Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
46,8469
Dolar
Arrow
40,5798
İngiliz Sterlini
Arrow
54,2381
Altın
Arrow
4339,0000
BIST
Arrow
10.642

Mehmet Ali Alpar'dan Hasan Yazıcı'ya yanıt

Prof. Dr. Mehmet Ali Alpar, 12punto yazarı Prof. Dr. Hasan Yazıcı'nın Post-Truth: Bir konuşma, iki olay başlıklı yazısına yanıt verdi.

Mehmet Ali Alpar'dan Hasan Yazıcı'ya yanıt

Sayın Hasan Yazıcı 12punto’daki yazısında (https://12punto.com.tr/yazarlar/hasan-yazici/post-truth-bir-konusma-iki-olay-59055) Sayın Engin Bermek’in “Türkiye’nin Bilim (Akademisiyle) İmtihanı” kitabıyla ilgili olarak sarkac.org’da yayımlanan tanıtım yazımda (https://sarkac.org/2024/11/kitap-turkiyenin-bilim-akademisi-sinavi-engin-bermek/ ) önemli yanlış ve ayrıca ‘büyük bir Post-Truth olgusu’ – yani kılıflı yalan olduğunu yazmış.

Sayın Yazıcı’nın yazısından ve kendi yazımdan alıntılarla açarak cevap vermek istiyorum. 

‘Sayın Alpar’ın yazısındaki önemli yanlış ne? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Doğramacı’nın aşırmasını tescillemedi. Sadece benim aynı aşırmayı dillendirmekten alıkonamayacağımı hükme bağladı. Kararlarının bir yerinde de “Ancak Yazıcı’nın ülkesinde yargının neye aşırma dediğini de pek anlayamadık.” mealinde bir görüş bildirdi.’  

Benim kitap tanıtımında söz konusu pasaj tırnak içinde kitaptan alıntı olarak verilmişti: 

‘Yıllar sonra, 2014’te, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “Yargıtay kararının ifade özgürlüğüne aykırı olduğuna hükmederek söz konusu intihal olayını tescil etmiş oldu.” (s166, dipnot 28).’  

Tescil kelimesi bana ait değil, sayın Bermek’in kitabından alıntı. Sayın Yazıcı (AİHM) ‘Kararlarının bir yerinde de “Ancak Yazıcı’nın ülkesinde yargının neye aşırma dediğini de pek anlayamadık.” mealinde bir görüş bildirdi.’   yazmış. Evet böylece AİHM aşırmayı tescil etmiş olmuyor, mealen ‘Türkiye’de yargının neye aşırma dediğini anlayamadık’ demekle AİHM’nin kendi anlayışına göre Doğramacı’nın yaptığına aşırma denmemiş olmasını, bu aşırma değilse neyin aşırma olduğunu anlayamadığını söylemiş oluyor. Bununla tescil etmek arasındaki bir fark var. Sayın Bermek bu farkı belli etmemiş, ben de tanıtma yazımda bu nüansın farkına varıp altını çizmemişim. Sayın Yazıcı’nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurusu kendisinin ifade özgürlüğü hakkının ihlal edilmiş olduğu noktasında. Nitekim AİHM Doğramacı’nın intihal yaptığını söylemekle hakaret etti diye tazminata mahkûm edilmesiyle Yazıcı’nın haklarının ihlâl edildiğine karar vermiş. Mahkemenin faaliyet alanı ve davanın da konusu Doğramacı’nın intihal yapıp yapmadığının değerlendirlmesi değildi. Bu bağlamda mahkeme mealen söylediği şeyin ötesinde olayın intihal olup olmadığını karar bağlayamazdı, bağlamadı. Ben de herhalde kitabın yazarı Engin Bermek de bunun farkındadır. Bermek yazarken ‘tescil’ kelimesini kullanmış, ben de alıntılarken doğrusu bu noktada yukarda yazdığım düşünceleri tanıtım yazısına koymak aklıma gelmedi.

Sayın Yazıcı devamında şunları söylüyor:

‘Sayın Alpar yazısında dava sürecinde, TÜBA’dan umudu kestikten sonra mücadeleyi tek başıma yürüttüğümü, eksik olmasın, belirttikten sonra dava sürecini de oldukça ayrıntılı anlatarak aynen şöyle diyor: “Bu olay bilim ve yayın etiği konusunda kamuoyunda bir farkındalık yarattı. Hâlâ üniversite sistemimizde her düzeyde akademik ahlâk ihlalleri yaygın olarak sürüyor. Birçok yönetici bu olayları görmezden geliyor, hatta kendileri de yapıyorlar.” 

Burada büyük bir Post-Truth olgusu var diyorum. Demek ülkemde bilim etiğinin giderek yozlaşmasından zamanın işini bilir, duruma göre pozisyon alan TÜBA’sı değil de gerçeği dile getiren bir yerde esas sorumlu. Nasıl mı, belki de gerçeği dile getirenin başına gelenler yozlaşma sorumlularına cesaret veriyor. Söz konusu olayda TÜBA biraz daha düzgün davransaydı, sayın Alpar’ın doğru olarak gözlediği yozlaşmanın, en azından, belki de bir nebze olsun önlenebileceği neden bir türlü aklımıza gelemiyor?’

Ben ‘farkındalık yarattı’ derken intihal konusunda kamuoyunun farkındalığını düşündüm, ve bu farkındalığa yol açanların da olayı kamuoyuna duyuranlar, rahmetli Uğur Mumcu ve olayın üstüne giden ve bunca yıl mücadele eden Sayın Yazıcı olduğunu kastettim. Bunun okuyucu tarafından da böyle anlaşıldığına inanıyorum. Farkındalığın bu olayları görmezden gelen ve kendileri de yapanların nasıl olsa birşey olmuyor şekline intihale teşvik eden bir faktör olarak düşünmedim ve yazmadım. 

Ahlâken kötü olanın bilinmesine, gösterilmesine karşılık örtbas edilmesi, görmezden gelinmesi maalesef toplumlarda değişik ölçülerde hep olan, bazan, belki çoğu zaman baskın çıkan bir olgu. TÜBA Etik Kurulunun  o dönemde Doğramacı’nın TÜBA tarafından kınanmasını önerdi. TÜBA Konseyi önce bunu onayladı, sonra ilk kararından dönerek  bu konuda TÜBA’nın birşey yapmamasına karar verdi.  Genel Kurulda üyelerin daha çok kısmı  bu yönde oy kullandı. TÜBA kınama kararı alsaydı tabii toplumda bu konuda daha etkili ve kalıcı bir farkındalık oluşurdu. Ayni zamanda TÜBA baskı altında da kalır, konuyla uğraşırdı. Tanıtım yazımda şöyle dedim “Engin Bey’in belirttiği gibi kişilerin yaptıkları hakkında kınama gibi kararlar vermek Akademi’leri hukuk sistemi karşısında güç durumlarda bırakabilir.” Sonunda  TÜBA Konsey ve Genel Kurulu herhalde bu kaygıların, belki daha çok da Doğramacı’nın nüfuzunun etkisiyle karar verdi. Bu da bir olgu. Bundan sonrasında Doğramacı’nın davacı tarafı konuyu mahkemeye TÜBA’nın da kendilerini desteklediği şeklinde aktarmıştı. TÜBA’nın Doğramacı’yı aklamış olduğu yolunda beyanlar karşısında başkan ve konseyinin ne yapmaları  gerekirdi? Yazımda sayın Bermek’in kitabından 

‘ “Doğrudan başkanlığa yazı yazan yedi, sekiz üye ise sıkıntılarını dile getirip, Konseyin, Akademi adına bir açıklama yaparak Doğramacı’nın haklı görülmediğini, etik dışı davranışların kınandığını bildirmesini istedi. Ancak Konsey bu konuda yeni bir girişimde bulunmadı.” (s.166, dipnot 29) şeklinde bilgi veriyor.’ diye alıntıladım. Ardından bu noktada ne yapılması gerektiği konusunda kendi görüşümü şöyle yazdım:  ‘Kanımca Konsey’in açıklanmasında TÜBA Genel Kurulunun Doğramacı’yı destekleme kararı almadığını, sadece konuyu gündeminden düşürdüğünü kamuoyuna duyurmalıydı.’ dedim. Sayın Yazıcı bu cümleyi dikkate almamış, ‘yorum saptırması’, ‘büyük bir Post-Truth olgusu’ ortaya koyduğumu söylemiş. Yazısının başında ise ‘post-truth’un yalana kılıf olduğunu  belirtiyor, ki ben de katılıyorum. Böylece benim yazdıklarımda şu yukarda anlattığım pasajın da post-truth – yalan olduğunu söylemiş oluyor sağolsun. Bunu kabul edemem. 


Haber Kaynağı : 12punto

Wodo Network