Milli judocuya protesto bedeli! 29 gün hapis yattı, milli takımdan ihraç edildi

Milli para judocu Taylan İnce, Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasına karşı protestolara katıldığı gerekçesiyle 29 gün cezaevinde kaldı. Bu süreçte milli takımdan çıkarılan ve spor kariyeri sekteye uğrayan İnce, "Doğru olanı yaptım, haysiyetimi savundum" diyerek yaşadığı mağduriyeti anlattı.

12punto

CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından başlayan protesto eylemlerinde gözaltına alınan ve 25 Nisan’da Konur Sokak’ta tutuklu öğrencilerin serbest bırakılması talebiyle düzenlenen eyleme katıldığı gerekçesiyle 29 gün cezaevinde tutulan öğrenciler arasında ODTÜ öğrencisi ve milli para judocu Taylan İnce de vardı.

Avrupa ve Dünya derecelerine imza atan Milli para judocu İnce, 19 Mart süreciyle başlayan eylemler kapsamında gözaltına alınıp tutuklanmasının ardından milli takımdan çıkarıldı, bağlı olduğu kulüple de ilişkisi sonlandırıldı.

İnce, tutuklanmasının ardından spor hayatının nasıl değiştiğini anlattı.

" 'MİLLİLİĞİN GİDER DİKKAT ET' DEDİLER "

“19 Mart süreci başladığında, Rize’de Milli Takım kampındaydık. 21 Mart’ta Gürcistan’da düzenlenecek Dünya Kupası için yola çıkmak üzereydik. O günlerde ülkede yaşanan gelişmeleri, özellikle gençlerin yükselen sesini bir sporcu kimliğimin ötesinde, bir yurttaş olarak dikkatle takip ediyordum. Gürcistan’a giderken otobüste takım arkadaşlarımızla bu sürecin yalnızca adli değil, siyasi bir yönünün de olduğunu konuşuyorduk. Tabii herkesin bakış açısı ve yaklaşımı farklıydı, bunu da saygıyla karşılıyorum. Gürcistan’daki turnuva sırasında, sporcular için göz muayenesi yapıldı. Ben o muayeneden ‘kaldım’ ama bu aslında bir yetersizlikten kaynaklıydı. Doktorlar bana ‘Burada sağlıklı bir değerlendirme yapamıyoruz, teknik imkanlarımız kısıtlı. Senin muayeneni Mayıs ayında Kazakistan’da düzenlenecek müsabaka sırasında yapalım’ dediler. Ben de o doğrultuda Kazakistan’a gitmeyi, orada hem mücadele etmeyi hem de yeniden değerlendirmeye girmeyi beklemeye başladım.

Ancak Dünya Kupası’ndan döndükten sonra, yaşananlar karşısında sessiz kalamadım. Bir ODTÜ öğrencisi olarak toplumsal sorumluluğumu yerine getirmek istedim ve Kuğulu Park’tan Güvenpark’a yapılan yürüyüşte yer aldım. Sosyal medya üzerinden de bu süreçle ilgili düşüncelerimi paylaştım. Bunların ardından Bakanlık bünyesindeki bazı yöneticiler ve bazı milli takım arkadaşlarım tarafından dışlandığımı hissettim. Takipten çıkanlar oldu, ‘milliliğin gider, dikkat et’ diyenler oldu ve bir süre sonra, hiçbir resmi açıklama yapılmadan milli takım iletişim gruplarından çıkarıldım. Kazakistan süreciyle ilgili hiçbir geri dönüş almadım. Sadece sessizce, hiçbir şey söylenmeden dışarıda bırakıldım. Kolay bir süreç değildi. Ama ben sporu sadece bir madalya yarışından ibaret görmüyorum. Spor benim için bir duruş, bir temsil biçimi. Sessiz kalmanın da bir tavır olduğunu bildiğim için, kendi yerimi bilerek ve inanarak seçtim. Kulübüm bu süreçte herhangi bir tavır almadı; ne desteklediler ne de karşı çıktılar. Tarafsız durdular; bu da kendi içinde saygı duyulması gereken bir tavır.

"BEKLEMEYE ALINDIM"

Açıkçası bu süreçte yürüttüğüm ‘itiraz’, resmi bir dilekçeden ziyade, daha çok bu camiada yıllardır bir arada olduğumuz, iletişim kurabildiğimiz kişilere durumu anlatma çabasıydı. Yani yalnızca ‘kadrodan çıkarıldım’ demedim; aynı zamanda neden sesimi yükselttiğimi, bu sürecin ardında bir duruş olduğunu ifade etmeye çalıştım.

Geri dönüşler ilk etapta oldukça yapıcıydı. Anlayan, empati kuran, destek veren insanlar oldu. Fakat sonuçlara baktığımızda, tüm bu olumlu yaklaşımların pratiğe pek yansımadığını gördüm. Bakanlık özelinde ise bu süreçte herhangi bir resmi açıklama ya da net bir geri dönüş tarafıma iletilmedi. Bir tür beklemeye alındım diyebilirim.

"DOĞRU OLANI YAPTIM"

25 Nisan günü Ankara Konur Sokak’taydım. Tutuklu öğrenciler serbest bırakılsın diye bir araya geldik. Alanda çok farklı kesimlerden insanlar vardı; 1 Mayıs alanı Taksim diyen de, doğum hakkını savunan kadınlar da. Ben ise sadece şunu söylemek istiyordum: Arkadaşlarımız haksız yere tutuklu. Bunu sessizce kabul etmeyeceğiz ama o gün orada yaşanan, anayasal hak değil, açık bir şiddetti. Polis, alanda bulunan kadın bir arkadaşımıza işkence ederken, ben o şiddetin karşısında durdum. Onun elini bırakmadım. O andan sonra ben de ağır şekilde darp edildim. Yerlerde sürüklendim, başım hedef alınarak defalarca tekmelendim. Gözaltına bu şekilde alındım. Vücudumda oluşan hasarlar için resmi olarak darp raporu aldım. O gün sadece düşüncelerim değil, bedenim de cezalandırılmak istendi.

İki gün gözaltında kaldım. Ardından gelen talimatla tutuklandım ve 29 gün cezaevinde kaldım. Suçum neydi bilmiyorum. Bildiğim tek şey, adaletsizliğe karşı çıkmak için oradaydım. Cezaevindeyken dışarıda dolaşan videolar, fotoğraflar sayesinde herkes tutuklandığımı öğrendi. Bu da hayatımda yeni bir sayfa açtı: Milli takım kariyerim bitti. Kulübümle ilişkim zedelendi. Spor yapma hakkım, onca yıllık emeğim, bir anda elimden alındı. Sebebi yalnızca sesimi yükseltmemdi. Kırgınım ama kızgın değilim. Çünkü biliyorum: Doğru olanı yaptım. Benim mücadelem minderde başladığı gibi sokakta da devam ediyor. Bu ülkede spor, sadece madalya kazanmakla ölçülmemeli. Bazen gerçek mücadele, sesini kaybetmeden sokaklarda, meydanlarda olmaktır.

"GÖRMEZDEN GELEMEDİM"

Sanırım artık temsil edebileceğim tek takım ODTÜ Judo Takımı. Bir süre üniversitemin renklerini taşıyacağım. Bu da benim için büyük bir gurur; çünkü ODTÜ’de öğrenci olmak yalnızca bir sıfat değil, aynı zamanda bir duruş meselesi. Ve bu duruşla, judoya olan bağlılığımı, emeğimi devam ettirmek istiyorum. Elbette bir sporcunun en büyük hayali olimpiyatlarda yarışmak. Ben de istiyorum. Kim bilir, belki 2028 Los Angeles Paralimpik Oyunları’na kota alırım ama mevcut koşullarda, Türkiye’de bu pek mümkün görünmüyor. Sadece sporcu olmak yetmiyor bazen; sessiz olman, görmezden gelmen de bekleniyor. Ben bunu yapamadım.

Yine de bu yol burada bitmiyor. Eğer yurt dışı yasağı gibi bir engel konmazsa, Avrupa’da özellikle Fransa ve Almanya’daki judo liglerinde dönemsel olarak yarışma ihtimali var. Orada kiralık olarak turnuva bazlı mücadele edilebiliyor. Teklif gelirse değerlendirmeye açığım. Ayrıca bu süreçte Athleten Deutschland gibi uluslararası sporcu hakları örgütlerinden destek mesajları aldım. Onlar da bu yolun yalnız yürünmeyeceğini hatırlattı bana. Kısacası; spor hayatım, koşulların izin verdiği yerlerde ve vicdanımın çizdiği sınırlar dahilinde devam edecek. Judoyu bırakmıyorum, sadece artık mindere hangi bayrakla çıkacağımı zaman gösterecek.

"YALNIZCA SPORCU DEĞİL BU ÜLKENİN VİCDANLI YURTTAŞIYIM"

Bu sürecin benim için en kritik anı, sporun beni artık korumadığını fark ettiğim andı. Yıllarca verdiğim emek, kazandığım madalyalar, taşıdığım milli forma; bir kadına uygulanan işkenceye sessiz kalmadığımda, tutuklu arkadaşlarım için sokağa çıktığımda yok sayıldı. Gözaltında darp edildim, raporlarla kayıt altına alındı. Hukuksuzca tutuklandım, 29 gün cezaevinde kaldım. Bu süreçte spor yapma hakkım elimden alındı. Milli Takım’dan çıkarıldım. Çok az kişi sordu ‘Neden içeride?’ diye. Çünkü bu ülkede kimi susturmak istiyorlarsa, önce yalnız bırakıyorlar.

Ama işte tam o anda, yalnız olmadığımı fark ettim. Cezaevinden çıktıktan sonra, ODTÜ Judo Takımı’nın, hocalarımın ve arkadaşlarımın desteği beni ayakta tuttu. Üniversitemin Spor Müdürlüğü, yaşadığım tüm baskılara rağmen duruşumdan geri adım atmadığım için bana başarı ödülü verdi. Ama ben o ödülü kendim için almadım. O ödülü o gün hâlâ içeride olan arkadaşlarım Sezer, Hamza, Ebru, Melike ve Fuat adına aldım. Salonda, onların isimleri okunduğunda, yüzlerce insan ayağa kalkıp dakikalarca alkışladı. O an sadece benim için değil, adaletin hâlâ mümkün olduğuna inanan herkes için bir dönüm noktasıydı.

Evet, adaletsizlik bu ülkede sistematikleşmiş durumda. Hak aramak suç, ses çıkarmak tehdit, direnmek tehlike sayılıyor. Ama bilsinler: Bu ülkede adaleti isteyen, haysiyetini savunan insanlar var. Ben yalnızca sporcu değilim. Aynı zamanda bu ülkenin vicdanlı bir yurttaşıyım. İşkenceye sessiz kalmam, haksızlığa göz yummam istendi. Ben susmadım ve susmayacağım.”