Zeynep Altıok ve Eren Aysan’la Sivas Katliamı’nın 32. Yılı…

Sivas Katliamı'nın 32. yılında, adaletin yerini cezasızlık, belleğin yerini unutma alıyor... Katliamda öldürülen Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok ve Behçet Aysan’ın kızı Eren Aysan, belleğin sistemli biçimde silindiği bir ülkede mücadelerine devam ediyor. Altıok ve Aysan, hukuk mücadelesine devam edeceklerini vurguluyor

Sercan Meriç

Röportaj: Sercan Meriç

2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nde gerçekleşen katliamın üzerinden 32 yıl geçti... O günden bugüne değişen ne oldu? Toplum bu büyük acıyı ne kadar hatırlıyor? Adalet arayışı hangi duvarlara çarpıyor? Zeynep Altıok ve Eren Aysan’ın Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkardığı "#unutMADIMAKlımda" kitabı süreci ele alan en önemli eserlerden birisi olmuştu. Katliamda öldürülen Metin Altıok ve Behçet Aysan’ın kızları, sadece birer bellek taşıyıcısı değil; aynı zamanda bu karanlığa karşı yükseltilmiş iki vicdan sesi olarak mücadelesini sürdürüyor. Katliamın yıldönümünde, unutturma politikalarına, zaman aşımı kararlarına, cezasızlık kültürüne ve kültürel bellek inşasına dair derin bir yüzleşme için iki ismin tanıklıklarına kulak verdik. İşte; Zeynep Altıok ve Eren Aysan’ın anlattıkları…

Sivas Katliamı’nın 32. yılındayız. Siz 25’inci yılda yayınladığınız “#unutMADIMAKlımda” kitabında süreci özetlemiştiniz. Aradan geçen sürede neler yaşandı?

Zeynep Altıok: 30. yılda kitabımıza yeni baskı da yapmıştık. O zaman hukuki anlamda olumlu bir ileri adım atamadığımız gibi geriye doğru attığımız adımları da özetleyen bir önsözle güncelleme yapmaya gayret etmiştik. Onun üzerinden de vakit geçti. Zaman da hızlı akıyor açıkçası. Mesele adaletsizlik olunca o süreç insana o kadar hızlı aktığını hissettirmese de geri dönüp şimdi konuşurken düşününce zaman geçmiş oluyor. Farklı bakış açılarına da yer verebilmek için çeşitli isimlerden, yazarlardan, akademisyenlerden, şairlerden yazılar rica etmiştik o kitabımızda. Bu geçen süreç içerisinde de katillerin serbest bırakılmasına kadar geldiğimiz o karanlığı daha da derinleşerek yaşadığımız bir süreç var. Buradan da sonrası için belki de hiç istemeyiz ama kim bilir kaç kitaplık daha bu dava ve bu adaletsizlik, bu acı, bu kahır, bu keder malzeme çıkaracak Türkiye'ye. Keşke öyle olmasa. 

(Eren Aysan - Sercan Meriç - Zeynep Altıok) Üstte 

Siz “Bir Eflatun Ölüm: Behçet Aysan” kitabınızın sonunda “Türkiye bugün Sivas için ağlıyor mu? Yoksa kendini büyük bir unutuşa mı teslim etti?” diye soruyorsunuz. Bu soruya sizin yanıtınız nedir?

Eren Aysan: Türkiye'de sadece belirli bir kesim sanıyorum Sivas Katliamı gibi katliamları hatırlıyor. Genel toplum vicdanına baktığımızda belleksizlikle örtüşen sağlam bir zeminsizlik söz konusu. Sağlam zeminsizlik derken zemin yok aslında her şeyden önce. Sadece Sivas Katliamı özelinde değil, bütün siyasi cinayetlere baktığımızda benzer bir tablo söz konusu. Çünkü bir kere bellek aktarımı yok genç kuşaklar üzerinden. Yani 70'li yıllarda öldürülen isimlere, aydınlara bakalım… Örneğin bir Ümit Kaftancıoğlu, Doğan Öz, Bedri Karafakioğlu, Ümit Doğanay, Sevinç Özgüner, Akın Özdemir, Abdi İpekçi… Unuttuğum pek çok isimle birlikte zaten say say bitmiyor. Bu isimlerin genç kuşaklara aktarımı söz konusu değil. Üniversitede ders verdiğim için genç kuşaklara “Bu isimler kimdir?” desem çoğunun bu isimlerin adını ilk defa duyacağına eminim. İkinci temel nokta tabii ki cezasızlık. Bir hukuk terimi gibi görünen cezasızlık, bizim karşımıza ölenin hem öldüğüyle kaldığı hem de aynı zamanda tetikçinin kendini onore edilmiş hissettiği, iyi hissettiği bir noktadan akıyor. Üçüncüsü; yine bizim davamızda karşılaştığımız ama başka davalarda da karşılaştığımız temel bir olgu; zaman aşımı... Türkiye'de sendikal hareketin öncü isimlerinden Kemal Türkler davasında nasıl zaman aşımına uğradıysa, nasıl işte Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul cinayeti zaman aşımına uğradıysa, aynı şekilde Sivas Katliamı davası da zaman aşımına uğratılarak cezasızlığın bir başka noktasına aslında bir adaletsizlik olgusu üstünden toplumsal unutturuluşa doğru götürülüyor, yol alınıyor. Dolayısıyla temel bir toplum vicdanını yaşatma ve toplum vicdanına o tohumu ekme noktasında bu kitaplar ya da bizim bireysel olarak çalışmalarımız ya da sevgili kardeşim Zeynep'le yapmış olduğumuz ortak çalışmalarımız çok büyük bir anlam içeriyor diye düşünüyorum. 

 

Sivas Katliamı ile ilgili kamuoyunun veya siyasetçilerin yaklaşımına dair bugün özelinde nasıl bir değerlendirme yaparsınız?

Zeynep Altıok: Ne yazık ki adalet bekleyen sayısız dava var ülkemizde ve onların cezasızlığı yeni acılara teşvik de oluyor. Adalet arayışı öyle bir noktaya geldi ki aynı gün İstanbul'un üç ayrı köşesindeki adliyelerde, mahkeme salonlarında aynı ağırlıkta, aynı önemde izlenmesi gereken duruşmalar oluyor. Hak savunucuları olarak, hukukçular olarak, basın mensupları olarak, bu konuyu takip edenler, duyarlı insanlar olarak hangi birine gitmeniz gerektiğini bile karıştırdığımız, yetişemediğimiz, karar veremediğimiz oluyor. Birçoğu yalnız kalıyor. Bu biraz da bilinçli ve sistemli bir şekilde de yapılıyor. Yani insanlar gidemesinler ve bir kamuoyu oluşamasın bu anlamda gibi... Şu an içinde bulunduğumuz anlayış, bizi yöneten anlayış, zaten bir bilinçli ve sistemli kültürsüzleştirme politikasından beslenerek kendini var ediyor ve o kültürsüzleştirmeyi sadece eğitim sisteminin içerisinde kendi ideolojisine uygun bir müfredat hazırlayarak ya da işte kimini sansürleyip yasaklayarak yönetmiyor bu süreci. İnsanları sanattan, hayattan kopartıyor, bir araya gelme noktalarından uzaklaştırıyor, sohbet ortamlarından uzaklaştırıyor, sivil toplum örgütlenmelerinden uzaklaştırıyor. Yani oldukça sistemli bir saldırı var ve bu saldırı altında okumayan insanlar o yozlaşmanın içerisinde daha da sığlaşıyorlar. Siyasetçiler de bu ülkede pek okumuyorlar işin aslında bakılırsa ve dolayısıyla da işte o gündem dediğimiz, güncel dediğimiz mesele siyaseti de esir almış durumda. 2013 yılında davamız zaman aşımına uğradığı zaman ne kadar olağanüstü bir tepkiyle karşılaşmış idi o kararı verenler de, o kararın verilmesi için talimat verenler de... Hem sivil toplum örgütleri olsun hem basın olsun hem siyasetçiler olsun, herkes o anlamda bir sorumluluk bilmişti. Biraz vicdan, biraz siyasi bilinç, biraz sorumluluk duygusuyla örgütlenilmişti. 

İnsanlar sokaklarda karara tepki göstermişti…

Zeynep Altıok: Sokakta yüz binlerce insanın olduğu mitingler olmuştu, gazeteler manşetlerden haber yapmıştı. Yani her zaman vardı duyarsızlık. Birazcık bizim çok çabaladığımız yıllar da oldu. Oysa bu yılın başında ikinci dava zaman aşımına uğradığında siyasi partilerin, muhalefet partilerinin liderleri, siyasetçiler tweet bile atmadılar. Bir söz bile söylemediler. İşte bazı çok az sayıda duyarlı gazetenin haber yapmasıyla bu iş sınırlı kaldı. Oysa bunun yaratacağı sonuç; bu hukuksuzluğun bu kadar tepkisizlikle ve çok olağanlaşmış bir şekilde göğüslenmesi, gündeme oturan, hatta muhalefet yapma hakkının engellenmesi için sistemli şekilde yerel yöneticileri hedef alan, ana muhalefet partisini kapatma tehdidiyle hedef alan anlayışın işini de kolaylaştırıyor. Çünkü bu davalara da olanak veriyor. 

Madımak Oteli ile ilgili ve Sivas’taki anmalara dair geçmişte çok tartışmalar yaşandı. Şu anda oradaki durum nedir?

Eren Aysan: Bir kere Madımak Oteli'nin durumuyla ilgili sıkıntı hep vardı, bugün de var. Çünkü orası önce bir kebap salonu olarak karşımıza çıktı. Otel tadilatından sonra Madımak Kebap Salonu oldu. İnsanların böylesine vahşetin yaşandığı bir yerde nasıl oturup da yemek yiyebildiğini hiçbir zaman çözemedim doğrusunu söylemek gerekirse. Yani kan ve is kokusu sinmiş bir mekanda şevkle yemek yemek herhalde başka bir insan ahlaksızlığına dair bir yaklaşım olsa gerek diye düşündüm. Yaklaşık 15 yıl önce kebapçı dükkanı kapatıldı ve bizim tepkilerimiz sonucunda bir kültür merkezi açıldı. Ancak o kültür merkezinin açılışında ne yazık ki katliamda ölenlerin yanında bir de katliama destek veren ve otelin yakılması için içeri giren iki katilin tabelası da çakıldı. Bunu sorduğumuzda “İşte herkesi bir kılmaya çalışıyoruz, herkesi aynı noktada, katliamın üstünden barışçı bir yaklaşım sunuyoruz” denildi. Buna inanılmaz derecede şiddetli tepki gösterdik. Bizim hayal ettiğimiz kültür merkezinin içi, içeriği, istediğimiz noktaların son derece dışındaydı. Bu ülkede hep acıların üstünü kapatmak üstüne kurulu bir bakış söz konusu. Oysa bellek tazelenmediğinde, bellek yitimi söz konusu olduğunda aynı acıların tekrar tekrar yaşandığını görüyoruz. Her kuşak kendi acısını yeniden yaşama, kendi acısının Amerika'sını yeniden keşfetme noktasına doğru gidiyor. Sivas Katliamı için de bu geçerli ne yazık ki. Yani 90'ların büyük acısı gibi görülen bu yaklaşım bir hafızasızlık temeli üstünden oraya iki tane kültürel çalışma içerisinde hiç de katliamı anıştırmayacak figürlerle konulan bir noktaya doğru savrulmuş oluyor. İkincisi de şu: Elbette o kentin trajedisi değil. Eminim Sivaslılar kendilerinin bir katliamla anılma noktasında mutsuzlardır. Bundan dolayı hiç kimse geleceğe umutla bakabilecek bir yaklaşım içerisinde olamaz. Ama o kent belleği içerisinde bir daha bunun yaşanmaması için orada olanların, oradaki çocukların, geleceğe bakanların da yeniden buna benzer girişimlerin olmaması adına bilmesi, anlaması, öğrenmesi, değerlendirmesi gerekiyor. Bütün bunlar bir devlet politikası olmadığı sürece ve hafızanın tazelenmesinin bir anlamda sistemli yapılanmayla kurulamadığı müddetçe toplumsal barış zaten yakalanamaz. O yüzden Sivas'taki Madımak Oteli'nin durumu aslında bize inanılmaz derecede bir bellek-belleksizlik örneğinin alan araştırmasını veriyor. Ama dediğim gibi bu birliğin, madem toplumsal hattın yeniden kurulması sağlanacaksa o bir devletin kültürel bakışıyla ve ona dair bir yepyeni etkinlik ve hafıza tazeleme alanıyla kurulabilir. 

Zaman aşımı kararına karşı hukuki mücadeleniz de devam ediyor. O süreç nasıl ilerliyor?

Zeynep Altıok: Zaman aşımı kararı 2013 yılında bir dava üzerinden alınmıştı. Bu yıl ikinci dava üzerinden emsal görülerek gerçekleşti. Aslında biz 2013 yılında üst mahkemeye bir dilekçeyle başvuru yapmıştık avukatlar aracılığıyla… Ne yazık ki Türkiye insanlık suçlarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde en fazla başvuru yapan ikinci ülke konumunda. Buna mukabil başvurusu kabul edilen birinci ülke konumunda. O nedenle çok fazla dosya geldiği için başa çıkabilmek adına mahkemenin iç hukuk yollarının tükenmiş olmasıyla ilgili bir işlerlik maddesi var. Böyle olunca da buradaki hukuk sistemi, ne yazık ki gerçek bir hukuk sistemi olmadığı için bu oyalama ve sündürmeyle bir yanıyla da o iç hukuk yolunu hiç tüketmeyerek sizin en doğal hakkınız olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gidiş yolunuzu da tıkamayı bir görev biliyor. Böyle bir süreç var. Şimdi biz avukatlarımız aracılığıyla sevgili kardeşim Eren Aysan, sevgili kardeşimiz Mazlum Çimen ve ben üçümüz tüm ailelerimize de yine emsal bir yol açacak bir girişimdeyiz. Avukatlarımız aracılığıyla iç hukuk yolundaki aksaklıkları görünür kılacak, bir kamuoyu oluşturacak bir çalışma ve girişim içerisindeyiz. Bunu da zaten çok yakın zamanda kamuoyuyla paylaşacağız.