Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
43,4154
Dolar
Arrow
38,4479
İngiliz Sterlini
Arrow
51,0707
Altın
Arrow
4002,0000
BIST
Arrow
9.167

Hilal Özdemir yazdı: Kızancıklı Naciye’nin göbeğinde sallanan Osmanlı ve ‘Değirmen’in suyu

Atıf Yılmaz’ın 1986 yapımı Değirmen filmi, Osmanlı’nın çöküş dönemine ait küçük bir kasabayı merkezine alarak hem dönemin toplumsal yapısını hem de yönetim anlayışını metaforlarla eleştiren güçlü bir taşlama olarak karşımıza çıkıyor.

Hilal Özdemir yazdı: Kızancıklı Naciye’nin göbeğinde sallanan Osmanlı ve ‘Değirmen’in suyu

Film, bir babanın küçük kızına; ‘kaçıncı yüzyıldayız şimdi?’ sorusuyla başlıyor. Küçük kız babasına 20. yüzyılda olduklarını söylüyor. Sonra baba-kız, ellerindeki tarih kitabına bakıyorlar. Kitap, 1. Dünya Savaşı’na giden dönemi, o dönemde yaşayan kral, kraliçe, padişah ve generalleri tanıtıyor. Sayfayı çevirdiklerinde ise karşılarına tanımadıkları biri çıkıyor. O kişi, Sarıpınar Kaymakamı Halil Hilmi Bey. İşte, o noktadan sonra kamera bizi 1914 yılı Osmanlısına götürüyor.

Değirmen, Türk edebiyatının önemli yazarlarından Reşat Nuri Güntekin’in aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan 1986 yapımı film.

Yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı, senaryosunu Barış Pirhasan’ın yazdığı filmin başrollerini Şener Şen, Serap Aksoy ve Levent Yılmaz paylaşıyor.

Değirmen, 1914 yılında Osmanlı Devleti’nin küçük bir kasabasında geçiyor. Halil Hilmi Bey (Şener Şen), Sarıpınar kaymakamıdır. Kasaba halkı, asıl adı Nadya olan Bulgar kızı Kızancıklı Naciye’den şikâyetçidir. Naciye, kasabanın ileri gelenlerinin akşamları içki sofrasında buluştuğu evde, etkileyici dans gösterileriyle erkekleri etkisi altına alır.

Kasaba halkının şikâyetlerine dayanamayan Halil Hilmi Bey, Naciye’yi huzuruna çağırır ve yaşanan sorunu kendisi çözmek ister. Fakat Naciye, tüm cilvesiyle Halil Hilmi Bey’i de etkiler.

Kaymakamlık binası Osmanlı Devleti’nin temsili gibidir. Çatısının kimi yerleri çökmüş, koltuklar yıpranmış, kapıları zedelenmiş… Fakat tüm bu yıpranmaya rağmen, binanın sakinleri eğlencesinden bir şey kaybetmemiştir.

Tevfik Fikret: Yiyin efendiler yiyin bu hân-ı iştihâ sizin

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin

Halil Hilmi Bey bir gün Ömer Bey’in konağına davet edilir. Ömer Bey, bölgenin güçlü isimlerindendir. Akşamları kurduğu rakı masasında kasabanın ileri gelenleri vardır. Yemekler yenir, içlikler içilir ve Kızancıklı Naciye gelir sahneye. Tüm hünerlerini gösterir oradaki erkeklere. Herkes sarhoş olmuş, kendini eğlenceye kaptırmışken bir anda oturdukları ev sallanmaya başlar. Deprem oluyor diye herkes dışarı kaçar. Kaçışmalar sırasında Kaymakam Halil Hilmi Bey yaralanır.

Kasabada öğretmenlik yapan Ahmet, İstanbul gazetelerine yetiştirir haberi:

“Sarıpınar kaza merkezinde şedit hareket-i arz vuku bulup ehemmiyetli hasar ve zayiat bulunduğu maruzdur. Kaymakam ağır mecruhlar arasındadır.”

Böylece deprem haberi ülkenin her yerine yayılır.

Kendini biraz toparladıktan sonra yaveri Hurşid ile çevre köyleri gezen Halil Hilmi Bey, depremin evlere verdiği zarardan bahseder. Fakat Hurşid, evlerin bu halde olmasının nedeninin deprem değil, fakirlik olduğunu söyler.

Deprem, filmde metafor olarak kullanılmıştır. Evet deprem olmuştur. Fakat çökmek üzere olan devletin köylerinde, kasabalarında yaşayan halk için deprem her gün olmaktadır. Yıkık dökük evler, karınlarını zar zor doyuran insanlar, hastalıklar… Halk için hepsi depremdir.

‘Kulaktan kulağa oyunu’ gibi yayılan deprem haberi, İstanbul’a kadar ulaşır.  Kasabaya sırasıyla Hilal-i Ahmer yetkilileri, mutasarrıf ve vali gelir. Hepsi de herhangi bir yıkım olmadığının farkındadır fakat işler o kadar çığırından çıkmıştır ki yalana ortak olmak işlerine gelir. Kasabayı ve çevre köyleri gezdikten sonra hepsinin soluklandığı yer Ömer Bey’in evi olur. Gelen yardımları kendi kasasına saklayan Ömer Bey, misafirlerini Kızancıklı Naciye ile sarhoş eder. Böylece hem kendi kasasını doldurur hem de kasabadaki varlığını sürdürmek için yeterli malzemeyi toplamış olur.

Üzerindeki baskıya dayanamayan Halil Hilmi Bey istifa eder. Fakat ‘olmayan’ deprem sırasında görevde o olduğu için tamamen bu işten sıyrılamaz. Yapılan toplantıda karar alırlar ve el birliği ile zaten yıkık dökük olan evleri depremden hasar almış gibi göstererek kurtulurlar.

Bu olay sonunda Halil Hilmi Bey’e hizmet nişanı takılır. Herkes tekrar kendi görevine döner. 

Olay sonunda kimileri ödüllendirilirken, olan yine halka olur. Çünkü hiçbir şey elde edemezler.

Film, kullandığı metaforlarla başarılı bir Osmanlı portresi çıkarıyor. Anlatmak istediklerini dönemin başkenti İstanbul ve ülkenin yöneticisi padişah ile anlatmak yerine küçük bir kasaba üzerinden aktarıyor. Sarıpınar Kasabası’nı Osmanlı Devleti, kaymakamlık binasını da saray olarak düşünürsek, Halil Hilmi Bey de padişahı temsil ediyor. 

Halil Hilmi Bey, yıkık dökük de olsa kaymakamlık binasındaki sorunları görmezden geliyor. Tıpkı Saray’daki padişahın Osmanlı’yı ‘Hasta Adam’ olarak tanımlayan ve her yerinden bir parça toprak koparmak derdinde olan Avrupalı devletleri görmezden geldiği gibi. 

Kendisine gelen şikâyetleri, bölgede yaşanan sorunları kendi usulünce çözdüğünü zannediyor. Katıldığı eğlencede yaşanan deprem ise, olayları tüm çıplaklığı ile görmesini sağlıyor. Depremi, çöken Osmanlı Devleti için uyarı sayabiliriz. Bu uyarıyı alan Halil Hilmi Bey, daha önce gitmediği, merak bile etmediği insanların yaşamlarına tanıklık ediyor. Halk, zaten uzun süredir deprem yaşamaktadır. Bölgenin zenginlerinin verdiği kadarıyla yetinen, kendilerini yönetenler için canını dişine takıp çalışan yoksul insanlar… 

Yazının sonuna doğru gelirken önemli bir noktaya daha değinmek istiyorum. Atıf Yılmaz deyince akla ‘Kadın Filmleri’ gelir. 1980 darbesinin ülkemizde yarattığı tahribattan sinema da etkileniyor. Toplumsal sorunları ele alan filmler çeken yönetmenler, askeri yönetimin ve sansür yasasının baskısı nedeniyle filmlerde işlediği konuları da değiştirmeye başlıyor. Önceden toplumsal sorunlara değinen filmler anlatan yönetmenler, bireyi merkeze alan filmler çekmeye başlıyor. Yerli sinema da kadın rolleri de değişmeye başlıyor. Kadının dönüşümünü ustaca ele alan ve beyazperdeye yansıtan yönetmenlerin başında da Atıf Yılmaz geliyor.

Değirmen filminde de Yılmaz, yönetime olan eleştirileri dile getirirken bir yandan da Kızancıklı Naciye üzerinden erkeklerin kadına olan bakış açısını ele alıyor.

Kızancıklı Naciye, güzelliğinin farkında olan bir kadın. Onun kendine güvenen tavrı, hem erkekleri hem de kadınları etkisi altına alıyor. Ömer Bey’in içki alemlerinde sahneye gelip dans etmesi, erkekleri alkolden daha fazla sarhoş ediyor. Onu dans için hazırlayan yanındaki kadınlar bile Naciye’nin ne kadar cilveli olduğundan, kendilerini bile etkilediklerinden bahsediyor. İçten içe kıskanılıyor da. Filmde, Osmanlı dönemi anlatıldığı için kadınlar tesettürlü, kocasının hizmetçisi, çocuklarının annesi rolünde. Fakat Naciye, onlardan farklı… Zaten hakkındaki şikâyetler de bu nedenle oluyor. Deprem de Naciye’nin göbek attığı sırada meydana geliyor. Evdeki bütün erkek ve kadınlar dışarı doğru kaçışırken Naciye kahkaha atıyor. Bu sahne bile Naciye’nin güçlü yönünü ve erkekler üzerindeki etkisini izleyiciye vermeyi başarıyor. Atıf Yılmaz, Değirmen filminde de Kızancıklı Naciye üzerinden güçlü kadın imajını vermeyi başarıyor.

Değirmen, güçlü oyunculukları, olay örgüsündeki hakimiyeti ve çekilen sahnelerin kusursuzluğu ile harika bir taşlama. Hem Atıf Yılmaz hem de Şener Şen filmografisinde diğer yapımlar kadar öne çıkmayan Değirmen, ara ara açılıp izlenmesi gereken filmlerden.

Yazımızı filmde yer alan Tevfik Fikret’in dizeleriyle bitirelim:

“ Yiyin efendiler yiyin bu hân-ı iştihâ sizin

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin…”


Haber Kaynağı : 12punto

Atıf Yılmaz Reşat Nuri Güntekin Şener Şen
Wodo Network