Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Türkiye'nin yapay zeka gerçeği: TÜİK verileri dijital dönüşümdeki derin uçurumu gösteriyor

Türkiye, dijital dönüşüm tarihinde kritik bir eşiğe ulaştı. TÜİK’in 1 Ekim 2025’te yayımladığı ve kurum tarihinde bir ilk olan “Yapay Zekâ İstatistikleri, 2025” raporu, hem işletmelerin hem bireylerin yapay zekâ ile kurduğu ilişkiyi resmî verilerle ortaya koyarak ülkenin dijital kapasitesine dair kapsamlı ve çarpıcı bir tablo sunuyor. Girişimlerde ve hanehalkında bilişim teknolojileri kullanımını temel alan bu çalışma, Türkiye’de yapay zekâ farkındalığının son yıllarda hızla arttığını gösterirken; büyük işletmeler ile KOBİ’ler, gençler ile yaşlılar ve eğitimli kesim ile dezavantajlı gruplar arasındaki dijital uçurumun belirginleştiğine de işaret ediyor. Rapor, teknolojik ilerlemenin umut veren ivmesini ortaya koymakla kalmıyor; uzmanlık eksikliği, maliyet baskıları ve toplumsal eşitsizlikler gibi yapısal engeller nedeniyle Türkiye’nin dijital dönüşüm sürecinde karşı karşıya olduğu kritik meydan okumaları da gözler önüne seriyor.

DİJİTAL DÖNÜŞÜMDE EŞİTSİZ TABLO: Girişimlerin % 7,5’i Yapay Zekâ Kullandığını Beyan Etti

TÜİK verilerine göre, 2021’de yalnızca %2,7 olan yapay zekâ kullanan girişim oranı 2025’te %7,5’e yükseldi. Dört yılda yaşanan bu artış, teknolojik farkındalığın hızla yaygınlaştığını gösterse de Türkiye hâlâ küresel ortalamanın gerisinde. Avrupa Birliği’nde işletmelerin yaklaşık %13’ü, ABD’de ise %40’ı yapay zekâyı aktif biçimde kullanıyor.

Aşağıdaki grafikte de görüldüğü üzere; veriler, işletme büyüklüğü arttıkça yapay zekâ kullanımının da belirgin biçimde yükseldiğini ortaya koyuyor. 10–49 çalışanı bulunan küçük işletmelerde oran %6,6 iken, 50–249 çalışanlı orta ölçekli işletmelerde %9,6’ya, 250 ve üzeri çalışanı olan büyük girişimlerde ise %24,1’e kadar çıkıyor. Bu tablo, dijital dönüşümün büyük sermaye lehine yoğunlaştığını ve KOBİ’lerin dönüşüm sürecine yeterince entegre olamadığını gösteriyor. 

Kısacası, Türkiye’de yapay zekâ yatırımları bir fırsattan çok, sermaye gücüyle şekillenen bir ayrıcalığa dönüşüyor. Bu durum, dijital dönüşümün en kırılgan noktası olan dijital eşitsizliği daha da derinleştiriyor.

DİJİTAL SEKTÖRLER ZİRVEDE, REEL SEKTÖR GERİYE DÜŞÜYOR: Yapay Zekânın Şampiyonu Bilgi ve İletişim

TÜİK’in sektör bazlı analizleri, Türkiye ekonomisindeki dijitalleşme uçurumunu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. . Aşağıdaki grafikte de görüleceği üzere; 2025 itibarıyla yapay zekâyı en yoğun kullanan sektör, %47,1 ile bilgi ve iletişim faaliyetleri oldu. Bu alanı %21,1 ile finans ve sigorta, %15,2 ile bilgisayarların ve iletişim araç ve gereçlerinin onarımı takip etti. 

Buna karşılık, dijital dönüşümün daha sınırlı seyrettiği sektörlerde oranlar belirgin biçimde düşüyor. Mesleki, bilimsel ve teknik faaliyetlerde kullanım %11,5’te kalırken; enerji ve su temini ile kanalizasyon hizmetlerinde %8,7, idari ve destek hizmetlerinde %8,5’e geriliyor. İmalat ve perakende-toptan ticaret sektörlerinde oran %7’de seyrederken, gayrimenkul faaliyetlerinde %6,5, konaklama ve yiyecek hizmetlerinde %6,1, ulaştırma ve depolamada %5, inşaatta ise yalnızca %3,9 düzeyine iniyor.

Bu tablo, yapay zekânın özellikle dijital temelli sektörlerde hızla yaygınlaştığını, ancak üretim, hizmet ve ticaret gibi geleneksel sektörlerde hâlâ düşük seviyede kaldığını gösteriyor. Başka bir ifadeyle, Türkiye’de dijital dönüşüm eş zamanlı ve dengeli ilerlemiyor; yüksek teknoloji yoğun sektörler modernleşirken reel sektörün önemli bir kısmı bu dönüşümün dışında kalıyor.

Bu durum, “Ulusal Yapay Zekâ Stratejisi”nin bütüncül dönüşüm hedefiyle de çelişiyor. Yapay zekânın ağırlıklı olarak bilgi teknolojileri ekseninde kalması, Türkiye’nin üretim gücü ile dijital yenilik arasındaki mevcut uçurumu daha da derinleştirme riski taşıyor.

YAPAY ZEKÂ STRATEJİDEN ÇOK SATIŞ ARACI OLARAK KULLANILIYOR: Girişimlerin İlk Tercihi Pazarlama ve Satış

2025 verileri, yapay zekâ kullanan girişimlerin önceliklerini net biçimde ortaya koyuyor. İşletmelerin %46,5’i bu teknolojiyi pazarlama ve satış faaliyetlerinde kullanıyor. Bu durum, yapay zekânın Türkiye’de ağırlıklı olarak müşteri ilişkilerini geliştirme ve gelir arttırma amacıyla benimsendiğini gösteriyor. Pazarlama odaklı bu yaklaşımı sırasıyla üretim veya hizmet süreçleri (%41,1), Ar-Ge ve yenilik faaliyetleri (%41) ile işletme ve yönetim organizasyonu (%40) takip ediyor.

Yapay zekânın muhasebe, kontrol ve finans yönetiminde kullanımı %33,7 seviyesindeyken; bilgi güvenliği alanındaki kullanım %22,6, lojistik faaliyetlerindeki kullanım ise %13,6’da kalıyor. Bu dağılım, işletmelerin yapay zekâyı daha çok kısa vadeli ticari kazanımlar için değerlendirdiğini, teknolojiyi verimlilik artırıcı veya yenilikçi bir üretim aracı olarak yeterince konumlandıramadığını gösteriyor.

Özellikle üretim, kalite kontrol ve tedarik zinciri yönetimi gibi rekabet gücünü doğrudan etkileyen alanlarda yapay zekâ uygulamalarının sınırlı kalması, Türkiye’nin verimlilik açığını kapatma potansiyelini de zayıflatıyor. Başka bir ifadeyle, yapay zekâ ekonomisi Türkiye’de hâlâ stratejik bir kalkınma aracından çok, pazarlamaya odaklanan bir operasyonel destek mekanizması olarak işlev görüyor.

DİJİTAL GELECEĞE KİM HAZIR? Büyük Girişimler Hızlanıyor, KOBİ’ler Geride Kalıyor

Yapay zekâ teknolojisi kullanmayan girişimlerin %9’u yakın gelecekte bu alana yatırım yapmayı planlıyor. Bu eğilim, işletme ölçeğine göre belirgin biçimde farklılaşıyor: 10–49 çalışanı bulunan küçük işletmelerde oran %8,4’te kalırken, 50–249 çalışanlı orta ölçekli işletmelerde %10,4’e; 250 ve üzeri çalışanı olan büyük işletmelerde ise %18,2’ye yükseliyor.

Veriler, özellikle büyük ölçekli şirketlerin yapay zekâyı artık stratejik bir yatırım alanı olarak gördüğünü ortaya koyuyor. Ancak bu dönüşümün KOBİ’lere de yayılabilmesi için teknoloji teşviklerinin, vergi avantajlarının ve teknik danışmanlık desteklerinin daha geniş kapsamlı ve erişilebilir hâle gelmesi gerekiyor. Aksi takdirde, dijital uçurum yalnızca korunmakla kalmayacak, daha da derinleşerek Türkiye’nin dijital dönüşüm sürecini sekteye uğratacaktır.

DİJİTAL DÖNÜŞÜMÜN ZAYIF HALKASI: Uzmanlık Eksikliği Yapay Zekâ Adaptasyonunu Yavaşlatıyor

Yapay zekâ kullanmayan girişimlerin %74,2’si, bu teknolojiyi benimsemelerinin önündeki en büyük engelin “uzmanlık eksikliği” olduğunu belirtiyor. Bunu %67,4 ile yüksek maliyetler ve %62,4 ile hukuki belirsizliklere yönelik kaygılar izliyor. Veri koruma ve gizlilik ihlallerine dair endişeler %61,8; mevcut ekipman, yazılım ve sistemlerle uyumsuzluk %61,7; veri kalitesi ve erişilebilirliğine ilişkin sorunlar ise %54,7 oranında dile getiriliyor. Etik kaygılar %43,6’da kalırken, yapay zekânın işletmeye fayda sağlamayacağı yönündeki kanaat yalnızca %16,1 ile en düşük gerekçe olarak öne çıkıyor.

Bu tablo, dijital dönüşümün önündeki en kritik engelin ekonomik değil, insan kaynağına dayalı olduğunu açıkça gösteriyor. Türkiye’nin dijital ekonomiye sağlıklı bir geçiş yapabilmesi, teknik bilgi ve nitelikli iş gücü eksikliğini gidermeden mümkün görünmüyor. Maliyetler zamanla azalabilir; ancak uzman açığı giderilmediği sürece bu sorun kronik bir niteliğe bürünebilir. Bu nedenle, üniversite müfredatından mesleki eğitim programlarına kadar geniş bir alanda yapay zekâ okuryazarlığının temel bir eğitim başlığı hâline gelmesi kaçınılmaz görünüyor.

YAPAY ZEKÂDA KUŞAK AYRIMI DERİNLEŞİYOR: Gençler Uçuyor, Yaşlılar Uzak Duruyor

TÜİK’in bireysel kullanım verileri, Türkiye’de dijitalleşmenin en belirgin boyutlarından biri olan kuşak farkını açık biçimde ortaya koyuyor. 16–74 yaş aralığındaki bireylerin %19,2’si üretken yapay zekâ kullanırken, bu oran genç yaş gruplarında belirgin şekilde artıyor. 16–24 yaş grubunda kullanım oranı %39,4 ile zirveye çıkıyor; 25–34 yaş grubunda %30’a, 35–44 yaş aralığında ise %15,5’e geriliyor. Yaş ilerledikçe kullanım keskin biçimde düşüyor: 45–54 yaş grubunda oran %7,1, 55–64 yaş aralığında %3,1, 65–74 yaş grubunda ise yalnızca %1,7 düzeyinde.

Bu fark yalnızca yaşla değil, eğitim ve mesleki profille de yakından ilişkili. Gençler yapay zekâyı iletişim, öğrenme ve içerik üretimde aktif biçimde kullanırken, ileri yaş grupları bu teknolojiyi hâlâ daha temkinli ve mesafeli bir noktadan izliyor. Bu durum, dijital dönüşümün toplumun tüm kesimlerinde eşit hızla ilerlemediğini; genç kuşakların dönüşümü sürüklerken, yaşlı kuşakların giderek geride kaldığını gösteriyor.

Mevcut eğilim devam ederse Türkiye, yakın gelecekte ciddi bir “dijital dışlanma” riskiyle karşı karşıya kalabilir. Bu nedenle dijitalleşmenin toplumsal kapsayıcılığını artıracak eğitim ve farkındalık programları hayati önem taşıyor.

EĞİTİM YÜKSELDİKÇE DİJİTAL YETKİNLİK ARTIYOR: Yapay Zekâ Kullanımının Anahtarı Eğitim

Veriler, yapay zekâ kullanımının eğitim seviyesiyle doğrudan bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor. 2025’te yükseköğretim mezunlarının %36,1’i üretken yapay zekâdan yararlanırken, bu oran lise ve meslek lisesi mezunlarında %22,8’e, ilköğretim ve ortaokul mezunlarında %17,2’ye düşüyor. İlkokul mezunlarında kullanım oranı %2,2’ye, herhangi bir okul bitirmeyenlerde ise yalnızca %0,3’e kadar iniyor.

Eğitim seviyesi yükseldikçe dijital becerilerin ve teknoloji farkındalığının da artması, dijitalleşmenin Türkiye’de yalnızca teknik değil, aynı zamanda derin bir eğitim politikası meselesi olduğunu gösteriyor. Dikkat çeken bir diğer bulgu ise, yükseköğretim mezunu kadınların yapay zekâ kullanım oranının erkeklerden daha yüksek olması. Bu durum, eğitimli kesimde dijital cinsiyet farkının kapanmaya başladığına işaret ediyor.

Buna karşın, düşük eğitim seviyesine sahip nüfusun genişliği Türkiye’nin yapay zekâ temelli bir iş gücü oluşturma potansiyelini sınırlıyor. Bu tablo, dijital dönüşüm sürecinin sürdürülebilir olabilmesi için eğitime dayalı kapsamlı bir stratejiye ihtiyaç olduğunu açıkça ortaya koyuyor.



YAPAY ZEKÂ HÂLÂ KİŞİSEL BİR ARAÇ: Kullanıcıların %79,7’si Teknolojiyi Özel Amaçlarla Kullanıyor

Yapay zekâ kullanan bireylerin büyük çoğunluğu, teknolojiden öncelikle kişisel ihtiyaçları için yararlanıyor. Kullanıcıların %79,7’si yapay zekâyı özel amaçlarla kullanırken, mesleki kullanım oranı %33,8, örgün eğitim amaçlı kullanım ise %31,4 düzeyinde kalıyor. Cinsiyet kırılımı da dikkat çekici farklılıklar ortaya koyuyor: Erkeklerde özel amaçlı kullanım %81,9’a, mesleki kullanım %37,7’ye ulaşırken; kadınlarda bu oranlar sırasıyla %77,4 ve %29,5 olarak gerçekleşiyor. Örgün eğitim amacıyla kullanımda ise tablo tersine dönüyor; kadınların %36,6 olan kullanım oranı, erkeklerin %26,7 seviyesinin belirgin biçimde üzerinde.

Bu veriler, yapay zekâ kullanımında toplumsal cinsiyet temelli bir ayrışma bulunduğunu gösteriyor. Erkekler teknolojiyi daha çok mesleki süreçlerde ve verimlilik aracı olarak benimserken, kadınlar özellikle öğrenme, bilgiye erişim ve kişisel gelişim amacıyla daha aktif bir kullanım sergiliyor. Bu durum, dijital dönüşümün toplumsal cinsiyet boyutunda da farklı hızlarda ilerlediğine işaret ediyor.

Ayrıca bu veriler, yapay zekânın Türkiye’de henüz iş yaşamına tam olarak entegre edilemediğini, bireyler tarafından daha çok kişisel merak ve deneyim düzeyinde kullanıldığını ortaya koyuyor. Üretken yapay zekâ günlük yaşamda giderek daha belirgin bir yer edinmesine rağmen, profesyonel iş süreçlerinde hâlâ sistematik ve yaygın bir araç haline gelmiş değil.

DİJİTAL FARKINDALIK ALARMI: Nüfusun Çoğu Yapay Zekâya İhtiyaç Duymuyor 

Yapay zekâ kullanmayan bireylerin %63,3’ü, bu teknolojiyi kullanmaya “ihtiyaç duymadığını” ifade ediyor. Katılımcıların %18,7’si yapay zekâyı nasıl kullanacağını bilmediğini, %12,4’ü ise böyle bir teknolojinin varlığından haberdar olmadığını belirtiyor. Gizlilik, güvenlik ve emniyet kaygıları taşıyanların oranı ise %5,5’te kalıyor.

Bu veriler, Türkiye’de dijital farkındalığın hâlâ istenilen seviyede olmadığını ve toplumun önemli bir bölümünün yapay zekâyı gündelik yaşamının dışında konumlandırdığını gösteriyor. Ancak bu durumu yalnızca eğitim seviyesine indirgemek yeterli değil. Türkiye’de teknolojik dönüşüm toplumsal olarak eşitsiz ilerliyor; kentli ve genç nüfus dijitalleşmeye hızla uyum sağlarken, kırsal bölgelerde yaşayanlar ve yaşlı kuşaklar teknolojiyi hâlâ mesafeli bir noktadan takip ediyor.

Bu nedenle yapay zekâ politikalarının odağı yalnızca teknoloji üretmek değil, aynı zamanda dijital katılımı artırmak ve kapsayıcılığı güçlendirmek olmalı. Aksi halde dijitalleşme, toplumsal farkları azaltmak yerine daha da derinleştiren bir süreç hâline gelebilir.

SONUÇ: Türkiye Dijital Eşiğinde—TÜİK Verileri Acilen Atılması Gereken Adımları Gösteriyor

TÜİK’in ilk yapay zekâ istatistikleri, Türkiye’nin dijital dönüşüm yolculuğunda hem kaydedilen ilerlemeyi hem de yapısal sınırları bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. Veriler, genç ve eğitimli nüfusun teknolojiyi hızla benimsediğini, büyük işletmelerin yapay zekâyı stratejik bir araç olarak değerlendirdiğini gösterirken; uzmanlık eksikliği, düşük eğitim düzeyi, KOBİ’lerin geri planda kalması ve toplumsal eşitsizlikler gibi kronik sorunların bu süreci yavaşlattığını da gözler önüne seriyor. Türkiye’nin bu dijital eşiği gerçek bir kalkınma hamlesine dönüştürebilmesi için üç temel alanda kararlı adımlar atması gerekiyor: Nitelikli insan gücünü yetiştirecek kapsamlı bir eğitim reformu, KOBİ’leri dönüşüme dâhil edecek güçlü bir destek ekosistemi ve toplumsal kapsayıcılığı artıracak yaygın bir dijital okuryazarlık stratejisi.

Yapay zekâ artık bir teknoloji tercihi değil, ekonomik büyüme ve rekabetçiliğin yeni standardı. Bu dönüşüm yalnızca üretimi değil; bilgiye erişimi, kamu hizmetlerini, istihdamı ve günlük yaşamın alışkanlıklarını yeniden şekillendiriyor. Türkiye’nin bu potansiyeli tam anlamıyla değerlendirebilmesi, teknoloji yatırımlarının ötesinde; eğitim, hukuk, etik ve sosyal politikaları içine alan bütüncül bir stratejiyi hayata geçirmesine bağlı. Veri güvenliğinin güçlendirildiği, hukuki belirsizliklerin giderildiği ve etik ilkelere toplumsal ölçekte sahip çıkıldığı bir çerçeve oluşturulmadıkça dijital dönüşümün kalıcı bir başarıya ulaşması mümkün değil.

TÜİK’in verileri aslında net bir çağrı niteliğinde: Türkiye, yapay zekâyı yalnızca takip eden değil, yöneten ve şekillendiren bir ülke olmak zorunda. Dijital geleceğin belirleyicisi sahip olunan veriler değil; o veriyi anlamlandıracak vizyon, beceri ve kapsayıcılık düzeyi olacak.