ile hiçbir alakası olmayan insanlığın tarihsel hafızasına kazınmış sanatçıları edebiyat insanları müzisyenleri yasakladı ya. Hangi demokrasi, hangi özgürlük? 

Bu ölçüde barbarlaşabilen bir Avrupa Birliği'nden söz ediyoruz ve şu anda Amerika Birleşik Devletleri'ni Ukrayna'daki savaşı sabote etmekle eleştiren barışla hiçbir alakası olmayan bir Avrupa Birliği'nden söz ediyoruz. O yüzden de Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne bu açıdan yaklaşmasının bize hiçbir faydası yok zararı var.”

Okuyan, yapay zeka ve teknolojik gelişmelerin dünyada sert hesaplaşmalara yol açacağını ancak bu süreçte yoksul emekçilerin devre dışı bırakıldığını söyledi. İşçi sınıfının kendisine sunulan alternatifler arasında tercihe zorlandığını ancak bu tercihlerin gerçek bir çözüm sunmadığını ifade etti. Dünyanın ve Türkiye'nin temel sorununun sömürü olduğunu ve işsizlik ile yoksulluğun ancak sömürüyü ortadan kaldırarak çözülebileceğini vurguladı. Kapitalizmin insanlığı yok oluşa sürüklediğini ve insanlığın sınıfsız sömürüsüz toplum idealini yeniden gündeme getirmesi gerektiğini vurguladı.

Okuyan, Türkiye'de de benzer şekilde halkın yanlış tercihlere zorlandığını ve mevcut muhalefetin gerçek bir alternatif sunmadığını belirtti. AKP'nin ancak güçlü bir cumhuriyetçi toplumsal birikimle alt edilebileceğini yineleyen Okuyan, yumuşak geçişler ve normalleşme söylemlerinin tahribatı gidermeyeceğini ifade etti. 

Sözlerine şöyle devam etti: 

“Kötünün iyisiyle 20 küsur yıldır AKP'den kurtulamadılar. Hâlâ önümüze aynı şeyi çıkartıyorlr. Biz TKP olarak hem dünya ölçeğindeki projemizle ama asli olarak Türkiye'de bizim görevimiz çok sert hesaplaşacağız. Altını çiziyorum. Bizim de vaktimiz yok. Türkiye'de karşımıza gelip ‘ama şimdi işte Erdoğan'a karşı güçlerimizi birleştirelim’ diyen herkesi sahtekarlıkla suçlayacağız. Çünkü halkımızın yurttaşlarımızın bu bıkkınlığı, sıkışmışlığı korkusu çaresizliğini istismar ediyorlar. Çok net söyleyeyim. Hepsi Erdoğan tüccarıdır. Erdoğan’ dönük toplumdaki tepkilerden faydalanmaya çalışan siyaset simsarlarıdır. Biz bunlarla uğraşacağız.

AKP'nin herhangi bir parti olmadığı bir misyon hareketi olduğunu biz başından beri söylüyorduk. Şimdi artık üzerinden 20 yılı aşkın bir süre geçti ve çok yol aldılar. AKP'yi bu noktaya getiren ya da bu kadar uzun bir süre iktidarda tutan ne olduğu hangi güçler bunun sınıfsal ideolojik arka planına dair fikri olmayan ya da yanlış değerlendirmelerde bulunan herhangi bir siyasi aktörün bu tahribatı geriye sarması mümkün değil. 

Türkiye toplumu, siyaseti önüne sandık konduğunda yapılır zanneden sosyal medya aracılığıyla paylaşımlarda bulunmak ve televizyon izlemekle bundan ibaret bir siyaset anlayışına mahkum edildi. Bu yurttaşlarımızın halkımızın suçu değil. AKP ile mücadele adına buraya doğru ittirildi toplum.

AKP Türkiye'si ancak ve ancak güçlü hedefleri olan akılcı bir cumhuriyetçi toplumsal birikimle alt edilebilinir. Yaratılan tahribat o kadar büyük ki yumuşak geçişler normalleşme falan bu olmaz. Keskin dönüşler lafından korkulur. Kastettiğim burada siyasi ve ideolojik içeriği güçlü ve bir toplumsal dinamiğe yaslanan; bu olmadan beyaz gömleklerin kıvrılarak otobüslerin üstüne çıkıp ben ben diye konuşarak AKP döneminin tahribatını geriye saramazsınız ya da düzeltemezsiniz. Dolayısıyla sıfır olasılıktır."

'TÜRKİYE'NİN MİLLİ MÜCADELESİ BU KAFAYLA VERİLEBİLİR MİYDİ?'

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, mevcut muhalefetin laiklik, NATO ve AB konularındaki tutumlarının AKP'den farklı olmadığını dile getirdi. Şunları söyledi: 

“Artı buna niyetleri mi var, hayır. Nereden bunu anlıyoruz? çünkü AKP'yi AKP yapan özellikler nedir? Örneğin AKP kendi iktidara gelir gelmez Türkiye'yi çok ağır bir özelleştirme saldırısıyla yüz yüze bıraktı. Ekonomik program itibariyle o özelleştirmelerin ekonomi biliminin gereği olduğunu düşünen bir siyasi zihniyetin Erdoğan'la hesaplaşması ya da AKP dönemiyle hesaplaşması mümkün değil. Mesele ne beşli çete ne bir şey. Türkiye'nin şu andaki çok büyük sermaye grupları o özelleştirme politikaları sayesinde halkımıza ait olan işletmelere çöktüler.

Şu anda muhalefetin laiklikten anladığı şey bizim laiklikten anladığımız ya da cumhuriyetin kuruluşu sırasında egemen olan laiklik anlayışıyla hiçbir alakası yok. Defalarca bizim eleştirdiğimiz mesela iktidar çevrelerinin bu laikliğin bütün inançlara saygı böyle bir tarif getiriyorlar. İnançlara saygı ya da insanların inanç ve ibadet özgürlüğünün temel bir insan hakkı olduğunu defalarca söyledik ve bu hakka dokunulamaz. Bu ayrı. Laiklik tarifi ise bununla hiçbir ilgisi yok. Laiklik dinin siyaset ve kamu alanının dışına çıkartılmasıdır. Bu kadar basit. Bunu söyleyebilen bir muhalefet var mı şu anda? Hayır tam tersi.

Bizim muhalefetimiz NATO’cu hatta bazen AKP'den daha NATO’cu olabiliyorlar. Avrupa'daki emperyalist ülkelerle işbirliğinin artmasını istiyorlar. Avrupa güvenlik mimarisi denilen şeyin parçası olma konusunda daha istekliler. Dolayısıyla köklü bir biçimde bu son yaşadıklarımızın telafisi ki öncesi de var o tahribatlar ben 1980 öncesi Türkiye çok iyiydi demiyorum ama 12 Eylül'de başlamış sistematik bir karşı devrimci dalga var. Bütün bu sürecin tersine çevrilebilmesi için ileriye doğru bir atılım yapılabilmesi için net bir programa sahip olmak gerekiyor. 

Öyle bir program yok. İnsanlar eğer şuna göre karar verme noktasına kadar çaresizleştirildiyse ‘bakıyoruz ya ne güzel adam halkın adamı’ şu ya da bu kişi için ‘Erdoğan karşısında bu kazanır’ ben Anadolu insanının bu kadar çaresiz olduğuna inanmak istemiyorum ve bunu kabul etmiyorum, reddediyorum. Çünkü bazen bize de ya siz haklısınız ama ‘ne olur siz de desteklesenize şu kişiyi’ bununla çok sık karşılaşıyoruz.

Madem bunu bize söyleyen insanların çok büyük bir bölümü aynı zamanda Mustafa Kemal'e saygıda kusur etmiyorlarsa ya da Türkiye'de Kurtuluş Savaşı'nı sürekli yad ediyorlarsa o dönemi; cumhuriyetin kuruluşunu o zaman bir oturup düşünsünler. Türkiye'nin milli mücadelesi bu kafayla verilebilir miydi? Bu yaklaşımla verilebilir miydi? Çok net söyleyeyim verilemezdi. Bu kişiliksizleştirmeyle, bu çaresizlik duygusuyla, bu korkaklıkla; bu iyinin kötüsü ya da tersi de evet geçerli kötünün iyisi. Bir şey fark etmiyor. Bununla Türkiye düzlüğe çıkamaz.”