Özgür Özel'den 'kayyum' ve 'yeni anayasa' çıkışı

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nın 13’üncü Olağan Genel Kurulu'na katılan CHP lideri Özgür Özel, yeni anayasa tartışmalarına ilişkin "İlk önce bu iktidarı hep birlikte değiştireceğiz, sonra oturacağız gerçek bir toplum sözleşmesini tüm yönleriyle konuşacağız, hayata geçireceğiz ve bu ülkede geçen anayasa gibi değil; toplumun tamamını yani yüzde 95'ini memnun edecek bir anayasayı, gerçekten eşitlikçi bir anayasayı yazarak bu ülkeyi ikinci yüzyılda hep birlikte çok daha güçlü bir noktaya getireceğiz" açıklamasını yaptı.

12punto

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nın 13’üncü Olağan Genel Kurulu'na katıldı.

ANAYASA MESAJI

Özel, burada yaptığı konuşmada yeni anayasa tartışmalarına değinerek şunları kaydetti:

"Önünde sonunda bir anayasa yapacağız. Yapacağımız anayasayı, gerçekten çağın gereklerini karşılayan, darbenin kurumlarından kurtulmuş, darbe pratiğinden kurtulmuş; tam olarak eşitlikçi, doğayı gören, çevreyi gören, örneğin yeni anayasal kavramları sahiplenen, belli eşitsizliklere belli haksızlıklara farklı yönleriyle müdahale edebilen ve Türkiye Cumhuriyeti'nin dünyanın en güçlü, en önde, en müreffeh ve en barış içinde ülkelerinden bir tanesi haline getirebilecek bir toplum sözleşmesiyle hep beraber inşa etmeye ihtiyaç var.

Ama bu sözleşmeyi bugünkü anayasaya uymayanlara, dönüp dolaşıp kendi rejimini yeniden inşa etmek, yeniden sürdürmek için yaptığı uyanıklıklara karşı uyanık olarak yapacağız."

KAYYUMLARA TEPKİ: ESAS MESELE HALKI CEZALANDIRMAK

Esenyurt, Mardin, Batman, Halfeti, Tunceli ve Ovacık belediyelerine atanan kayyumlarla ilgili konuşan Özel, "CHP’li, DEM’li belediyelere atanan kayyumlardaki esas mesele halkı cezalandırmak, halkın iradesine kafa tutmaktır. ‘Beni seçeceksin, tek seçenek benim. Benden başkasını seçersen seçme hakkını elinden alırım’ demektir" sözleriyle tepki gösterdi.

Özel’in konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:

“Her şey bir anayasal eşit vatandaşlıktan geçiyor aslında, Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasasında herkesin eşit olduğu yazıyor. Ancak o anayasanın uygulanmasında, kanunlarında, kanun koyucuların bakış açılarında, kanun uygulayıcıların bakış açılarında ve yerleşik içtihatlardan dolayı çok önemli sorunlarımız var. Biz Meclis'teyiz, görev yapıyoruz.

Hepimiz seçmenlerin oylarıyla geliyoruz. İşte şimdi bütçe görüşmeleri var. İnsanların en önemli kazanımlarından bir tanesi, bütçe hakkı. 1200’lerden beri gelen bir mücadelenin sonucunda paranın nasıl, ne kadar, kimden toplanacağına ve nasıl, ne kadar, nereye harcanacağına seçilmişler, Meclis karar veriyor ve bunu bir bütçe kanunu ile yapıyor. Yani devletin alan, toplayan sağ eli ile dağıtan şefkatli sol elinin dengesi orada kuruluyor.

Orada bütçeyi alırken hiçbir farkımız yok. Alevi-Sünni ayırmadan vergiler toplanıyor. Zaten Türkiye'de vergilerin yüzde 68’i zengin-fakir de ayırmadan dolaylı vergilerle; yüzde 20’si maaşlardan yapılan kesintilerle sadece yüzde 11-12’si gerçekten para kazananın yani gerçekten vergi vermesi gerekenin verdiği vergilerle toplanıyor. Ve bunun içinde de aynı büyük adaletsizliğe her iki taraf da muhatapken daha sonra bir de bu para harcanırken Sünnilerin cami ihtiyaçları karşılanıyor.

Her yere yeteri kadar cami yapılıyor. Personeli, imamı, müezzini, devlet memuru olarak görev yapıyor. Tüm ihtiyaçları karşılanıyor. Ama aynı vergiyi veren, hizmet almaya geldiği zaman orada bir ayrımcılıkla karşılaşılıyor. Ve burada bu ayrımcılık yetmezmiş gibi, bu ayrımcılığın dayandığı zihniyet, kendini aslında ihbar eden bir zihniyet var. Sıkıştığında döndü bir kere dedi ki ‘Cemevi, cümbüş evi’ dedi.

Tabii kafada böyle bir yaklaşım olunca Alevilere, Sünnilerin aldığı hizmetlerin aynılarını eşit şartlarda eşit sunabilecek yapılar ve varsa eşitsizlikler, bunun ortadan kaldıracağı iradeyi göstermek yerine onları Kültür Bakanlığı’na bağladılar. Orada bir daire başkanlığı açılıyor. Mesele cümbüşse Kültür Bakanlığı’na bağlamak lazım. Esas sorunu orada, bunun eşit bir inanç olduğu ve bu inancın sahiplerinin, bu ülkenin eşit, onurlu vatandaşlar olduğunu kabul edecek dirayeti göstermek.

Daha doğrusu kabul edilmiş toplum sözleşmesine bu noktada uymak gerekiyor ama bunu kasten yapmayan ve bu alana kurduğu Daire Başkanlığıyla müdahale eden, yapıyı içinden parçalamaya çalışarak, devletin birtakım imkanlarını teklif eden, herkesin bir ve beraber olması gereken günde Hacı Bektaş'ta bir gün önce bazı temsilcileri yanına alarak alternatif tören düzenleyen, gelecek yıllara doğru 'esas tören bu tören, resmi tören bu tören' demeye hazırlanan ve bir taraftan da Milli Eğitim alanında tam da bu bakış açısına uygun bir bakanla...

Yani aslında diyorlar ki hep söyleniyor, ‘Milli Eğitim Bakanı bu kabinenin en kötü bakanı, en berbat bakanı.’ Bence en iyi Bakanı bu kabinenin çünkü bu kabineyi en iyi temsil eden bakan o. Bu anlayışın bakanı ancak böyle olur. Bu kabinenin, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin anlayışının Milli Eğitim Bakanı bu. Sınıfın ortasına mezar koyduran, gülmeyi öğrenmesi gereken çocuklara ki 6 Şubat depremini geride bırakmışız, hep birlikte ağlamışız, hep birlikte yastayız. Ve artık gülmesini öğretmeniz lazım. Ağlamayı öğrettiniz zaten bu çocuklara yıllardır.

"ALEVİ İNANCINI YOK SAYMANIZA İZİN VERMEYECEĞİZ''

Gün oluyor camide üzerime o zaman kendi ellerinde olan 31 Mart'ta da yüzde 60 ile o ilçeyi de büyükşehiri de aldığımız yerde güya hemşehrileri Özgür Özel'e saldırıyor görüntüsü vermek için kendi belediye işçilerinden linç girişiminde bulunuyorlar. Neden? Onlarla birlikte bir A4 altında buluşmamışım. O Mehmetçik neden şehit olmuş, o Mehmetçik orada neden durmuş bir bilgi vermekten esirgeyecek Meclisi, önüne kadar diktiriyor bunun altına bütün siyasi partiler imza atalım hep birlikte terörü kınayalım.

Kendim kınarım. İktidar dışındaki herkesle birlikte kınarım. Ama o meseleyi çözmeyen, hatta o meseleyi araçsallaştıran, bunun üzerinden bir güvenlik kaygısıyla iktidar kurmaya çalışan bir anlayışın her dediğini yapma zorunluluğu onlarla A4’lerde, onlarla kınama metinlerinde buluşma zorunluluğumuz yok hiçbirimizin. Gün oldu itibar suikastlerıyla, gün oldu sosyal medyadan, gün oldu içimizdeki bazı farklı düşünen arkadaşları belli konularda teşfik ederek bu birlikteliğimize, bu güç birlikteliğimize, bize zarar vermeye çalışıyorlar.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak şunu söyleyeyim, biz kim haklıysa onun yanında durmaya devam edeceğiz. Biz cesaretle yapılan tüm haksızlıklara karşı, haklının yanında olmaya devam edeceğiz. Cumhuriyet’in kurucu partisinin Genel Başkanı olarak söylüyorum biz bu ülkede kimsenin bayrağı indirmesine de vatanı böldürmesine de ezanı dindirmesine de izin vermeyiz ama biz sizin bu söylemle iktidarınızı sürdürüp, ondan sonra o ezanı okuyan müezzine, imama da zulmetmenize de ya da o müezzine, imama da maaş verirken diğer tarafta Alevi inancını yok saymanıza da izin vermeyeceğiz.

"YENİ ANYASAL KAVRAMLARI SAHİPLENEN ANAYASA''

Biz bu ülkede kimsenin o bayrağı bizden daha fazla sahiplenmeye hakkı olmadığını, bunu kendimize bir tekerl değil bu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı herkesle birlikte paylaştığımızı, paylaşacağımızı, bu kararlılıkla olduğumuzu ifade etmek isterim. Bütün dünyada aşırı sağ yükseliyor ve karşılarında birleşemeyenler ve karşılarında onlara bu olanağı tanıyan kötü siyaset var.

Cumhuriyet’i kuran parti olarak tüm muhalefete elimize uzatarak, tüm muhalefete sadece sol muhalefeti de kastetmiyorum yani bu iktidar değişsin isteyen, bu eşitsizlikler bitsin diyen herkese elimizi uzatarak ve üsttenci, kibirli bir tavırla değil eşitlikçi bir tavırla birlikte mücadele için bir kez daha irademizi tekrar etmek isterim. Ve önünde sonunda bir anayasa yapacağız.

Yapacağımız anayasa, gerçekten çağın gereklerini karşılayan, darbenin kurumlarından kurtulmuş, darbe pratiğinden kurtulmuş; tam olarak eşitlikçi, doğayı gören, çevreyi gören, örneğin yeni anayasal kavramları sahiplenen, belli eşitsizliklere belli haksızlıklara farklı yönleriyle müdahale edebilen ve Türkiye Cumhuriyeti'nin dünyanın en güçlü, en önde, en müreffeh ve en barış içinde ülkelerinden bir tanesi haline getirebilecek bir toplum sözleşmesiyle hep beraber inşa etmeye ihtiyaç var.

Ama bu sözleşmeyi bugünkü anayasaya uymayanlarla, Erdoğan’a yapılması gereken bir analizi Erdoğan'a yapanlarla, şimdi o kendine yapılmış anayasaya bile uymayanlarla ve bu anayasayı aslında kendisi için, ki küçük ortak söylüyor; revize etme ihtiyacımızı tatmin etmek için bir gün bize, bir gün size, bir gün bir başkasına giden birtakım pazarlıkçı tekliflerle ama sonunda dönüp dolaşıp kendi rejimini yeniden inşa etmek, yeniden sürdürmek için yaptığı uyanıklıklara karşı uyanık olarak biz bu anayasayı yapacağız.

İlk önce bu iktidarı hep birlikte değiştireceğiz, sonra oturacağız gerçek bir toplum sözleşmesini tüm yönleriyle konuşacağız, hayata geçireceğiz ve bu ülkede geçen anayasa gibi değil; toplumun tamamını yani yüzde 95'ini memnun edecek bir anayasayı, gerçekten eşitlikçi bir anayasayı yazarak bu ülkeyi ikinci yüzyılda hep birlikte çok daha güçlü bir noktaya getireceğiz.

"BİR YOL AYRIMINDAYIZ, TARİHİ BİR KAVŞAKTAYIZ''

Bir yol ayrımındayız, tarihi bir kavşaktayız. Yani Erdoğan'ın dediği yöne gidilirse 3 bin, 4 bin dolarlık milli gelirle sürünen halkların ve onların itibardan tasarruf etmeyen liderlerinin ülkeler ligine döneceğiz. Ama 50 bin doların üzerinde milli gelirleriyle hesap verebilen, şeffaf siyasetiyle mütevazı liderleriyle, zengin halkların olduğu dünyadaki yerimizi alacağız ve bu sefer dünyadaki diğer eşitsizliklerin üzerine Türkiye'den kararlılıkla yürüyeceğiz.

Bu süreçte dilimizi doğru kurmaya, karşı tarafı yani muhalefeti birbirinden ayrıştırmak için karşı tarafın eline argümanlar vermemeye, biz 100 yıllık tarihimizdeki ders alınacak yerleri de geçmişteki hataları da ikinci yüzyılda hep birlikte kol kola ilerlerken onların hepsini konuşuruz, konuştuk. Vakit geçmişten husumet çıkarmak değil, vakit bazı cümleleri söyleyip de iktidara muhalefeti ayrıştıracak imkanları verme vakti değil.

Vakit çerle çöple uğraşma, gözünün üstünde kaşın varla uğraşma vakti değil. Vakit, cepheyi genişletme, kararlılığı yükseltme, bir arada durma, özgüvenle bu rejimin değiştirilebileceğine inanma vaktidir.

31 Mart'ta toplum muhalefetin belli ögelerinin dağınıklığına, belli öğelerinin tamamen karşı tarafa hizmet edecek bir dili kurmalarına rağmen ve birçok iş birliği olanağı ellerinin tersiyle itmelerine ve Saray’ın bir yerel seçim başarısı elde etmesine katkı sağlayacak hatalara rağmen, toplum çağrımızla, çağrılarımızla ve kendi ferasetiyle, aklıyla, vicdanıyla Türkiye ittifakıyla ya da Türkiye'deki demokratik güçlerin aday oldukları yerde, kendi gönlünden kurduğu ittifakla bu iktidarın karşısında kim kazanabilecekse o belediyeleri ya kazandırdı ya kazandırmaya çok yakın çok iyi sonuçlar elde etti.

Şimdi bu sürecin hazımsızlığı içinde olanlar, oylar kendisine verildiğinde milli iradeyi baş tacı edenler; oylar başkasına verildiğinde bu sefer kafa tutmaya, hesap sormaya, cezalandırmaya başlıyor. Eğer muhalif olanın kim olduğunu buluyorlarsa hapse atıyorlar ama seçimde kapalı oy var bulamadılar toplu olarak cezalandırılıyor.

"ESAS MESELE HALKI CEZALANDIRMAK''

Esas mesele yani Esenyurt'ta kayyum atanması da Mardin'de Ahmet Türk'e kayyum atanması da CHP’li, DEM’li belediyelere atanan kayyumlardaki esas mesele halkı cezalandırmak, halkın iradesine kafa tutmaktır. ‘Beni seçeceksin, tek seçenek benim. Benden başkasını seçersen seçme hakkını elinden alırım’ demektir. Biz buna ilk önce Van’da ikinciye mazbata verilen rezaleti geçen dönem tekrar etmeye çalıştıklarında bir heyetle gittik, orada olduk dimdik. Hakkari'deki kayyuma da itiraz ettik. Esenyurt'ta da dayanışmaya gelen kimseyi reddetmedik, hep birlikte olduk.

Ardından diğer kayyumlar da örneğin Mardin'de Ahmet Türk'le birlikte otobüsün üstüne çıkmaktan, bunu kınamaktan da geri durmadık. Çünkü mesele şu, yapılan iş bir suçtan dolayı değil olsa zaten bütün süreçler biter yerine de belediye meclisi yenisini seçer. Ama daha soruşturma aşamasında bu zaten darbe, OHAL mantığı, sıkı yönetim dönemlerinde olan bir şey ve OHAL artığı olan birşey.

"İYİ NİYETLE, HEP BİRLİKTE BERABER OLMALIYIZ''

Son olarak Ovacık'ta ve Tunceli’de yaptıkları iş. Ya 2012 yılında bir cenaze var, bu cenazeye gidilmiş. Şimdi birincisi bir temel mesele var. Taziye ölüye değil, diriye verilir. Hiç kimse hayatını kaybetmiş çocuğunun siyasi görüşünden, işlediği suçundan, örgütünden, bilmem nesinden mesul değildir. Öyle anneler babalar vardır ki iki ayrı zıt görüşlü birbiriyle çatışan örgütte evlatları vardır. Siz bu anne babayı evladının görüşünden taziyeye geleni, taziye verişinden sorumlu tutamazsınız, birincisi bu.

Daha da vahimi dönem farklı bir dönem, o dönemde Savcı belediye başkanlarını arıyor diyor ki ‘bu cenazeyi biz yollarsak bir çatışma olur, şehit veririz. Şu anda bunun olmaması için siz inisiyatif alın. Belediye Başkanı olarak sorun, olursa siz gidin.’ Soruluyor, gidiliyor, define eşlik ediliyor, katılınıyor, aileye taziye veriliyor, dönülüyor.

Bunu terör faaliyeti sanan bir anlayış var. 2012'den 2022'ye kadar görmeyip 2022'de müflis tüccarın eski defterleri karıştırması gibi o dönemin ruhundan, o dönem Türkiye'de neler oluyordu, neler konuşuluyordu, sen ne diyordun onlara bakmadan, dönüp oradan suç çıkarıp gelip burada kayyum atıyorlar 12 yıl önce 2 yıl önce açtıkları soruşturmayla. O yüzden bunların ne yapmaya çalıştıkları belli ama derdimizi halkımıza doğru anlatmamız lazım.

Bunun için de çok dikkatli olmak, bu süreçlerin neden başlatıldığını ve partilerin, kurumların neye zorlandığını, buradan kendilerinin ne umduklarını görmek; onların oyununa gelmemek ama oyuna gelmeyeceğiz diye de varlığından birliğinden, dirliğinden, kararlılığından da bir şey kaybetmemek lazım.

Zaten muhalefetin başarısı da tam bu dengenin olduğu yerde, tam bu noktada denge bulacak. O yüzden de biz birbirimize nasıl güç verebiliriz ve birbirimize zarar vermeden muhalefetin nasıl ortaklaştırırız, toplamda hep birlikte nasıl başarırız bunun üzerinde kararlılıkla ve iyi niyetle hep beraber olmalıyız."