Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Merdan Yanardağ Silivri Cezaevi'nden yazdı: 'Tam bir taşra yobazlığı ile karşı karşıyayız'

Casusluk soruşturması kapsamında tutuklanan Merdan Yanardağ, Silivri Cezaevi’nde kaleme aldığı yazısında kendisine yöneltilen suçlamaları “beşinci sınıf bir kumpas” olarak nitelendirirken, iddianamede yer alan değerlendirmelerin gerçeklerle bağdaşmadığını ifade ediyor.

Merdan Yanardağ Silivri Cezaevi'nden yazdı: 'Tam bir taşra yobazlığı ile karşı karşıyayız'

Tutuklu gazeteci Merdan Yanardağ, Silivri Cezaevi'nden gönderdiği yazısında kendisine yöneltilen casusluk suçlamasına "Beşinci sınıf bir kumpas ile karşı karşıyayız" dedi.

Yanardağ, "Belli ki fetöcüler ve liberallerle yolları ayrılınca zaten görgüsüz, ilgisiz ve donanımsız bir hareket olan siyasal İslamcılar tamamen rüküş bir örgütlenme ve akıma dönüşmüşler. Öyle ki ülkenin yarısından fazlasını düşman ilan edip, savaş açtıklarının farkında bile değiller. Tam bir taşra yobazlığı ile karşı karşıyayız" ifadelerini kullandı.

Yanardağ'ın Birgün gazetesi için yazdığı "Casus kim?" başlıklı yazı şöyle:

"BirGün okurlarına ve bütün dostlarımıza Silivri Zindanı’ndan merhaba!

Yolum ikinci kez bu cezaevinden geçiyor. Bu kez içerisi kalabalık, dostlarımız çok burada.

Tutuklanma hikâyemin bu kez hayli ilginç olduğunu söyleyebilirim. Ancak öncelikle belirteyim, üçüncü sınıf bile değil, beşinci sınıf bir kumpas ile karşı karşıyayız. Yani iddialar ve bize/bana yöneltilen suçlamaların hiçbir tutarlılığı ve temeli olmadığı gibi, en küçük bir zekâ kırıntısı bile yok. Aklımızla alay etmeye kalkan kumpasçılar, kendi aptallıklarını sergilemenin önüne geçemiyor.

Arkadaş, insan hiç mi polisiyeye, edebiyata ilgi duymaz? Bir dedektiflik hikâyesi okumadınız diyelim, bir tane casusluk davası bile mi görmediniz?

Cumhuriyete, bu ülkenin ilerici ve yurtsever güçlerine karşı duyduğunuz düşmanlık ve ilkel, intikamcı refleksleriniz sizi bu kadar körleştirip, cahilleştirdi mi?

Belli ki fetöcüler ve liberallerle yolları ayrılınca zaten görgüsüz, ilgisiz ve donanımsız bir hareket olan siyasal İslamcılar tamamen rüküş bir örgütlenme ve akıma dönüşmüşler. Öyle ki ülkenin yarısından fazlasını düşman ilan edip, savaş açtıklarının farkında bile değiller. Tam bir taşra yobazlığı ile karşı karşıyayız.

Hazırladıkları Ekrem İmamoğlu iddianamesi tam bir darbe bildirisi gibi. Demokratik siyaseti, iktidara muhalefet etmeyi suç sayıyorlar. İnanılır gibi değil ama CHP delegelerinin, Erdoğan-AKP iktidarı ile mücadele eden bir yönetim seçmelerini bile düşmanlık, hatta “casusluk” sayıyorlar. Şaka gibi ama bana yönetilen suçlamalardan biri de İmamoğlu lehine bir müdahalede bulunarak CHP Kurultayı’nda Özgür Özel’in seçilmesini sağlamakmış. Üstelik bunu İngiliz ve İsrail istihbaratının yönlendirmesiyle yapmışım. Bunu nasıl, hangi araçlarla yaptığım ise belli değil. Kanıt olmadığı gibi Türk Ceza Kanunu’nun bu suçu (casusluk) düzenleyen 327 ve 328. maddelerinde de böyle bir tarif yok. Akıl ve mantık dışı bir tablo var.

Amaç belli; demokratik siyaset yoluyla bile olsa AKP-Erdoğan iktidarını değiştirme girişimi, 19 Mart operasyonunu yapanlara göre suç. Bunun TCK’de karşılığının olup olmamasının önemi yok. Örneğin; İmamoğlu’na yöneltilen suçlardan biri “cumhurbaşkanı adaylığı için yola çıkmak ve bu amaçla ekip kurmak” iyi mi?

İnsan dostunun da düşmanının da biraz mert ve zeki olmasını istiyor. Bu saçmalık ile mücadele etmek, iftira ve kara propagandaya karşı savaşmak insana ağır geliyor.

TELE1 dostu olan yaşlı bir kadının yanında birkaç kez gördüğüm ve gündeme ilişkin kısa kısa sohbet etmekten başka bir ilişkim olmayan bir kişinin İngiliz casusu olduğumu iddia edip bunu taşra kurnazlığı ile fırsata çevirme çabası ile karşı karşıyayız.

Hüseyin Gün adlı bu iş insanı da verdiği ifadede aynı şeyleri söylüyor. Hiçbir ifadesinde bana ve İmamoğlu’na yönelik herhangi bir suçlama yok. Güncel siyasete ilişkin genellikle TELE1’de izlediği programlarla ilgili birkaç mesaj ve benim bunlara verdiğim nezaket yanıtlarından ibaret. Bir izleyici-gazeteci-TV programcısı diyaloğundan bir casusluk hikâyesi çıkarmaya çalışıyorlar.

Kaldı ki, TELE1’e ufak tefek destek veren Seher hanım (Alaçam) vefat ettikten sonra yani 2022’den beri hiç görüşmemişiz. Bu durum HTS kayıtlarında da açıkça görülüyor. Ortada tam bir deli saçması var.

Olay şu; Seher Alaçam, evinin havuzunda kalp krizi geçirip 2022’de vefat edince manevi oğlu Hüseyin Gün ile biyolojik oğlunun arasında bir mal-mülk kavgası başlıyor. Bunun üzerine Seher Alaçam’ın biyolojik oğlu, Hüseyin Gün’ü 155’i arayarak “casus” diye ihbar ediyor. Polis yaptığı araştırmada benim, Necati Özkan ve Ekrem İmamoğlu’nun adlarını birkaç mesajda geçtiğini görünce böyle bir senaryo uyduruyor. Evlere şenlik bir hikâye.

Bir sosyal medya yazılım şirketi olan (Londra merkezli) Hüseyin Gün İstanbul Belediyesi’ne bir program satmaya çalışıyor, ama yapamıyor. Necati Özkan güven duymuyor ve almıyor. Aynı kişi Emniyet Genel Müdürlüğü’nden Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na kadar birçok kuruluş ile de çalışmış. AKP’li başkanları ve milletvekillerini İngiltere’de Lordlar Kamarası’na davet ettirip, toplantı ayarlamış. Bu toplantıya başkanlık yapmış vs.

AMAÇ YENİ REJİMİ YERLEŞTİRMEK

Amaç belli. Bu “casusluk” kumpasının iki hedefi var. Açıklanan iddianamede de görüldüğü gibi “yolsuzluk” suçlamalarının içini dolduramadılar. Bu nedenle ilk amaç; İmamoğlu için “yedek bir tutuklama kararı” çıkartmaktı. Diğeri ise Türkiye’deki medya ortamından ‘oyun kurucu’ bir konumu olan, etkili ve yaygın bir izleyici kitlesine ulaşan TELE1’e el koymak, yağmalama, beni ve arkadaşlarımı susturmaktı. TELE1, sol bir ekibin kurduğu, yönettiği ve büyük medya alanında rekabet eden başarılı bir kurumdu. Bir model olarak onlar için kötü bir örnek oluşturuyordu. Kendi kendisini çeviriyor, yeni yatırımlar yapıyor ve çalışanlarının ücretlerini-ki 144 kişinin maaşını aksatmadan ödüyordu. RTÜK cezaları ve benim hakkımda açılan davalar, bizi susturmaya yetmemişti. Biz bütün engelleri teker teker aşıyorduk. Bunu daha fazla kaldıramadılar. Toplumdaki etkimizi kırmak istediler. Olay budur.

SİCİLLERİ UTANÇ VERİCİ OLANLAR

Türkiye’de siyasal İslamcıların tarihi emperyalizm ve istihbarat örgütleriyle, utanç verici bir işbirliğinin tarihidir. Bu tarihi ben kitaplarımda belgeleri ve ayrıntıları ile anlattım. Kutsal bir davaları var diye ahlaka ihtiyaçlarının olmadığını düşünen ve buna inanan siyasal İslamcılar, bu ülkenin yurtseverlerini, devrimcilerini ve solunu “casuslukla” suçlamak gibi utanmazca bir küstahlık sergiliyor.

İslamcı hareket 1960’lardan beri emperyalizm (özellikle ABD ve İngiltere) ve istihbarat örgütleri ile işbirliği içinde oldu. Bunu “Allahsız kızıl komünistlere karşı ehveni şerriye kaidesi” dedikleri İslami bir yoruma “savaşta bile mubahtır” anlayışına dayandırdılar. İslamcıların siyaset tarzı tahkiye ve hileyle oldu hep.

Özellikle soğuk savaş döneminde ABD ve NATO’nun “Yeşil Kuşak” siyasetinin sonucu olarak Türkiye’de etkili olan tüm tarikat, cemaat ve siyasal İslamcı gruplar CIA, dolayısıyla Kontrgerilla (Gladio) yapılanmasıyla ilişkiye girdi. Bu ilişki 1990 sonrasında da (BOP ve benzeri doktirinlere bağlı olarak) devam etti. Özellikle nurcu guruplar CIA’nın gözdesiydi. Fethullah Gülen çetesi ve Said Nursi’nin talebesi olan Mehmet Kırkıncı ekibi, CIA bağlantılı gruplardı. Örneğin Av. Bekir Berk adlı bir Nur talebesi, CIA ile siyasal İslamcılar arasındaki ilişkiyi sağlıyordu. Daha önemlisi bu durumu bütün İslamcı kanaat önderleri, cemaat ve tarikat şeyhleri de biliyordu. Av. Bekir Berk’in yabancı istihbarat örgütleriyle çalıştığını CIA ile irtibatı olduğunu yine bir Nurcu olan Üzeyir Şenler açıklamıştı. Ölümünden kısa süre önce hastanede kendisi ile görüşen gazeteci Mustafa Aydın da 2012 yılında Bekir Berk’in ajan, yani casus olduğunu yazdı. Gazeteci Mustafa Aydın, Nurcuların Tahşiye Grubu’na yakındı. Mustafa Aydın, aynı zamanda Mehmet Fırıncı ve Mustafa Birinci adlı İslami çevrelerde etkili kişilerin de CIA ile bağlantılı olduğunu açıkladı.

Bekir Berk öldüğünde Mehmet Kırkıncı yıkamış, Fethullah Gülen de cenaze namazını kıldırmıştı. Tabutu ise İslamcı çevrelerin bütün önde gelen kişileri taşımıştı. Nurcuların Türkiye kolu, Fethullah Gülen yapılanmasının CIA ve ABD bağlantılı olduğunu açık açık yazdı. Bu nedenle cemaatin önde gelen iki yöneticisi Muhammed Doğan ve Mustafa Kaplan, Ergenekon kumpası davaları sırasında 2009’da düzmece bir iddia ile tutuklandılar.

Sadece Nurcular değil, Necip Fazılcılar ve başka siyasal İslamcı gruplar da CIA bağlantılıydı. 1960’lı yıllarda bir Kontrgerilla (Gladio) bülteni gibi çıkan, bugün gazetesinin sahibi ve başyazarı Mehmet Şevket Eygi-ki 1969’da “Kanlı Pazar” diye gençlere saldırıyı planlayanlardan biridir.

28 Şubat 2008’de Millî Gazete’de yazdığı utanç verici bir köşe yazısında, neden CIA ve ABD ile işbirliği yaptıklarını İslamcı çetelerle açıklamaya çalışacaktı. Eygi özetle şöyle diyordu:

“Biz o zaman İslam’daki ehveni şerriye kaidesi gereği, Allahsız kızıllara karşı Amerikan nüfuzun altındaydık. Rusyalı komünistlere karşı ABD ile işbirliği yapmak o zaman yanlış değildi.”

Ben hayatımda bu kadar utanç verici bir emperyalizm işbirlikçiliği ve CIA ajanlığı/casusluğu gerekçesi duymadım. Bugün Türkiye’de iktidar olanlar da bu soydan geliyor. AKP’nin kuruluşunda doğrudan bir ABD girdisi var. Bunları ‘Bir ABD Projesi Olarak AKP’ kitabımda belgeleriyle yazdım.

İşte; kendi sicilleri emperyalizm ve Batılı istihbarat örgütleriyle kirli bir işbirliği ile dolu olanlar, bugün kalkmış bizi, bu ülkenin yurtseverlerini, solcularını ve de devrimcilerini “casuslukla” suçluyorlar.

Hadi oradan!"


Haber Kaynağı : 12punto

Merdan Yanardağ
Wodo Network