Tayfun Kahraman Avukat Afşin Hatipoğlu'na konuştu
Gezi tutuklusu Tayfun Kahraman, Silivri Cezaevi’nde Avukat Afşin Hatipoğlu’na konuştu.
Tayfun’un işi, Kamagan Derviş’e kalırsa!
Ofisimin hemen ilerisinde bir kitapçı var. Mağazanın önünden her geçtiğimde, vitrine inceden kesik atıyorum. O gün yine rutinimi takip ederken bir kitap gözüme takıldı, Antik Kentler. Kitap, arkeolojik alanlar üzerinden “Kent” ne demektir, bir kent nasıl ve niçin kurulmuştur? Tunç Çağı’nda, Eski Mısır’da, Roma’da kentler nasıl oluşmuştur? Gibi enfes tartışmaları konu ediyor. Birden aklıma geldi, bu kitabı okuyanlar İstanbul’u dolaşsa nasıl olur?
MÖ 7. yüzyıla uzansalar Kadıköy’ü, Grek kolonilerini görseler, Balat’ta Roma’yı hissetseler. Roma çökse, Bizans’ın hipodromunu gezseler. Fatih çıksa karşılarına, Osmanlı’nın nişanesi deseler. Kanunî ile Aksaray’a dönüp, Abdülhamid ile Beşiktaş’tan nefes alsalar. Menderes’in yıktığı camilere, medreselere, hanlara, hamamlara ağlasalar. Dinlenmek için Gezi Parkı’nda kahvelerini yudumlarken, “Tarih azmanı bu şehirde ne güzel bir yeşillik kalmış” dedikleri an, metrekareye düşen onlarca yıllık tutsak yaşamın olduğunu bilirler mi?
Takvimler 2013 yılının Mayıs ayını çevirdiğinde, İstanbul Taksim’de yakın tarihimizi değiştirecek protestolar baş gösterdi. İstanbul’un Kentsel Gelişim Planı’na karşı hukuk mücadelesi veren meslek odalarının tepkileri kitleselleşmeye başladı. Özellikle halkın oturma eylemine karşı polisin şiddet kullanması, “Gezi Olayları” adıyla kayıtlara geçen toplumsal kıyamın “Boks gongunu” çaldı. Milyonların katıldığı bu eylemlerin işaret fişeği ise 2012 yılındaki yargılamalarla atılmıştı.
“Gezi parkını kurtarmak için dava dilekçesini elimle yazdım.” diyen Tayfun Kahraman’ı Silivri’de ziyaret ettim. Tayfun, yaklaşık dört yıldır Silivri’de tutsak. Gezi yargılamaları neticesinde 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ne hissettiğini sorduğumda, “Ben mesleğimin ve oda başkanlığımın gereği dışında ne yapmış olabilirim?” dedi. Güler yüzlü, konuşkan, akıllı ve metanetli bir isim. Onca derde, tasaya rağmen bence yaşından da genç gösteriyor. Ciddi bir rahatsızlığı var (MS), sürekli gözlem altında olması gerekiyor. Ancak bu sağlık durumu bile onun infaz rejimine tesir etmemiş. Daha önce, Osman Kavala’yı ve Can Atalay’ı yazarken de konumları ve meşgaleleri açısından işaret etmiştim. Tayfun için bu vurguyu daha belirgin yapacağım. “İstanbul Şehir Plancıları Odası Başkanı” olan bir isim nasıl olur da şehrin merkezinde tasarlanan bir plana hukukî itirazını yapamaz? Nasıl olur da bu fikrini halka anlatmaya gayret edemez? Kamuoyu oluşturmaya çalışamaz? Gezi yargılamalarında ısrarla yok sayılan gerçek, suçlananların mesleki statüsüydü. Tayfun Kahraman kaportacı mı, muhasebeci mi, doktor mu, berber mi?… Adam bizzat, “Şehir plancısı, bu mesleğin oda başkanı” ve bununla birlikte “Taksim Dayanışması’nın sözcüsü.” Henüz 31 yaşındayken, dönemin başbakanı Erdoğan ile görüşmeye giden heyetin de önemli bir ismi.
Yaşadığı olayları Tayfun Kahraman şöyle anlatıyor:
“Ben şehir plancısıyım ve oda başkanıyım. İstanbul üzerinde yapılan kente ait değişikliklere ait görüş bildirmek hukuken bizim de sorumluluğumuzda. Oda başkanlığına seçilirken meslektaşlarımızdan aldığımız yetki hem onları hem de mesleği temsil etmek için bize veriliyor. Gezi parkı için değişiklik planları yapıldığında, bu planlara karşı 2012 yılında hukuk yoluna gittik. Tepkimiz iktidar tarafından bilinmiyor değildi. 2013 yılındaki olaylara varıncaya kadar birçok gelişme zaten yaşanmıştı. Ancak idare bize göre hukuksuz olan ve kent estetiğine uymayan tasarrufundan vazgeçmedi. Dava dilekçesini ben yazdım. Konuyu tamamen teknik özellikleriyle belirttim. Ben aynı zamanda bir akademisyenim; şehir planlarının nasıl yapıldığını en iyi bilenlerdenim. İktidar konuyu hukuk zemininde ele almak yerine konuya orantısız şekilde yüklendi. 2013 yılının Mayıs ayına gelindiğinde ise konu o kadar fazla gündeme gelmişti ki bizim hukuk mücadelemiz halkın tepkisine yansıdı. Olayların engellenmesi için elimden geleni yaptım. Hatta Taksim Dayanışması sözcüsü olarak Başbakan’la yaptığımız görüşmede de açık beyanlarım var. Olaylar bitti, konu ülke gündeminden kalktı, ben de normal yaşamıma döndüm. Ama altı yıl sonra, 2019 yılında yargılanmaya başlandık. Neden ve nasıl hükmedildiğini anlamadığım bir şekilde, 18 yıllık bir cezaya çarptırıldım. Dört yıla yakın bir süredir cezaevindeyim.”
Daha önceki yazılarımda da belirttim, “Anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs!” işlenmesi çok zor bir suç. Silah var mı yok mu, hiyerarşik disiplin içinde mi hareket ediliyor, lider var mı, varsa kim, hedef ne, para kaynakları neler, hangi olaylar bu suçun işlendiğinin net ispatı?...
Bu ve benzeri sorular, Anayasa Mahkemesi’nin de kafasını karıştırmış olacak ki 31.07.2025 tarihli Tayfun Kahraman kararında şöyle karar verilmiş:
“Esasa etkili iddia ve itirazlar hakkında mahkemelerce ilgili ve yeterli bir değerlendirme yapılmadan mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği.”
Ve yine gerekçesinde şu esaslı noktaları vurgulamış:
“Başlamış bir toplantı ve gösteri eylemi sürecinde ortaya çıkan şiddet olaylarının salt varlığı, kendi eylemleriyle bu şiddet olayları arasında illiyet bağı kurulmadığı müddetçe kişileri doğrudan sorumlu tutabilmek için yeterli değildir.”
Ancak bu hafta üzülerek gördük ki İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımadı ve kırk kitapta yeri olmayan şu veciz ifadeyi kullandı: “AYM süper temyiz mahkemesi değildir, yetki gaspı yapmıştır.” Hukuken kabul edilmesi söz konusu olamayacak bu ifade, kaldı ki anayasaya da açıkça aykırıdır. Anayasa’nın 148. ve 149. maddeleri ile 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 45. maddesi ila 51. maddeleri arasında bireysel başvuru hakkı usul ve esaslarını düzenlenmiştir. Bununla birlikte, 13. ACM’nin bahsettiği “Temyiz”, olağan bir kanun yoludur ve adlî davalar açısından muhatabı Yargıtay’dır. Anayasa Mahkemesi kendisini bir temyiz makamı gibi görüp, “Yetki gaspı” yapsaydı, ilamını “Anayasal hak ihlalinin tespiti” olarak değil, bizzat mahkemeyi muhatap alacak şekilde, “Bozma” veya “Onama” hükmüyle kurardı. (Ayrıca, Tayfun’un avukatları kan donduran bu hukuksuzluğa karşı, 14. ACM’sine bir üst itirazla baş vuruda bulundular. Siz bu yazıyı okuduğunuz sıralarda karar çıkmış da olabilir.)
Adalet nesnel olmak zorundadır. Kokusuz ve renksiz yaşamakla mükelleftir. Yüz yıllardır adaleti temsil eden Themis heykelinin gözleri neden bağlıdır? “Şahsa bakarak değil, kanuna ve nefasete bakarak karar ver!” haykırışını insanlığa göstermek içindir. Ama ne yazık ki ülkemizdeki hukuk ve adalet anlayışı döneme ve kişiye bağlı olarak sürekli güncellenmektedir. Yakın bir tarihe kadar Devlet Bahçeli tarafından “Terörist” ilan edilen Selahattin Demirtaş, geçtiğimiz hafta itibarıyla “Lehine verilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının uygulanması gereken bir mağdur” haline gelmiştir. Pekâlâ, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “Adil yargılamadınız” dediği Osman Kavala aynı mağduriyeti neden taşıyamıyor? Siyaseten ona henüz sıra gelmediği için mi?
“Terörsüz Türkiye” diyorsunuz ya, ülkeyi “Hukuksuz Türkiye” haline getirip buradan huzur ve barış çıkartmayı nasıl düşünebiliyorsunuz? Kendi meri anayasanızda açıkça tanınan bir hakkı kullanan Tayfun Kahraman, yine anayasayı korumakla görevli üst mahkeme tarafından haklı bulunuyor ama yerel mahkeme, Anayasa Mahkemesi kararını ciddiye almaz ifadeler ile reddediyor.
İktidar, Anayasa Mahkemesi’ni rejime ait görmüyor. Bireysel başvuru hakkının sonuçlarını ise kabul etmiyor. O kadar ki rejimin gözünde kürsü hâkiminin değeri Anayasa Mahkemesi üyesinin fersah fersah üstünde. Bahçeli’nin mahkemeyi kapatmak istemesi, Yargıtay’ın, mahkeme üyeleri hakkında suç duyurusunu gündemine alması, ilk akla gelen tuhaflıklar. En kötüsü ise bu durumun ülkeyi kaosa götürdüğünü umursamıyorlar bile. Tayfun Kahraman, Anayasa Mahkemesi’nin hükmü ile sabittir ki hukuksuz bir şekilde Silivri’de tutuluyor. Dışarıda ise “Bu hukuksuzluklar bizi ne zaman bulur?” endişesiyle bekleyen milyonlar var. Sosyolojisi çökmüş, yeni nesil çetelerle tanışan, depresyon haplarıyla yaşayan, yılda iki yüz bin çiftin boşandığı, hukuka güven endeksinin sembolik olarak işaret edildiği ülkemizde, hukuku tanımayarak nereye varılmak istendiğini ise muhatapları dâhil inanın kimse bilmiyor. Tayfun Kahraman’ın devası Anayasa Mahkemesi’nde de değilse, o halde Kemal Tahir’in, Devlet Ana’sına gitsin, Kamagan Derviş’e el açsın dua istesin;
‘’ Ey göklerin direği Keşiş Dağı... Ey bize serin esintiler veren... Karlar veren tohumun dinlenmesi için... Yağmur veren ekinlerin yeşermesi için... Davarlarımızı sütlendiren, bineklerimizi güçlendiren, bizi korumazsan olmaaaz!’’
Haber Kaynağı : 12punto
Çok Okunanlar
Herkes Cumhur'daki krizi konuşurken AKP ittifakı genişletiyor
Etnik ayrılıkçılığı meşrulaştırmanın derin aymazlığı
Ricardo Şanghay’da, Marx New York’ta: 'Stratejik ticaret uzlaşısı'
Ali Şen'in oğlu Adnan Şen'den endişe veren haber
Aziz İhsan Aktaş kovuldu! Adı silindi
'Suç işlenmiştir, AYM Başkanı istifa ederek mesaj vermelidir'
Berat Albayrak Bilecik'ten çıktı
'Bunları söylüyoruz diye bize yine küfredecekler, gizli AKP'li diyecekler'
Bora Kaplan davasında çok ilginç gelişmeler!
6 kişinin hayatını kaybettiği parfüm deposunun içi görüntülendi