Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
46,8931
Dolar
Arrow
40,0731
İngiliz Sterlini
Arrow
54,5306
Altın
Arrow
4282,0000
BIST
Arrow
10.358

İhsan Eliaçık’tan Leman saldırısına çarpıcı yorum: Büyük yanlış yapıldı

Leman Dergisi’ne yönelik linç girişimini değerlendiren İlahiyatçı-Yazar İhsan Eliaçık, “Leman dergisinin yaptığında kınamayı gerektirecek bir şey yoktu. Dini açıdan baktığımızda büyük bir yanlış yapıldığını görüyoruz” diyor.

İhsan Eliaçık’tan Leman saldırısına çarpıcı yorum: Büyük yanlış yapıldı

Röportaj: Sercan MERİÇ

Madımak Katliamı’nın 32. yıl dönümünde, tarih tekerrür etti: Bu kez bir dergi binasının önünde, planlı bir linç girişimiyle… Leman Dergisi’ne karşı sosyal medyada başlatılan kampanyanın arkasındaki karanlık mekanizmaları, dini duyguların nasıl bir siyasal silaha dönüştüğünü ve muhafazakârlığın iktidarla birlikte geçirdiği dönüşümü ilahiyatçı-yazar İhsan Eliaçık’la konuştuk. Eliaçık, Türkiye’de ifade özgürlüğünün bastırılmasını ve dinin araçsallaştırılmasını sert sözlerle eleştiriyor.

Madımak Katliamı’nın 32. yıl dönümünde, bir linç girişimine daha tanıklık ettik. Taksim'deki Leman dergisine yönelik bir linç girişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Bu olayın hazırlanışı ve gelişim biçiminden anladığımız kadarıyla planlı bir çaba... Nitekim veriler de onu gösteriyor. 345 bin tweet atılmış ve bu, 10 tane hesaptan yönlendirilmiş. Bu hesaplar da daha çok iktidara yakın bir çevrenin karikatür dergisi... Leman'ı kendine rakip görüyor. Onunla kültürel üstünlük sağlayamıyor. İnsanları orada gördüğü bir "peygambere hakaretmiş gibi" propaganda yapacağı bir karikatürü bahane ederek kışkırttılar. Halbuki Filistin'de barışı savunan bir karikatür. Leman dergisini zaten biliyoruz. Daha önce 5 tane Filistin ile ilgili kapak yapmış. İsrail'i, ayaklarıyla Filistin'i ezen vahşi kuşlara benzeten, kan emici kuşlara benzeten kapakları var. Daha önce yüzlerce Filistin'i savunan karikatürleri var. Ama bu, karikatür çizildikten dört gün sonra planlı bir şekilde düğmeye basılarak bir kışkırtma operasyonuyla ve operasyona da siyasi destek sağlanarak ve maalesef muhalefet partilerinin birçoğu da, Özgür Özel hariç, bu kışkırtmaya gelerek linç kampanyasına ortak oldular ve Leman dergisini kınama yarışına girdiler. Halbuki Leman dergisinin yaptığında kınamayı gerektirecek bir şey yoktu. Leman dergisinin eleştiri ve ifade özgürlüğünü savunmaları gerekirdi. Bunun, barışı savunan bir karikatür olduğunu, karikatür sanatı kullanarak Filistin'de barışın savunulduğunu söylemeleri gerekirdi.

Bir ilahiyatçı olarak dini açıdan siz bu karikatürü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dini açıdan oraya baktığımızda da büyük bir yanlış yapıldığını görüyoruz. Kur'an-ı Kerim'e göre bir kimse Allah'ı inkar eder ve Allah'ın ayetleriyle alay ederse, Nisa Suresi'nin 140'ıncı ve benzeri birkaç ayet daha var, o ayetlere göre inkar ve alayın olduğu yer terk edilir. Eğer inkar ve alaydan vazgeçilirse tekrar aynı yere geri dönülür. Olağanüstü bir ifade ve düşünce özgürlüğü, gayet medeni bir tavır isteniyor. Yani “Sizin inandığınız Allah'ın inkar edildiğini, onun ayetleriyle alay edildiğini görürseniz o alay edilen kişiyi veya yeri sessizce terk edin” diyor. Sürekli küsme de yok. Bu, bence olağanüstü bir düşünce özgürlüğü tavrıdır, olağanüstü özgürlükçü bir tutumdur. Müslümanların bunu yapması gerekiyor.

Müslümanlar nasıl bir sınav verdi bu meselede?

Bu muhafazakârlar, Müslümanlığı kullanan muhafazakârlar, gidiyorlar, mesela Fransa'da karikatür yayınlayan Charlie Hebdo dergisini basarak on kişiyi öldürdüler. Şimdi burada da Allah'tan ucuz atlatıldı. Aynısı olabilirdi. O öfkeyle Leman dergisinin içine girip oradaki çaycıyı, gariban geleni gideni o öfke içerisinde karambole getirerek öldürebilirlerdi. Bence ucuz atlatıldı. Bu kışkırtmaya gelenler, bu şekilde kışkırtma yapanlar ve bu kışkırtmaya alet olanların hepsi bana göre sorumludur. Böyle durumlarda kamuoyunun sağduyulu hareket etmesi lazım. İslam inancına mensup olanların da kitapta yazılı olanı yapması lazım. Öyle linç, öldürme, peygambere hakaret etti diye kafasını kılıçtan geçirme, böyle şeyler yok. Şükranla cevap verirsiniz, bunun yanlış olduğunu söylersiniz, açıklama yaparsınız, bildiri yayınlarsınız ama kimseyi kışkırtamazsınız. Böyle bir hakkınız ne hukuken var ne de dinen doğru.

“Sosyal İslam” kitabınızda Müslümanların iktidarla ilişkisine dair birçok bölüm var. Devleti yönetenler, siyasal İslamcılar, muhafazakârlar, iktidara geldikten sonra nasıl bir dönüşüme uğradı?

Ben 28 Şubat'ı da yaşamış birisiyim. 28 Şubat döneminde 30’a yakın mahkemede yargılandım. Başörtülüleri, imam hatiplileri, Kur'an kurslarını, dindarları savundum. Ben de zaten onların içindeydim. Hâlâ da İslam inancından, İslam kültüründen ve Kur'an-ı Kerim'e olan derin inancımdan vazgeçmiş değilim ama yöntemimi, bakış açımı değiştirdim. Şimdi onlar iktidar oldular. İktidar olunca, aslında bu Leman olayında da görüldüğü gibi, bu bir aslında egemenlik gösterisi. Demek istiyorlar ki, eskiden 28 Şubat'ta "yok lisede mescit açıldı, yok başörtülü orduevine girildi" falan diyerek insanlara eziyet ediyordunuz. Tutuklayıp cezaevine gönderiyor, operasyonlar düzenliyordunuz ki bunların hepsi doğru, biz yaşadık. Ama artık o dönemden çok geride kaldı. Şimdi o eziyet ettiğiniz insanlar iktidara geldi, size eziyet ediyor. Yani "sıra bizde" diyorlar. Adaleti uygulamayı düşünmüyorlar. Onu takip et, bunu takip et, şunu eleştirdi içeri at, şu dine hakaret etti, şu bilmem ne yaptı... Bakın, hep aynısı. 28 Şubat'ta ise bunun tam tersi oluyordu. Bu da gösteriyor ki, devletin bu konulardaki temel davranışında bir sakatlık var. Kim gelirse gelsin aynı şeyi yapıyor. Biri geliyor Atatürkçülük adına, öbürü geliyor Allah, kitap adına aynı şeyi yapıyor.

Ne yapılmalı size göre?

Benim görüşüme göre anayasadan Türk Ceza Kanunu 216'ncı maddesi, "dini değerleri aşağılama" kaldırılmalıdır. Türk Ceza Kanunu 219'uncu maddesi, "Cumhurbaşkanına hakaret" kaldırılmalıdır. 5816 sayılı "Atatürk'ü Koruma ve Ona Hakaret Edeni Cezalandırma Kanunu" kaldırılmalıdır. Atatürk bu coğrafyanın kahramanıdır, halk onu korur. Devlet gölge etmesin, başka ihsan istemez. Hazreti Muhammed'i halk korur. Onun inancında, gönül dünyasında zaten yaşıyor. Kötü niyetli kişiler, muhteris kişiler, hatta cahil dindarlar, muhteris Atatürkçüler bu kanunu kullanarak rakip bellediği kimselere karşı bunun üzerinden baskı uyguluyor. Dolayısıyla kanunlar baskıya ve zorbalığa yol açıyor. Bunların tamamını çıkarmak lazım. Devletin böyle şeylere girişmemesi lazım. Sadece halk arasında asayiş sorunu olursa onlara müdahale etmesi lazım. Bu açıdan bakıldığında dindarlar da mevcut kanunlar değişmediği için geliyorlar, bu sefer aynı kanunları dindarların egemen olduğu, diğerlerinin mazlum durumuna düşürüldüğü bir pozisyonda işletmeye devam ediyorlar. Bunlar değiştiği zaman, o zaman kişileri eleştirmek daha rahattır. Sadece bunları değiştirmekle de yetmiyor; insanların zihniyeti de, kafa yapısı da, din ve devlet anlayışı da yanlış.

Muhafazakarların, din istismarcılarının payı ne bu yaşananlarda? 

Muhafazakârlar, dini istismarcılar -ben siyasal İslamcı demiyorum- dini istismar edenler, dinciler veyahut da muhafazakârlar, dini kullanmayı çok iyi bilirler. Bunu bir rant aracı olarak kullanırlar. Dinlerini de bilmedikleri için, kitapta ne yazılı olduğunu da bilmedikleri için kafaları hilafete, saltanata çalışır. Akılları Abdülhamid'de, Fatih Sultan Mehmet'tedir. İslam'a uygun olanının saltanat ve hilafet değil, demokrasi ve cumhuriyet olduğunu akıllarının ucundan bile geçiremiyorlar. Ve cumhuriyet devrimlerini sanki İslam'a karşı yapılmış devrimler olduğunu zannediyorlar. Halbuki cumhuriyet devrimleri, bana göre gerçek İslam'ın önünü açan devrimlerdir. Ve İslam'ın ne olduğunu, o az çok, öğrenebilirsiniz bu sayede. Çünkü daha önce müftülük, şeyhülislam, hilafet, saltanat, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi, hepsi birbirine karışıyor. Kim İslam'ı temsil ediyor? Gerçek İslam nerede? Yani bu saltanatı, hilafeti, hanedanlığı aşıp İslam'ı nasıl öğreneceğiz? Koskoca tarih var önümüzde. Şimdi kafa böyle çalıştığı için iktidara geldiklerinde başka bir şey bilmiyorlar. Bu kumaştan başka bir şey çıkmaz. 

Ne çıkar?

Kendine göre bir tek adam rejimi kuruyor. Yayınladığı bir ferman, fiiliyatta ferman, padişah fermanı anlamına gelen Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile memleketi yönetiyor. Yani bir adamın cenazesi türbeye mi gömülecek yoksa mezarlığa mı gidecek, bu hususta ihtilaf oluyor, onun için bile cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkıyor. Kıyılara bir köpek vurdu, ölmüş bir balık vurdu, bunu nereye çekeceğiz; onun için bile cumhurbaşkanı kararnamesi çıkıyor. Yani bu, padişah fermanlarıyla memleketi yönetmek anlamına geliyor. 

Niye böyle yapıyorlar? 

Çünkü kafa bu. Başka bir kapasite yok, bu kadar. Anladığı şey bu. Başka bir şey bilmiyor. Dini de böyle anlıyor, devleti de böyle anlıyor. Dolayısıyla bu bahsetmiş olduğunuz Sosyal İslam kitabı başta olmak üzere, benim Tekin Yayınları'ndan yedi tane kitabım çıktı. Bir tanesi Sosyal İslam, bir tanesi de Özgürlükçü Demokratik İslam. İslam'ın özgürlükçü, demokratik, sosyal boyutlarına ağırlık verdiğim makalelerden ve beş tane de biyografik kitabından... Bahsettiğiniz kitapta da işte bu çerçevede bu makalelere yer verdim.

Sizin bahsettiğiniz bu sosyal ve demokratik İslam'ın referansları temel olarak nasıl özetlenebilir?

2011, 2012 ve 2013 yaz aylarında Türkiye'de insanların bizi tanımasına sebebiyet veren üç büyük olay meydana geldi. Bunun üçü de yaz aylarında oldu. 2011'de Yeryüzü Sofraları başladı. Lüks otellerin önünde. Ben oralara çok çağrılarda yaptım, hepsinde de hemen hemen bulundum. 2012'de Fatih Camii'nde toplanıp Taksim'deki 1 Mayıs alanına yürüyüş yaptık. Bu da Türkiye tarihinde bir ilk. O zaman Taksim Meydanı daha 1 Mayıs kutlamak serbestti. O gün bugündür yasak. O gün bugündür, 2012'den beri yasak. 2013'te de Gezi olayları oldu. Ben de Gezi olaylarına arkadaşlarla beraber destek verdim ve Taksim Meydanı'nda cuma namazı kıldırdım. Oradan insanlar, böyle insanlar olduğunu bu üç olay vesilesiyle tanımış oldular. En çok da Gezi olaylarında daha fazla, hatta yurt dışında bile takip ettiler ve şaşırdılar. Nasıl oluyor da dindar hükümete karşı dinsizlerin ayaklanması gibi algılanan ve yansıtılan, iktidar tarafından bilinçli bir şekilde, bir olay içerisinde dindarlar cuma namazı kılıyor ve onlar da onlarla beraber hükümete karşı çıkıyor. "Demek ki bu başka bir şey" dediler ve orada işin rengi değişti. Yani bir otoriterlik eğilimiyle gelen bir otoriter yönetime karşı halkın bir itirazıydı yani. Dolayısıyla bu üç olayda insanlar görmüş oldu. Kur'an-ı Kerim'de, Kur'an-ı Kerim'e inananların adının Müslüman olduğu yazar. Allah'ın İbrahim'e söylediği, İbrahim'in de bunu "Müslüman" diye dünyaya ilan ettiği ifade edilir. Ama şimdi aradan 14 asır geçtiği için, ben "Müslümanım" dediğim zaman itikat olarak bu yeterli olabilir Allah katında ama dünya meydanında yeterli olmuyor. 

Niye? 

Çünkü IŞİD de "ben Müslümanım" diyor. “Allah, Resul, Muhammed” bayrağıyla kelle kesiyorlar. Taliban da "Ben Müslümanım" diyor. Suudi Arabistan Şeyhi de, prensleri de "Müslümanım" diyor. Her sabah Paris'te, Londra'da mankenlerle fink atıyorlar, sonra memleketlerine dönüp hac ediyorlar. Yani yeryüzünde ne kadar katil, hırsız, yolsuz, işe yaramaz adam var, "Ben Müslümanım" diyor kardeşim. Şimdi buna karşı biz kendimizi nasıl ayıracağız? Kur'an-ı Kerim'deki "Müslim", yani "barışsever", "güvenilir kişi" anlamını nasıl vurgulayacağız? Bu nedenle, buna bir ek açıklama yapma ihtiyacı hasıl oluyor. Bu nedenle ben kendimi şöyle tanımlıyorum: Ben bir anti-kapitalist Müslüman ve radikal demokratım. Şimdi bu anlayışın, yani anti-kapitalist Müslümanlık anlayışının Kur'an'da kökleri var, ismen direkt böyle geçmese bile. 

Bu kökleri biraz açar mısınız?

Sadece iki ayet okumam yeterli. Bir tanesi Bakara Suresi 219'uncu ayet: "Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: 'İhtiyaçtan fazlasını verin." Biriktirmeyin... Bu, kapitalizmin panzehiridir. Kapitalizm, biriktirmek demektir. Çağımızın hastalığı budur. İhtiyaç fazlasını biriktirme, o biriktirdiklerinle başkası üzerinde hegemonya kurma. Sonra Haşr Suresi 9'uncu ayeti de söyleyebiliriz. Devlet, bir zenginler kulübü olmasın. Zenginlerin arasında dönüp dolanan, seçim yapılsa da sandık konulsa da arka planda zenginlerin olduğu, yani burjuvazinin olduğu, sermaye sahiplerinin olduğu bir devlet istemiyor Kur'an-ı Kerim. 

Ne istiyor peki? 

Mal, servet, rızık, tüm halka, Allah'ın tüm kullarına dağıtılmalıdır. Hem de eşitçe. Fussilet Suresi'nin 10'uncu ayetine göre, rızıklar eşit şekilde dağıtılmalıdır. Şimdi bu anlayış, anti-kapitalist Müslümanlık anlayışının Kur'an'daki kökleridir. Ali Şeriati de bunu savunmuştur, Muhammed İkbal de savunmuştur. Yeryüzünde bunu savunan birçok insan vardır. Hatta en son mesela, New York Belediye Başkanı adayı olan arkadaş kendisini "Müslüman sosyalist" olarak tanımladı. New York'a aday oluyor, belki de seçilecek. Tüm dünyada bir anlayıştır bu. Müslümanlıkla paylaşımcılığın, toplumculuğun, sosyalizmin veya sol yaklaşımın bir arada olabileceği, asıl gerçek İslam'ın özünün bundan ibaret olduğu fikri. Yani biz bunu savunuyoruz. Sosyal İslam kitabında bunu en ayrıntılı bir şekilde anlattım. 

İktidara yakın troll vaizler var. O da son yıllarda bir olgu, bir fenomen olarak karşımıza çıktı. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu kişileri?

Onlar akıllarınca bizi İslam'dan saymıyorlar, Müslüman saymıyorlar. Mesela Cübbeli Ahmet'in, "İhsan Eliaçık kafir olmuştur" dediği bir videosu var. Yani akılları sıra Müslüman saymıyorlar. Bu çok yanlış bir kafa. Kendisine "ben Müslümanım" diyen bir adama "sen Müslüman değilsin" demek, ayete göre haramdır. Ben yedi yaşımdan beri "Allah bir, peygamber hak" diyorum. Sen bana nasıl "Müslüman değilsin" dersin? Tam tersi, eğer Müslümanlıktan birisi çıkarılacaksa senin kendi söylediklerine bakman lazım. Yani, "mezardaki peygamberler eşleriyle cinsel ilişki kurar" diyor. Bu adam bunu Müslümanlık adına söylüyor. Bunun ne alakası var Müslümanlıkla? Dolayısıyla hurafeler, uydurmalar, bidatlar, yalan yanlış bir sürü şeyleri din diye insanlara boca ediyorlar. Bahsettiğiniz gibi vaizler, iktidarı destekleyen söylemlerde bulunuyorlar. 

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da çok tartışılıyor…

Diyanet İşleri Başkanı, iktidara destekleyen dini fetvalar yayınlıyor. Halbuki Ali Şeriati der ki: "Aydın, peygamberin varisidir." Aydınlar, peygamberlerin varisidir ve bir ülkede aydın, zamanın kralını, zamanın egemenini eleştirene denir. Benim vergimi kim topluyorsa, mahkemelere kim hâkim tayin ediyorsa, askere, polise, orduya kim emir veriyorsa, elinde kimin resmi silah bulundurma ve yargılama yetkisi varsa, o eleştirilir. Yani ben kalkıp da bunları elinde bulundurmayan, kendisine vergi vermediğim insanları eleştirme durumunda değilim. Ben onları sadece uyarırım. Yani buradan şöyle bir ilke takip ediyoruz: İktidar sahibi eleştirilir; muhalefet uyarılır. Muhalefet eleştirilmez. Biz muhalefeti zaten uyarıyoruz, "aman dikkatli olun" falan diye ama iktidarı eleştirmemiz lazım. Bu parayı ne yaptın? Bu cinayeti niye çözmedin? Bu katliama niye göz yumdun? Bu linç girişimini niye başlattın? İnsanların verdiği paralar nerede? Bunların hepsini eleştirmesi lazım. Şimdi bu vaizler iktidarı eleştirmiyor, tam tersi iktidarın borazanlığını yapıyor. Dolayısıyla bana göre zamanın kralını ve egemenini eleştirmeyen zaten şarlatandır. Ona aydın, vaiz, İslam alimi, din bilgini diyemeyiz.

Eleştiriyi boğan bir süreci yaşıyoruz Türkiye’de…

Buradan şunu da söylüyorum: Yani ben, başımızda Hazreti Ebubekir olsa onun icraatlarını dahi eleştirmek durumundayım. Hatta peygamberin kendisi dahi olsa... Peygamberin kendisine peygamber olarak bağlı olabilirsin. İnancın gereği onu peygamber olarak kabul edersin. Orada "bu ayetleri sana Allah gönderdi mi göndermedi mi" diye eleştirmene gerek yok, zaten inanmışsın. Ama dünyevi icraatları peygamberin eleştiriye açıktır. Peygamber der ki: "Ben de sizin gibi bir insanım. Ancak bana vahiy geliyor." Hepsi bu. "İnsanım" diyor, "sizin gibi insanım". Yani sizin gibi, insan olan herkes eleştirilir. Hurma ağaçlarını yanlış bir talimatla aşılanmasına yol açıyor ve o sene hurmalar telef oluyor. Diyorlar ki, "Peygamber dediğini yaptık, hurmalar telef oldu." O da diyor ki, "Yahu ben her şeyi bileceğim diye bir kural yok ki. Siz geldiniz bana sordunuz, ben de bildiğimi söyledim. Meğer yanlışmış. Ben anlamam. Benim anladığım işler değil bunlar. Herkes işin nerede ehliyse onu uzmanına sormanız lazım. Ben size Allah'tan vahiy getiriyorum, getirdiğim vahiyleri size iletiyorum, bunlara uyun" demiş oluyor. Dolayısıyla bak, peygamber dahi olsa, halife dahi olsa, kim olursa olsun, iktidarda olanın icraatı, muktedir iktidar yetkisini kullananın icraatını, özellikle aydınların eleştirmesi gerekir. Ve bu eleştiri hakaret değildir, onların iyiliğinedir. Onların muhtaç olduğu şey eleştiridir, destekleme, pohpohlama değil.


Haber Kaynağı : 12punto

Leman dergisi İhsan Eliaçık
Wodo Network