Özge Uzun ile Filtresiz'in ilk konuğu gazeteci Barış Pehlivan oldu: 'İktidar değişse de kavgam sürecek gibi görünüyor'

Ünlü ekran yüzü, gazeteci ve yazar Özge Uzun, bağımsız habercilik platformu 12punto.com.tr’nin YouTube kanalı için ekran karşısına geçti. Özge Uzun ile Filtresiz programının ilk konuğu deneyimli gazeteci Barış Pehlivan oldu. Türkiye gündemini sarsan haberleriyle tanınan ve haberi kamuoyuna ulaştırmak adına birçok kez cezaevine giren Pehlivan, Özge Uzun ile hayatına, gazeteciliğe ve aşka dair konuştu.

12punto

Özge Uzun ile “Filtresiz” programının konuğu ilk konuğu gazeteci Barış Pehlivan oldu.

İzletyicilere Pehlivan’ın yayınlarda giydiği renkli çoraplarını hatırlatan Uzun, “Sen bir çorap insanı mısın?” diye sordu. Pehlivan ise şöyle yanıt verdi:

‘ÇORAP ERKEĞİYİM’

“Seda Sayan'ın üzerine tabii ki eline su dökemem. Sen seversin sevmezsin bilmem ama ben çorap erkeğiyim. İşin özü aslında şu, bundan 2-3 yıl önce sevgili Gökmen Karadağ'ın programında, o gün bir renkli çorap giymiştim. Benim derdim o günlük sadece bir renkli çorap giymekti, kırmızı renkti yanlış hatırlamıyorsam. O sırada izleyicilerimiz bir bölümü şöyle demeye başladı, işte mesajlar atıyorlar sosyal medyadan özelden, "Ciddi ciddi konular konuşuyorsunuz, bu çorap ne Barış, hiç yakışıyor mu sana, ciddiyeti bozuyorsun, çıkar o çorapları" diye. Benim de açıkçası beklemediğim bir tepkiydi çünkü ne alaka şimdi, benim dediklerimde bir değişiklik mi var? Benim sunumumda, fikirlerimde herhangi bir dönüş mü görüyor? Bir de sonuçta izleyicimiz daha açık kafalı diye biliyorum ben, biraz açıkçası dert ettim bunu. 

Serde de inatçılık var, dedim ki, "Bunların bir şekilde aşılması gerekiyor. Normalde gerçekten bir sonraki hafta yine ben siyah çorap giyecektim. Madem böyle dedim, bunun da aşılması gerekiyor. Ben yapmayacağım şekilde renkli çorap giymeye her hafta başladım, açıkçası biraz da izleyiciyi alıştırmak için. Sonra bana o laf edenler, beni eleştirenler kanala çorap göndermeye başladı, renkli çorap göndermeye başladı” 

‘KÜLTÜR SANAT MUHABİRİ OLMAK İSTİYORDUM’

Uzun’un adalet kavramına dikkat çekerek, “Nasıl taktın sen bu meseleye, adaletli ve doğrucu olma meselesine?” sorusuna ise Pehlivan, “Zaten yapım gereği biraz hep zıp çıktıydım. Yani hep böyle ayrık otuyum, okulumda da arkadaş ortamında da hep böyle itiraz eden, soru soran, kafası farklı düşünmeye çalışan bir gençlik yaşadım. Gazetecilikte ise ben aslında kültür sanat muhabiri olmak istiyordum. İşte derdim kültür sanat haberleri yapmak, şiirlerimi yazmak, romanımı yazmak vesaire öyle bir kariyer” yanıtını verdi. 

‘KÖTÜ YOLA DÜŞTÜM’

Pehlivan, politik ve dosya gazeteciliğine geçiş sürecini, “kötü yola düştüm” diyerek tanımlarken 2011 yılı itibariyle başlayan cezaevi sürecini de anlattı. “İkisi birer günlük olmak üzere toplam 5 kez girdim” diyen Pehlivan, 19 ay suçsuz yere hapis yattığını belirterek, “adalet meselesine takmam, adalet meselesini bir şekilde hayatımın ekseni haline getirmem, serüveni budur” dedi. 

Uzun’un, “Hala umudun var mı Türkiye'de?” sorusuna, “Tabii ki. Ben eğer umudum olmasa bu mesleği böyle yapmazdım bu topraklarda. Ben aslında dünyanın herhangi bir yerinde kolayca yaşayabilecek biriyim” yanıtını veren Pehlivan, Uzun’un, “Ben kızıma da bunu yaşatmam artık dediğin bir nokta ya da yaklaştığın bir nokta oldu mu?” sorusuna ise şöyle yanıt verdi:

'FETULLAHÇILARI YILLARDIR YAZIYORDUK'

“21 yıldır gazetecilik yapıyorum. Başına bu belalar geldiği süre içinde bana çok kez bu konuda resmi ya da gayriresmi teklif de geldi. Yani Avrupa'nın birçok ülkesinden, hatta Amerika'dan dahi gelin burada yaşayın, burada işte oturma izni verelim size gibi bir sürü teklif geldi. Hem sivil toplum kuruluşlarından hem gazetecilik örgütlerinden çok geldi. Hiç düşünmedim ama sonra işte dediğin gibi güzel kızım Arya doğdu. O süreçte biz yine Barış Terkoğlu ile birlikte “Metastaz” kitabını yazdığımızda çok ciddi tehditler aldık. Çünkü 15 Temmuz darbe girişiminden sonra herkes Fethullahçıları konuşuyordu ve Fethullahçıları zaten biz yıllardır yazıyorduk. Ama onların boşalan koltuklara başka tarikatların yerleştiğini biz yazmaya başlayıp onların tehditlerine maruz kaldık. 

'KALEMİMİ KENDİM KIRMADIĞIM SÜRECE...'

Biliyorsunuz ki benim kızım şu an İtalya'da yaşıyor. Evet, benim de İtalya'ya gitme gibi bir şeyim yok. Nasıl söyleyeyim zor bir şey değil benim için. İtalya'ya yaşayabilirdim. Ama şunu düşündüm, mutsuz olacağımı hissettim. Çünkü ben bu gazeteciliği, gazeteciliği böyle yapmayı, bu topraklarda bu mücadeleyi vermeyi seviyorum ve ben mutsuz olursam kızıma da mutsuz bir yaşam sunarım diye düşündüm. Biraz açıkçası hasreti tercih ettim. Bir de şey var hani, yurt dışına çok gidip gelen birisiyim. Kızımı da görmeye düzenli olarak gidiyorum. Hani bundan sonra yurt dışında yaşamam diye bir sözüm yok kendime ama en azından bu mesleği böyle yaptığım sürece kalemimi kendim kırmadığım sürece bu topraklarda yapmayı arzuluyorum. Onlar her ne kadar beni itmeye çabalasa da.

Uzun ve Pehlivan'ın 'Filtresiz' söyleşisinden öne çıkanlar ise şöyle:

'BÜTÜN MESELE OBJEKTİF OLABİLMEKTE'

Yarın hükümet değişse, sen hala muhalif olmaya devam eder misin? Çünkü şu an bu kavramlar birbirine çok karışıyor ya. İktidara karşı olmak mı?, muhalif gazeteci, yandaş gazeteci diye bir kavram girdi ya bizim dilimize. Muhalif gazeteci olmak, iktidara muhalif olmak mı?, her şeye muhalif olmak mı? Yani yarın öbür gün hangi partinin olacağı önemli değil, bu hükümet değiştiğinde de sana yine muhalif gazeteci mi diyecekler sence?

"Şöyle ki, bu sorunu şöyle yanıtlayabilirim. Bir kere özellikle son 20-22 yıldır bazı kavramlar Türkiye'de çok aşındı ve yanlış kullanılıyor. Mesela bizlere hep şey denir ya işte tarafsız gazeteci. O kadar saçma bir kavram ki. Ben tarafsız bir gazeteci değilim Özge, benim tarafım var. Ben insan haklarından tarafım, ben hayvan haklarından tarafım, ben adaletten tarafım, ben eşitlikten tarafım. Bütün mesele şu, objektif olabilmekte. Ben objektif gazeteci olmaya çabalıyorum. Gerektiğinde tarafı olduğu yeri de eleştirebilir. Objektif olabilme, sorunu buradan başlayarak söylersem. Benim derdim şu anki cumhurbaşkanının, şu anki iktidarın kaşı gözü, sesi, ses tonu ne bileyim işte arkadaşları değil ki... 

''ŞU ANKİ MUHALEFETE BAKTIĞIMDA...'

Benim derdim, şu anki iktidarın kurduğu sistemle. Ben kavga ediyorum. Eğer yarın öbür gün bu iktidar gider de yerine aynı sistemi başkaları kurarsa ve başkaları bir şekilde bu sistemi devam ettirirse, ben onlarla da kavga edeceğim. Hal böyleyken, kendi kendime bu soruyu düşündüğümde kimi zaman şu anki muhalefete baktığımda galiba ben yine iktidar değişse de biraz kavga edeceğim gibi gözüküyor."

'DÜŞMAN OLARAK GÖRDÜKLERİ MAHALLENİN YAZARININ KALEM NAMUSUNA DAHA FAZLA SAHİP ÇIKTIĞININ FARKINDALAR'

Belli kulis bilgilerini almak için aslında sana dava açan, seni ve senin meslektaşlarını bir taraftan da ‘bir Silivri'nin havasını alın bakalım’ diye zorlayan siyasetçilerle konuşuyorsun aslında. Kulis bilgileri alıyorsun. Hiçbir şey söylemiyorlar mı? Yani bu olanlarla ilgili, işte haksız yere hapse atılman ya da dava açılması? bir şey demiyorlar mı?

"Çok şey diyorlar, çok komik şeylere de hatta maruz kalıyorum. Şu an Türkiye'yi yöneten ekip içinde benim işte görüştüğüm bazı siyasetçiler var. Hepsi benim hapse girmeme karşı çıkıyor. Sana da çok adaletsizlik yapıldı vesaire. Zannedersin ki Türkiye'de yapılmadı da, onların iktidarında yapılmadı da başkaları yaptı. Ben yapmadım, Mickey yaptı gibi oluyor biraz açıkçası. Ama sonuç, ben gazeteciyim. Ben kinle hareket edemem. Sonuçta derdim kamuoyuna bu ülkede olan bitenleri doğru şekilde aktarabilmek. Bu da masa başında olmuyor. Her halükârda olayı bizzat yöneten insanlarla görüşerek yapmaya çabalıyorum. 

Hatta açık söyleyeyim, benim haber kaynaklarım arasında baktığında bir karşılaştırma yaparsan iktidar cenahında daha fazla haber kaynağım var. Çünkü onlar da şunu biliyor aslında. Bu davaların, bu baskıların konjonktürel olduğunu, her ne kadar biz de biliyorsak onlar da biliyorlar. Benim boşa hapse girdiğimi, boşa bu davalarla aslında uğraştığımızı onlar da biliyorlar ve dönüp dolaşıp kendi mahallelerinden ziyade düşman olarak gördükleri o mahallenin o yazarının kalem namusuna daha fazla sahip çıktığının da farkındalar. Birebir de bunu söylüyorlar zaten"

'ÇOK KEZ RÜŞVET TEKLİF EDİLDİ'

Şu geliyor aklıma, mesela üç meslek grubu var aslında. Görünürde aynı işi yapıyorlar. Diplomatlar, gazeteciler, istihbaratçılar. Diplomatlar kendi ülkelerinin çıkarları için bilgi topluyorlar. Yani bir gazeteci edasıyla. İstihbaratçılar, kimin çıkarları için bilmiyorum. Gazeteciler haberi yaymak için bu bilgiyi topluyorlar. Aslında çok birbirine girift bir iş yapıyorlar. Sen yaptığın bu işte bazen kendini başka bir yere doğru konumlandırılmış, başkaları tarafından kullanılmış ya da yok ya burada bir çizgi olmalı, ben bu çizgiyi aşmayayım. Çünkü bu çizgiyi aşarsam gazetecilikten çıkacak dediğin bir nokta oldu mu? Ya da bundan korkuyor musun mesela?

"Onlarca kez girişim oldu tabii.

Çünkü sonuçta şunu bir kere bilelim, haber kaynaklarının büyük çoğunluğu gazeteciyi bir şekilde kendi propagandası, kendi fikri yönünde beslemek ister. Buradaki mesele aslında biraz sizin deneyiminiz, biraz aslında sizin zihninizin açık olması ve hatta zaaflarınızı nasıl yönettiğinizle ilişkili bir şey. Yani bana rüşvet teklif edilmedi mi? Çok kez teklif edildi, çok ünlü isimler tarafından da teklif edildi. Ya da örnek veriyorum öyle bir şey olur ki ben sana haber veririm, o haber doğrudur ve çok konuşulur. Sen yaparsın, bir tane daha haber veririm, o yine çok konuşulur, yine yaparsın. Bir tane daha haber veririm, yine doğru çıkar, yine haber veririm. Otomatik olarak senin de bana karşı bir güven duygun oluşur, değil mi?

Dördüncü haberi veririm. Sen eğer çok sorgulamadan benden geldi diye direkt yayınlarsan patlayabilirsin aslında. Diğer üç haber bu dördüncü haber için sana verilmiştir. Ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum? Sende bir güven duygusu oluşturur öncesinde. Sen nasıl olsa ondan gelen haberler doğrudur diyerek elemeden, evrensel gazetecilik kurallarını kullanmadan yayarsan aslında büyük bir tongaya düşmüş olursun. 

SAÇLARI NEDEN BEYAZLADI?

Neden saçların beyazlamış arkadaş? Biraz sana da benim gibi çektiren mi var? Ailede ırsi mi yoksa hapse gire çıka gire çıka mı?

"Biraz ırsi, biraz da sıkıntıdan. Şu aşamada kalırsak güzel yani, daha fazla beyazlamasın ama hani senin de bildiğin gibi... lens değil, boya değil saçlarım"

'KAZIN AYAĞI PEK ÖYLE DEĞİL'

Anlıyorum. Peki aşk Barış, aşk? Şimdi sen benim arkadaşım olduğun için, kendisi çok karizmatik, işini çok iyi yapan, çok tatlı bir adam sevgili Barış. Elbette yani bekar da, hani genciz, güzeliz, hayat sadece haberden ibaret değil. İster istemez burada merak ettiğim şey, elbette şimdi tırnak içinde söylüyorum, yani bu kadınlar olarak biz bu profillerden de etkileniriz, kahraman profilleri. Bak sana tüyo veriyorum, etkileniriz ve hoşumuza gider. Senin çok zor bir hayatın var aslında. Yani herkesin de sana yoldaşlık yapamayacağı zorlukta bir hayat var. Korkuyor mu kadınlar belli bir aşamadan sonra, ilk başta böyle çok keyifli gidiyorlar ama yani derler ya hani kazın ayağı öyle değil kardeşim, bir taraftan da bunun başka bir sorumluluğu var. Yani senin hayatında olmanın da getirmiş olduğu bir sorumluluk var. Bunu hissediyor musun? Sence korkuyorlar mı?

"Önce evet diyeyim, sonra devam edeyim. Şimdi çok önemli bir şey dedin. Canım benim, bir kere şu çok önemli bir şey, evet tam da söylediğin gibi. Dışarıdan böyle iktidara kafa tutan, işte bestseller kitaplar yazan, konuşulan edilen, televizyonda ünlü olan, vesaire, bir mücadele insanı var, evet Barış Pehlivan diye. Şimdi bu dışarıdan tatlı görünebiliyor. Ben de böyle insanlardan hoşlanırım, mücadele eden insanlardan hoşlanabilir.

Ama hani çok klişe olacak ama gerçeğim de şu ki, ben açıkçası o ekrandaki Barış'ı seven ya da Barış'ı sadece seven insanları biraz sorunlu görüyorum. Yani daha doğrusu onları hayatıma alınca sorun yaşayacağımı görüyorum. Çünkü tam da dediğin gibi kazın ayağı pek öyle değil. Yani Barış'ın da kaygıları, Barış'ın da endişeleri, Barış'ın da büyük stresleri, Barış'ın da hüzünleri, ağlamaları, çığlıkları, zaafları, bir sürü şeyi var. Her insanda olabildiği gibi. Şimdi hal böyleyken yarın öbür gün ben bu mesleği bırakabilirim, bu ekranlardan uzaklaşabilirim, bu gazetede bu kitapları yazmayabilirim. Hal böyleyken sen hala Barış'ın hayatında olacak mısın, olmayacak mısın? Biraz mesele bu aslında.

'AŞKA ÇOK AŞIK BİRİSİYİM'

Tabii sen bir taraftan da serde şüphecilik ve gazetecilik olduğu için bazen deformasyon yine de o kokuyu alıyorsun.

Tabii ki. Şöyle bir şey var. Ben sonuçta, demek istediğim en nihayetinde şu, kolay bir yaşam yaşamıyoruz. Yani şu an bizi izleyen izleyiciler, yıllardır bizi takip eden insanlar bile emin ol yaşadıklarımızın yüzde 20'sini, yüzde 30'unu biliyorlar. Bizim dışarıya yansıtmadığımız onlarca baskı, tehdit, hatta bazen bir şey söyleyeyim mi, hayatındaki arkadaşına, en yakınına bile söylemediğin onlarca baskıyla karşılaşabiliyorsun. Yani geçtim sevgiliyi, geçtim aşkını, dostun bile senin neden kızdığını farkında değil. Ama sabah, örnek veriyorum, mailine öyle bir tehdit gelmiştir ki o tehdidi bile paylaşamayabilirsin. Geleceğe dair düzenli olarak hayatını tehdit eden şeylerle birliktesin. Yani benim hakkımda örnek veriyorum şu an 20 tane soruşturma var, anlatabiliyor muyum? Bilmem kaç tane dava var. Hepsini toplasam 50-60 yıl hapisle yargılanıyorum halihazırda, anlatabiliyor muyum? 41 yaşındayım, ne olabileceğim dair umudum var ama bir de Türkiye'nin gerçekleri var. Hal böyleyken bütün bunlar insanda büyük bir tortu bırakıyor, tepki bırakıyor ve yansıma bırakıyor. Tam da dediğin gibi, evet ben ve benim gibi insanlarla birlikte olmak kolay bir şey değil, ben kolay bir insan değilim ama en nihayetinde aşka çok aşık birisiyim.

'İÇİMİZDEKİ ERDOĞAN'LA NE YAPACAĞIZ'

Son çıkan hayvan hakları yasası ile ilgili de görüşlerini almak istiyorum. Çünkü sen de bir kedi babası diyebiliriz sana. Sadece bu hayvan hakları yasasıyla alakalı değil, mesela bu sene ben çok fazla seyahat ettim yaz döneminde ve hep arabayla gidip geliyorum. Ege'ye gittim, geldim. Her yıl o yollardan geçerken bir yerlerin yok olduğunu, o yeşilliklerin betona dönüştüğünü, ağaçların kesildiğini en iyi yolculukta görmeye başlıyorsun. Bu sadece şu anki yönetimle de alakalı değil bence. Bence bizim halkımızın da büyük çoğunluğunda bir duyarsızlık mı dersin ya da artık o kadar ekonomiyle, can derdiyle uğraşmaktan; köpeğe, kediye, ağaca, kuşa bakamayacağım noktası mı dersin? Böyle çok başka bir halde ve kafadayız. Sence hepsiyle birlikte barışabilecek miyiz ve sen o umudu görüyor musun önümüzdeki zamanlarda?

"Şöyle ki, bu iktidar bugün gider. Bugünkü seçimde gitmez, ondan sonraki seçimde gider. Bunlar çok da önemli şeyler değil. İktidar değişir, cumhurbaşkanı değişir, milletvekilleri değişir ama benim en çok taktığım konu ne biliyor musun? Umuttan bahsettiğin için söylüyorum, içimizdeki Recep Tayyip Erdoğan’la, içimizdeki AKP’lileri ne yapacağız? Yani bizim içimize yerleşmiş o iktidarı ne yapacağız? 

'PSİKİYATRLARA ÇOK CİDDİ İŞ DÜŞÜYOR'

Bu iktidarı 22 yıldır yaşıyoruz. En gencimizden en yaşlımıza kadar bu iktidarın kodları biraz girdi, anlatabiliyor muyum? Bu iktidar döneminde doğan çocuklar 20 yaşında. O iktidar döneminde gördüğümüz komplolar, yalanlar, iftiralar, şantajlar, şark kurnazlıkları vesaire bizim bazı kodlarımıza yerleşti, anlatabiliyor muyum? İktidar değişirse, o kirden nasıl arınacağız? Ben en çok bununla ilgiliyim. Onun için Türkiye'de bana kalırsa sosyologlara, psikologlara, hatta psikiyatrlara çok çok ciddi bir iş düşüyor. 

'RAKI MASALARINDA ERDOĞAN KONUŞUR HALE GELDİK'

Eleştirdiğine benzeyen muhalefet partisi liderleri oluşmaya başladı. Ne kadar bağırsam, ne kadar azarlarsam, ne kadar masaya yumruğumu vurursam o kadar daha kudretli, o kadar daha güçlü, o kadar daha fazla alkış alırım diyen insanlar çoğalmaya başladı. Halbuki benim özlediğim şey, çok romantik gelebilir ama, ben üniversitemin ilk yıllarında yani 2000'lerin başında, arkadaş sohbetlerinde Cemal Süreyya konuşuyordum, Edip Cansever konuşuyordum, Turgut Uyar konuşuyordum, Nilgün Marmara ve arkadaşlarını konuşuyordum. Şimdi oradan rakı masalarında Recep Tayyip Erdoğan konuşur hale geldik. Bu bir ülke için sadece siyasi şey değil, yani Recep Tayyip Erdoğan'ın kimliğiyle ilgili bir şey değil, bu kadar göbeğimizde olmamalı. Bizi besleyen ana damarları biz hep tıkamış durumdayız ve çok öksüz kalıyoruz bence böyle. 

5.MADDE

Dediğin gibi ben bir kedim var Roza, sarman. Cumhuriyet'te yazdım. Günlerce şey düşünüyorum, acaba bu 5. madde var ya, ünlü 5. madde, olumsuz davranışlar gösteren köpek diye söylüyor. Her yere çekilebilir, her şekilde şey yapılabilir, acaba bu öldürülecek olan köpeklerin, öldürülecek olan hayvanların yasını sadece vicdanlı insanlar mı tutacak? Yani acaba başka hayvanlar da o öldürülen hayvanların yasını tutacak mı? 

Antropologlara göre evet, evet yani siz bir köpeği öldürdüğünüzde o köpeği tanıyan diğer köpekler de, hatta diğer canlılar da yas içine girecek. Yine antropologlara göre, yemekten kesilecekler. Kimileri saldırganlaşacak, kimileri huzursuz olmaya başlayacak, kimileri intihar edecek, biliyor musun?

'HAYVAN KATLİAMI ÜZERİNDEN KİMİN CEBİ DOLDURULACAK?'

Şimdi hal böyleyken mesela o yası yaşayan hayvanlar da acaba o 5 maddenin kapsamına giren, olumsuz davranışlar gösteren hayvanlar haline mi gelecek? Yani yas tutmak da bir katliam nedeni mi sayılacak acaba? Ya o kadar bilimden, o kadar canlı uğraşmaktan uzak insanlar ki bu yasayı çıkaran insanlar, anlatabiliyor muyum? Bunları bile incelememişler. Cumhuriyet'te yazdım. Hachiko diye bir köpek var ya Japonya'da, bir profesörle birlikte bir bağ kuruyor. Her gün onu tren istasyonuna götürüyor, sonra tekrar evine dönüyor ve profesör bir gün üniversitede ölü bulunduğunda, Hachiko her zaman buluştuğu tren istasyonunda 10 yıl boyunca oraya gidiyor, onu bekliyor. En sonunda o da o tren istasyonunda hayatını kaybediyor. Orada şu an heykeli var Japonya'da. Şimdi yani insan-hayvan ilişkisi üzerine adamlar, Japonlar gitmiş oraya heykelini dikmiş. Biz daha antropologlar ne diyor bu hayvanlar ne hisseder ya, bütün mesele sadece Türkçe bilmemeleri mi, İngilizce bilmemeleri mi, konuşamamaları mı bizim anlayabileceğimiz dilde? Diyor ki yas tutuyorlar ya, yas tutuyorlar ve o yas bile onların katledilmesine neden olabilir. Ki ben meselenin gerçekten hala tam oturtamadım noktası var. Bu acele ne ya? Ne bu? Bu kime gerçekten rant sağlanacak diye sormadan edemiyorum. Kimin acaba cebi doldurulacak bu hayvan katliamı üzerinden?"

'DEPREMDE BİLE BUNU GÖRDÜK'

Hayır, ben de şimdi sen söyleyince onu anlamadım. Hayvan katliamıyla cep doldurma nasıl yan yana gelebiliyor?

"O kadar çok şey olabilir ki. Ulaşımı üzerinden olabilir, ilacı üzerinden olabilir, tutulacak doktor üzerinden olabilir yani. O aşının şırıngası üzerinden olabilir, her şeyden olabilir. Biz hep bunu gördük. Depremde bile bunu gördük. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra topladıkları paraları bile adamlar doğru dürüst dağıtmadı. Hal böyleyken ben nasıl şüphelenmeyeyim?Yaptıkları yapacaklarının teminatı oluyor çünkü."

'ONLARIN DA UMUTSUZ OLMAYA HAKKI YOK'

Son bir soru. Şimdi şöyle bir şey hayal etmeni istiyorum senden. Gözlerini kapat. Allah korusun bir daha olmasın, cezaevine girdin. Koğuşa girdin. Normalde tek kişi kalıyorsunuz ama koğuş tek kişilik değil. Genç bir delikanlı var koğuşta. Allah kurtarsın abi, Allah kurtarsın böyle. Baktın, sen bu genç yaşta, hayırdır niye girdin diye sordun gence. Genç dedi ki: “Duvara Barış Pehlivan'a özgürlük yazdım. 6 ay aldım. Tanımıyorum da abi, ne olduğunu ama girdik işte,” dedi sana. Ne hissederdin?

"Çok güzel bir soruymuş. Kendimi tanıtırım herhalde önce. Çok benzer hikayelerle karşılaştığım için, yani içeride gerçekten bizlerin haklarını savunduğu için başı belaya giren insanlarla ben karşılaştım, seni hiç tanımadan, beni hiç tanımadan. Ama bu biraz da şöyle bir şey; ben de hiç tanımadığım milyonlarca insan için bu bedelleri ödüyorum. O milyonlarca insanın çocukları daha iyi, daha huzurlu, daha aydınlık bir ülkede yaşasın diye kendi çocuğuma hasret büyüyorum. Şimdi bu benim işim. Ben bu işi böyle öğrendim. Bu işi böyle yapamadığım anda kalemimi satmayacağım ve kiralamayacağım, o kalemi kendim kıracağım. Ama şunu biliyorum ki, cezaevi çok korkulan bir kavram ya, iyi bir yer değil, cezaevi güzellemesi yapacak kadar aptal değilim ama insan bilmediği şeyden korkar. 

O cezaevinin eğer bildikten sonra o korku duvarı açıldıktan sonra cesaretle karşılaşıyorsunuz. Onun için mesela beni cezaevine atmakla korkutamazlar. Aksine ben her cezaevinden çıktığımda daha güçleniyorum. Çünkü onlar benim ömrümden 6 ay aldılarsa ben hayatıma 12 ay katacağım diyorum. Onlar benim 1 yılımı aldılarsa 2 yıl katacağım diyorum. Bugüne kadar hep öyle yaptım, hep öyle de yapmaya devam edeceğim. Ama hiç kimsenin şüphesi olmasın, ben ve benim gibi onlarca meslektaşım, keza sen, bu mesleği hala inatla yapmaya çabalıyorsan, emin ol, emin olsunlar bizi izleyenler, içimizde hala adil, umutlu, çağdaş bir geleceğin olacağına inancımızdan, bu ülkeyi çok sevdiğimiz için. Biz bu umudu koruduğumuz için devam ediyoruz. Onların da umutsuz olmaya hakkı yok.

'O GÜZEL GÜNLER GERİ GELECEK'

Biz bu deli işini yaparken, biz bu delilikleri yaparken, onların da el atması gerekiyor. Yani sadece sosyal medyadan like yapıp ya da üzülmekle bu iş olmaz arkadaş. Bu gazeteciler senin ve senin sevdiklerin için bu bedelleri ödüyorlar, sana bu zorlukları göğüsleyebiliyorlarsa sen göğüsleme gücünü kendinde görmeyebilirsin ama en azından o gazetecilerin yayınlarını izle, onların kitaplarını oku, onların yazılarını paylaş. Böylece büyüyebilir bu mücadele ve örgütlensin hepsi, Bu örgütlenmektir zaten. Örgütlenin ve bu dayanışmayı çoğaltın. Emin olun o güzel günler gelecek"