Cumhuriyet’e Komünist Bakış
Yazar ve eleştirmen Toprak Işık, Haluk Hepkon'un TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan ile birlikte hazırladığı "Cumhuriyet ve Komünistler" kitabını değerlendirdi.
Yazar: Toprak Işık
Haluk Hepkon’un soru ve yorumları eşliğinde Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın görüşlerini aktaran “Cumhuriyet ve Komünistler”, kendi alanında ezberlerin üzerine yürüyen bir söyleşi kitabı. Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkan eser, Türkiye’de komünist hareketin konumunu analiz ederken bir yandan da okuru, Cumhuriyet’in kuruluşunu ve bugünkü siyasal çerçevenin arka planını yeniden incelemeye çağırıyor.
Söyleşinin önsözünde Hepkon’un vurguladığı gibi, Türkiye’de siyasi tartışmaların neredeyse tamamı önceden belirlenmiş kalıplarla yapılıyor. Sağ ve solun konumlanışları, halkla ilişkilenme biçimleri, kimlik siyasetinin etkisi ve Cumhuriyet tarihinin yorumlanışı, çoğu zaman tarihsel bağlamdan kopuk bir yüzeysellik taşıyor. Kemal Okuyan’ın söyleşideki yaklaşımı ise bu yüzeyselliğe ve ezberlenmiş kabullere meydan okuyor: Süregelen çizgiler içinde hapsolmaksızın, o çizgilerin altındaki tarihsel zeminden destek alarak yapıyor bunu.
Okuyan’ın en fazla üzerinde durduğu meselelerden biri, Türkiye solunun kendi bağımsız rotasını kaybetmiş olması… Özellikle 12 Eylül sonrasında solun kültürel alana sıkıştırıldığını, siyasi hedef ve program üretme kapasitesinin daraldığını savunuyor. Ona göre solun kimlik siyasetinin gölgesinde kalması, “sivil toplumculuk” tuzağına sürüklenmesi ve düzen karşıtı bir ideolojik hat geliştirememesi, hareketi zayıflatan temel etkenler arasında. Bu değerlendirme, Türkiye’de uzun yıllardır dile getirilen bazı eleştirilerle akraba olsa da, Okuyan, kasıtlı olarak modası geçmiş gösterilmeye çalışılan sınıf çatışmasını temel alıyor ve teşhis koymakla yetinmeyip saptamalarının tarihsel altyapısını ortaya koyuyor.
Bu bağlamda eleştirisini CHP ve DEM’le kurulan ortaklıklara yönelik sorularla somutlaştırıyor. Okuyan’a göre bu iki aktör, çeşitli nedenlerle Türkiye solunun enerjisini emen bir denge yaratıyor. TKP’nin bağımsız çizgisini koruduğunu belirtiyor; solun başka güçlerin yörüngesine girmeden kendi ayakları üzerinde durması gerektiğini vurguluyor. Bu çıkış, hem Türkiye solundaki parçalanmaya hem de sol adına konuştuğunu iddia eden odakların birbirleriyle çelişen pozisyonlarına dair önemli bir tartışma alanı açıyor.
Söyleşinin en ilgi çekici yönlerinden biri, Okuyan’ın Cumhuriyet ile Komünizm ilişkisine dair sergilediği tutum. Türkiye’de solun bir bölümünde yaygın olan “Cumhuriyet’i toptan reddetme” eğilimi ile Kemalizm üzerine kurulan keskin karşıtlık, burada yeniden değerlendiriliyor.
Hepkon ve Okuyan, Nâzım Hikmet’ten Deniz Gezmiş’e, Mustafa Kemal’den Sovyetler Birliği’nin Milli Mücadele’ye verdiği desteğe kadar geniş bir tarihsel evreni dikkate alarak okura yeni sorular soruyorlar: Tarihte ilericilik soyut bir etiket midir? Yoksa ilericilik hangi tarihsel çatışmanın içinde nerede durduğumuzla mı ilgilidir? İkisi de, tarihe zamandan bağımsız bir “ilerici/gerici” etiketi yapıştırmak yerine, her dönemi, kendi somut çatışması içinde ele almayı öneriyor. 1919–1923 aralığını, “anti-emperyalist bir zemin” olarak konumlandırıyorlar ve verilen mücadelenin tarihsel olarak devrimci bir içerik taşıdığını ifade ediyorlar. Dolayısıyla Cumhuriyet’in ilanını da, Osmanlı düzenine kıyasla daha ileri bir hamle olarak görüyorlar.
Söyleşinin dikkat çekici bir bölümü, solun aydınlanmacı karakterini yitirmesi üzerine kurulu. Okuyan “Türkiye’de sol aydınsız kaldı,” derken, sadece bireysel entelektüelleri kastetmiyor; daha geniş bir ideolojik çerçevenin kaybolmasını işaret ediyor. Bu kayıp, düşünce üretme kapasitesinin gerilemesine, kavramların bulanıklaşmasına ve solun kendi tarihsel birikimiyle bağ kuramamasına yol açıyor. Böylece kitap, bir söyleşinin ötesine geçerek bir tür düşünsel yenilenme çağrısına dönüşüyor.
Okuyan, Türkiye solunun emperyalizm karşısındaki tutumunun giderek belirsizleştiğini, oysa Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında bu tutumun çok net biçimde ilerici olduğunu belirtiyor. Özellikle bazı Kürt hareketlerinin ABD ile ilişkileri üzerinden yaptığı eleştiride, günümüz solunun dış politika okumalarının yeterince tutarlı olmadığına dikkat çekiyor. Burada amaç, milliyetçi bir bakış sunmak değil; aksine, tarihsel ve sınıfsal zeminde bir anti-emperyalist hattın gerekliliğini hatırlatmak…
Söyleşinin son bölümlerinde Türkiye’nin bugünkü durumu analiz ediliyor. Okuyan’a göre mevcut düzen “sürdürülemez” hâle gelmiş durumdadır: Derin yoksulluk, kurumsal çürüme, toplumsal güvensizlik, dış politik riskler ve art arda yaşanan krizler, Türkiye’yi bir yol ayrımına sürüklüyor. Bu değerlendirmenin temelinde, tarihte çeşitli kırılma anlarının nasıl toplumsal bir silkinişe yol açtığı bilgisi var.
Okuyan, toplumun, tüm baskılara rağmen “ayağa kalkma” potansiyeli taşıdığına, bu potansiyelin tarihsel örneklerinin de mevcut olduğuna inanıyor. Bu çerçevede söyleşi, karamsarlık ile iyimserlik arasında salınmaksızın gerçekliğin içinden doğan bir umut fikrini öne çıkarıyor. Özellikle ülkenin öz dinamiklerine ve laik birikimine yapılan vurgu, geleceği kurma yetkinliğinin toplumsal tabanda hâlâ mevcut olduğunu işaret ediyor.
Okuyan, kimi zaman sert, kimi zaman kışkırtıcı; fakat her zaman düşünmeye zorlayan bir dil kullanıyor. Bu yönüyle kitap, okuru konforlu politik pozisyonların dışına çekiyor. Kolay cevaplar vermiyor, zor sorular soruyor. Bu da kitabı Okuyan’la hemfikir olmayanlar için bile değerli kılıyor; çünkü kışkırtıcı soruların gölgesinde düşünmek, ezberlerin kısırlaştırıcı etkisiyle yaşamaktan daha verimli bir düşünce dünyası vaat ediyor.
Türkiye siyasetinde solun seçimlerde aldığı oyla sınırlı olmayan bir etki alanı bulunduğunu belirten Okuyan’ın söyledikleri, siyasetteki konumu nedeniyle bireysel bir görüş aktarımının ötesine geçiyor; partisinin stratejik yönelimlerine dair güçlü ipuçları sunuyor. Kitaptaki çözümlemeler, hem sol içi tartışmaların seyrine hem de ülkenin genel siyasal çerçevesine dair önemli veriler sunarak söyleşiyi güncel ve yakın gelecekteki politik okumalar için kıymetli bir kaynak hâline getirirken pek çok verimli düşünme spekülasyonuna da pencere açıyor: Bu yaklaşımla, yükselen bir güç olarak Çin Halk Cumhuriyeti’ni de kitabı değerlendirirken kapsama alanına almak pek mümkün.
Türkiye solunun bağımsız rota arayışı, anti-emperyalist hattın berraklaştırılması, aydınlanmacı bir ideolojik çerçevenin yeniden inşası ve program üretme kapasitesinin güçlendirilmesi gibi başlıklarda Çin deneyimi, dünyada güç dengeleri değişirken solun hangi araçlarla, hangi önceliklerle ve hangi kurucu dille siyaset yapacağına dair soruları çoğaltan bir eşik işlevi görüyor. Komünist partiler açısından bu eşik, sosyalizmi salt ahlaki bir itiraz veya geçmişe ait bir hatıra olmaktan çıkarıp, somut iktisadi-siyasal kapasite tartışmasına bağlama imkânı sağlıyor. Tam da bu yüzden, “Cumhuriyet ve Komünistler”in açtığı tartışma alanı, yalnızca Türkiye’nin iç siyasal dengelerine değil, dünyaya yeniden bakma biçimimize de uzanıyor: Kendini akışa dümen ve yelkensiz bırakmanın konforunu terk edip, tarihsel çatışmaların içinden konuşan, bağımsız ve kurucu bir sol aklı aramaya çağırıyor.

Haber Kaynağı : 12punto
Çok Okunanlar
Sezgin Baran Korkmaz sessizliğini bozdu
2025 yılının birincisi partisi belli oldu!
Fatih Altaylı'dan ilk mesaj!
'Çok önemli bir teknik direktörün ismi geçiyor'
Okullarda Bilal Erdoğan talimatı
Gazeteler, IŞİD'in Yalova'daki terör saldırısını nasıl gördü?
'İtirafçı' olacağı iddia edilen Mehmet Akif Ersoy'un ifadesi belli oldu
Dünya bunalımda, insanlar reçeteye mahkûm
FIFA’da yeni ofsayt kuralı tartışmaları gündemde
Cezaevinden izinli çıkıp karısını boğarak öldürdü