Son Dakika: Özgür Özel, AKP'ye kuruluş yıl dönümü 'hediyesini' açıkladı! İşte gündemi sarsacak belgeler...

CHP lideri Özgür Özel, partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında dün işaret ettiği AKP'ye kuruluş yıl dönümü 'hediyesiyle' ilgili konuştu. Özel, açıklamasında AKP'de çeşitli görevlerde bulunan Mücahit Birinci'nin İBB soruşturmasında tutuklu bulunan Murat Kapki'ye "İftira at, 2 milyon dolar ver ve buradan kurtul" dediğini söyledi. Kapki'nin yaşananları anlattığı belgeleri kamuoyuyla paylaştı.

12punto

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, dün partisinin Bayrampaşa'daki 'Millet İradesine Sahip Çıkıyor' mitinginde AKP'nin kuruluş yıl dönümü olan 14 Ağustos'u işaret ederek, "AK Parti'nin kuruluş yıl dönümünde en güzel hediyeyi vereceğiz. Bütün basın mensuplarını çağırıyorum. Bizden belediye başkanı çalıyorsunuz ya, yarın öğlen 12'de göreceğiz ne olacak!" açıklamasını yaptı.

Kamuoyunda gözler Özgür Özel'in yapacağı açıklamaya çevrildi.

"Bundan öncesi ve sonrası farklı olacak" diyen Özel, "AKP iktidarının savruluşunun ve tükenişinin önemli kilometre taşlarından birisi… Şüphesiz AKP iktidarı bugün bitmiyor. Ama başlamış olan yok oluş sürecinde önemli bir kilometre taşını geride bırakmaya geldik" ifadelerini kullandı.

AKP'li Mücahit Birinci'nin İBB soruşturmasında tutuklanan ve etkin pişmanlıktan yararlanan Murat Kapki'ye "İftira at, 2 milyon dolar ver ve bundan kurtul" dediğini açıklayan Özel, söz konusu belgeleri kamuoyuyla paylaştı.

İLGİLİ HABER - Özgür Özel İBB borsasının belgelerini paylaştı

 

 

Özel'in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

"Demokrasiyi işine gelince binilecek, 31 Mart’tan sonra inilecek bir tren olarak gören; yıllar önce bunu söyleyen ve bu pratiği hayata geçiren seçmeninin yüzüne geçmişte “manşetlerle çarpışıyoruz” deyip, bugün manşetlerle rakiplerine iftira atanların; “vesayet odaklarının karşısındayız” deyip, şimdi yarattıkları vesayet odaklarıyla sivil siyasetin önünü tıkamaya çalışanların; iftira ettirenlerin, hakaret ettirenlerin, ikili hukuk uygulayanların; muhalefete ikili hukuk uygulayanların; eğer kendilerine “öf” denilirse dava açanların, ama öte yandan her türlü saldırıya, hakarete, iftiraya karşı susanların dönemindeyiz.

Bugün bir kuruluş yıl dönümü. Erdemliler Hareketi diye yola çıkıp, bugün kumpasçılar hareketine, iftiracılar hareketine dönen; paçalarından pislik akan, bunu da en çok birbirleri bilen ama bu kara düzeni devam ettirmeye çalışanların dönemindeyiz.

Şimdi, bugün saat 12.00 itibarıyla bir kesit; bundan öncesiyle bundan sonrası elbette farklı olacak ama burası bir kesit. AK Parti iktidarının savruluşunun ve tükenişinin önemli kilometre taşlarından biri.

Şüphesiz, AK Parti’nin iktidarı bugün bitmiyor; ama başlamış olan tükeniş, savruluş ve yok oluş sürecinde önemli bir kilometre taşını geride bırakmaya geldik. Kısaca değinerek ve hatırlatarak geçmemiz gereken önemli bir sürecin içindeyiz.

19 Mart darbesinin üzerinden 148 gün geçti. 19 Mart darbesini yapacak olanlar, geçen sene 9 Ekim’de siyasi bir makam olan bakan yardımcılığından, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı gibi çok önemli, kritik, tarafsız, korkusuz ve bağlantısız olunması gereken bir makama atadılar.

Önceki için “Bu beceremedi, bu çocuk becerir” diye yollandı kendisi. Önceki başsavcının “Ben bu dediklerinizi yapamam, ben hukukun dışına çıkamam” itirazlarından sonra, geçmişte her denileni yapan, hep hukukun dışına çıkan; bir seyyar giyotin gibi mahkeme mahkeme gezdirilip istenilen kararları hızlıca veren kişi, Selahattin Demirtaş’ı içeri atan, Canan Kaftancıoğlu’na yasak getiren ve Grup Yorum davasına giren; baştan aşağı siyasallaşmış, sıkıntılı siyasi kararlar vermiş olan kişi, ödüllendirilmek için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı gibi kritik bir makama getirildi.

O günden sonra bu süreç başladı. Biz, yürümekte olan süreci, geleceğin yönetimine, geleceğin cumhurbaşkanına darbe girişimi olarak, 19 Mart’tan 1 ay önce nitelendirmiştik zaten.

Ekrem İmamoğlu’nun 20 yıl önce daire sattıklarını araştırmaya başladılar: “Açıktan para verdiniz mi?” 20 yıl önce, bu ülkede bir daire satılır; tapuda bir değeri vardır, bir de açıktan verilir. Onun peşine düşüp, İmamoğlu’nun açıktan aldığı parayı koyduğu bankayı bulup, ona başka anlamlar yüklemeye ve hesap etmeye çalışan kadar küçülmüş birileri vardı.

Belediye başkanlarımızın ailelerinin, eşlerinin, çevrelerinin tamamına akıl alabilecek en haksız saldırılar ve en haksız zorlamalarla yürütecekleri fevkalade utanç verici bir süreci o günlerde başlattılar.

19 Mart günü darbenin bildirisi yayınlandı. Bildirinin ana manşeti şuydu: Ekrem İmamoğlu 560 milyar lira yolsuzluk yaptı; bu paralar ele geçirildi ve gözaltına alındı; tutuklanmak üzere mahkeme önüne çıkacak.

O günden sonra, “bulduk” dedikleri dev kasalar… “Vinçlerle kasaları yerleştirmişler” dedikleri… Ne vinç var, ne kasa var, ne para var. Bir kör delik kuruş yok.

560 milyar dedikleri paranın, 6 yıldır yönettiğimiz İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 6 yıllık bütçesinden 70 milyar fazla olduğu ortaya çıktı. Personele dağıtılan bütün parayı, çalışan dökülen bütün hasılatı, yakılan bütün ışıkları çalsan bile, yine bu para etmiyor. Bir tek lirasını ispatlayamadılar.

Bu kadar büyük yalanlarla uğraşarak geldiğimiz süreçte, bakın bugün neye geliyoruz.

Boş dosyayı doldurmak için, önce gizli tanıklara ağaç isimleri verdiler: meşeler, ladinler, çınarlar… O gizli tanıklar bir şeyler söyledi ama AİHM ve AYM kararları diyor ki, gizli tanığın dediğini somut delille destekleyeceksin. Bunları oraya yollayanlar, “Gidin bakın, elinizle koymuş gibi bulacaksınız” demiş. Kişi kendinden bilir işi.

Bu iş, iyapan müteahhitlerden “Bunlar bunu, bunu, bunu istemiştir; buralara da koymuştur” diyerek yürütüldü. Ladinlere, çınarlara, meşelere iftirayı attırdılar; bir tane somut delil bulamadılar. Bulsa yetecekti: Ladin dediği yerde kasa çıksaydı, parası çıksaydı, yolsuzluk çıksaydı… Ama yok, yok, yok.

Sonra iş, yeni bir mekanizmaya geldi: Herkese bir kişiye bir avukat zorunluluğu. Yasal değil, yasak; ama öyle ki Neden? Haber gelmesin, gitmesin?

İftirayı at-kurtul mekanizması. Kimine “duydum” dedirtildi, yüzlerce itiraf beyanı var. Ama çoğu yok; “duydum sanıyorum” dediler, galiba bunlarla yaptılar, yaptılar… Her önüne gelen bir başkasına iftira attırdı. Öyle bir noktaya geldi ki, iş itiraf için çağırdıkları kişiyi çağırdıkları anda eşini de gözaltına aldılar. Eş gözaltında, akşam “Birlikte olursunuz inşallah” dediler; ya Silivri’de ya kendi evinizde.

Şimdi öyle bir çorap söküğü başlayacak ki, bu itiraflardan, itirafnamelerden öyle bir yere gelecek ki, bu iş, bu itirafları yapanların esas nasıl iftira atmaya zorlandıklarını anlatacakları bir noktaya gelecek. Dünyanın en büyük organize kötülük hareketi çökecek; bunun dünya çapında izlencecek filmleri olacak.

Yeter ki, bu gösterilen cesaretler gösterilmeye devam etsin. Bir de burada saat 17.00, sandıklar kapandı, kabus bitti diyebilelim. Devletin bütün imkânlarını elinde tutanların ne kadar kötüleşebildiklerini görmek açısından fevkalade önemli bir noktadayız.

Öyle bir pervasızlıkla karşı karşıyayız ki… Birazcık kafaları bozulunca, birazcık onlarla uğraşınca, bir tane beyaz Toros koyup karşısına geçip fotoğraf çektirip bizi tehdit edebilen… Erdoğan’ın “Bu ülke beyaz Toroslardan çok çekti” dediği gün, beyaz Toros paylaşabilen bir pervasızlık ve gözü dönmüşlükle karşı karşıyayız.

90’ların JİTEM’cileri böyle cesurdu, güya ve böyle küstahtı; şimdi Erdoğan’ın Çağlayan’daki Ak Torosçuları bu noktaya gelmiş durumda. Öyle bir noktaya geldik ki, bu çeteyle ilgili elimizdeki bütün bilgileri derledik; 15 gün önce HSK’ya başvurduk. Ben bunları örneğin Meclis Başkanımıza biraz anlattım, “Siz hukukçusunuz, bunlar olur mu?” dedim. İşte Numan Kurtulmuş’un yüzü inkar edecek hâlde değildi; “Bunlar varsa, öl ki ölem” dedi.

Bunları anlattığımızda yüzlerindeki ifade çok vahimdi.

Tüm Çağlayan bilmiyorsa, tüm yargı bilmiyorsa; yüksek yargıdan şu anda beni Yargıtay binasından, Danıştay binasından, Uyuşmazlık Mahkemesinden, Anayasa Mahkemesinden izleyenler bilmiyorsa; AK Partililer bilmiyorsa… Türkiye’de yargıda parayla, pulla olan işler var, borsalar var; karar ona göre, buna göre, avukatına göre çıkıyor.

Yalansa buna inanmıyorsanız, bundan şüphelenmiyorsanız, ben namussuzum, ben şerefsizim; ama hepiniz biliyorsunuz ki var. Bunlar çeteleşti. Bunlar Çağlayan’da… Borsa diye bir şey var, çok yönlü borsa var; İBB’nin ayrı borsası var, borsa içinde borsa var. Çağlayan’da onlarca borsa var; uyuşturucu ticaretinin bile mücadelesinde bambaşka bir borsa var. Onun bile işini bitirebilen bir avukatı var, onun bile gidilebilen bir savcısı var.

Tuz kokmadı, balçık oldu; su, lağım patladı.

Geçen hafta İBB borsasının önemli bir boyutunu önce biz deşifre ettik. Biz deşifre ettiğimizde, hemen nereden biliyorlarsa o eve gittiler. Birini arıyorlar, o evdeki aradıkları kişiyi bulamadılar; annesini götürdüler.

Savcı demiş ki: “Evde yoksa, yakınlarından birini alın, gelin.” Avukatı yok; yanında avukatı gelince biraz sert çıkınca anneyi saldılar. Evlat kendi ilçesinden, ilçeden merkeze, merkezden emniyete ayağıyla gitti. Tutuldu, bir buçuk günde İstanbul’a getirdiler. Vatan Emniyet’te tutuldular, hakim karşısına çıkardılar.

İnat ettik, bekledik; eldeki belgeleri HSK’ya vermedik ki, bunlar oraya söyleyip ona göre muamele etmesinler. O işlemler bitti, gittik HSK’ya başvurumuzu yaptık; ayrıca çapımızı yaptık, bir kez daha yapıyoruz.

Şimdi buradan iddia ediyorum, hatta biliyorum ki… İBB soruşturması, İBB devasa bir yapı, 90 bin kişi çalışıyor. Avrupa’da bir devlet olur. İBB’den, burayla çalışan müteahhitlerin önemli bir kısmına gözaltı yapıyorlar, içeri koyuyorlar; sonra itirafçı yapıyorlar. “Duydum, galiba, bilmem ne…” çıkıyor.

Bu müteahhitlerin başına gelenler, yani doğru avukatın ona gitmesi, nasıl ifade vereceğini söylemesi ve bunu verirsen serbest kalacaksın meselesi, kulağa normal bir şey gibi gelmeye başladı.

Soruşturma gizli; yani savcı eve gittiğinde, o evde ne bulduğunu tabii Sabah’a, Yeni Şafak’a veriyor. Ama aslında, memleket hukuk devleti olsa, o Yeni Şafak’a verilmesine soruşturma açılıp, “Gizlilik olan soruşturmada sen bunlara nasıl ulaştın?” diye sorulurdu. Bu savcı bulunur; o savcıdan önce kurtulup sonra adaletin peşine düşülmesi lazım.

Geçen hafta yaşananlardan sonra, Yener Toruner, İBB soruşturmasında tutuklu olan kişi Mehmet Yıldırım’la konuşmuş. Kendisini de görmüş, onunla konuşmuş; kızının düğünüyle ilgili konuşmuş. Düğünü iptal ettiler, “O düğün yapılabilir, düğüne kadar çıkabilirsin” demiş. Oğlu İBB’de çalışıyormuş; savcı da bunu biliyor, “Oğlanı da alırız, oğlana da yazık olacak” demiş.

Ayrıca, “Gel, bu işi halledelim; güzelce imzanı at, şunları söyle” demiş. Kişi, “Bunu yapamam, bunu yapamam” deyince, savcı, “Korkma yav, savcı beyin de haberi var; ben bunu dersem adam beni başka bir şeyden mesul tutar” deyince, konuştu ve “Bundan başka konulara girmeyecek” demiş.

Bunların hepsini Sayın Yener Toruner, bir suç duyurusu olarak satır satır yazarak verdi; biz de bunu HSK’ya verdik.