Topuyla tüfeğiyle gelenlere geldikleri gibi giderler diyebilmek delilikse, dediğini gerçekleştirirken bonus olarak aynı gemiyle sömürge valimizi de göndermek dahiliktir. Denenmeyeni denemek gençliğe özgü bir davranış biçimidir. Hayalini gerçekleştirmeye çalışma erki yalnızca gençlik enerjisini kaybetmeyende bulunur. Bu yüzden Ata’nın ümidi gençliktedir. Bu sebeple hem telkin ve tavsiyelerini hem neyi neden yaptığının hesabını hem de gelecek hakkındaki endişelerini her zaman kendi nesline yönelik değil gençliğe hitaben yapmıştır.Yetişkinlere verilebilecek zarar onun emek ve zamanıyla sınırlı olmasına karşın gençliğin ümidine gelecek zarar gencin şimdiki zamanını değil geleceğini bitirmiş olur. Muhakkak o dönemde da egemenlerin okuma yazması olmayan Türk halkı adına Mondros ve Sevr’e attıkları imzalardan sebep uluslararası hukuktan bahseden olmuştur. Atatürk’ten İskender’e bu topraklar her dönem neslinin en büyük hayalcilerini yetiştirmiş, bu hayalperestler de kendi nesilleriyle hayallerini gerçeğe dönüştürmüştür. Şüphesiz akıldan geçeni gerçeğe dönüştürmek kadar Tanrı işi başka bir şey olamaz. Ne yazık ki bu -kelimenin gerçek ve tam anlamıyla- kutsal azim olağan şartlarda insan bedeninde en fazla 30-35’ine kadar barınabilir, daha fazla yaşayamaz.
Türk gençliğinin ise çalınan gençliğini tazmin etmek için hırsızların geleceğine el koymak haricinde bir çaresi yoktur. Gençlik aradığını bulduktan sonra bulduğunun kime ait olduğunu dahi sorgulamamalı, sivrisinekleri kanını emmemesi için ikna etmekle vakit kaybetmeden bataklığı kurutmalıdır. Gençliğin her şeyin başında bir daha asla geri gelmeyecek gençliğini, hayattaki ümidini, geleceğini ve neşesini çalanlara sırf âdet yerini bulsun diye dahi son arzusu sorulmamalı, sorandan şüphe edilmelidir. Kansere ne yapılıyorsa bu özgürlük düşmanları ve gelecek hırsızlarına da o yapılmalıdır.
Türkiye’nin en zengin ilk %10’unun ülke servetinin %60’ına sahip olduğunu önceki yazılarda belirtmiştim. En suçlu ilk %10’un toplam suçların kaçta kaçına tek başlarına sahip olduklarına dair bir istatistik veremeyeceğim. Şehit kadın polisimiz Şeyma Yılmaz ve 26 suç kaydına rağmen sokaklarda gezebilen Yunus Emre Geçti olayı bu toprakların kaderi değil, bugünkü kanseri, çözmesi gereken bir meselesidir. Öncelikle onlarca suça rağmen suçluların serbest olabilmesi biz avukatlar için çok bilindik bir fenomendir. İnfaz yasası 20 senede 40 defa değişmiş, hükümlünün kalabalık akraba grubunun oy baskısıyla mahkûm seçimden önce dışarı salınmış ve iki seçim arasında bir yerde en iyi bildiği suçu tekrar icra ederken yeniden içeri düşmüştür. Bu Türk usulü fenomen Türkçedeki “miş gibi” kalıbının en güzel karşılığıdır. Zorla aynı kümese kapatılan kurtlar ve kuzulardan farklımız yoktur. Eşitlik ve adaletin ne olup ne olmadığını, halkın iktidarı anlamına gelen demokrasi kavramının nasıl yorumlanması gerektiğini çağdaşlaşma yolculuğunun ç’sinde olan bizlerin kavraması için olmamışı oldurmaya çalışmamız gerekir. Fakat bu doğrudan Z’ye gitmeyi gerektirir ve bunun için karar alma mekanizmalarında gençliğe ve gençlikten gelenlere alan açmak dahi yetmez, tüm parkuru kanı deli akanlara bırakmak gerekir.
Ağzından yanlış bir söz çıksa harakiri yapacak biz masum vatandaşların yaşamları, örgütlü şekilde seslerini çıkarabilen suçlular ve aileleri tarafından ne yazık ki cehenneme çevriliyor. Önceki yazılarda adalet, eşitlik, özgürlük ve demokrasi kavramlarının henüz çok yeni ve çiğ olduğundan bahsetmiştim. Tüm dünya bunu sokağa çıktığı an bilfiil yaşıyor. Tüm çağdaş dünya kentlerinin kaçaklar sebebiyle ne hale geldiği, çağdaş ülkelerin insani yasalarının bu insanlara ne denli yetersiz kaldığı, insandan doğmak ile insan olmanın aynı kavramlar olmadığı artık körler tarafından dahi görünebiliyor. Biz insanlar algılamaktan ziyade kabullenmekle vakit kaybettiğimiz için durumu kabullendiğimizde insani bir çözüm bulmak için çok geç olacağa benziyor.
Bir diğerinin özgürlüğünün başladığı yerde biten özgürlüğü ve bitiş çizgilerini toplumsal bir kabul ile netleştirmemiz gerekiyor. Suçlular ile hayatının herhangi bir anında bir arada yaşamak biz masumların insan onuruna yakışır şekilde yasamasını olanaksız kılıyor. İnsanlık dışı katliam ve iç savaşların yaşandığı dünya demokrasilerinin aksine bizler demokrasimizi anahtar teslim aldığımız için pek çok kavram Türk demokrasisinde hala havada duruyor., İyiyi ve kötüyü, masumu ve suçluyu, arifi ve cahili birbirinden ayırmamız yani bizden olamamışlarla vedalaşmamız gerekiyor. Bizim gibi göçebe toplumlar için anlık ödül ve ceza sistemi haricinde pek çıkar yok görünmüyor. Ayrıca ulaşım, hayat, ekonomi ve iletişim bu kadar hızlanmışken ne ödülü ne de cezayı beklemeye tahammülü olmayan gençleri ülkeye bağlamanın başka yolu da yok. Halkın demokrasiden anladığı suçluyu polise ihbar ettiği zaman polisin savcıya, savcının hâkime, oradan da üst mahkemelere taşınıp en nihayetinde siyasilerin kemik oy kitlesi hükümlü ailelerinin istediği şekilde afla biten bir hukuki kâğıt-kürek süreci değil. Yemek yerken alınan doyma hissi gibi suçlunun derhal cezalandırıldığını görerek adalet duygusunu tatmamız gerekiyor. On senedir deneyimlediğim kadarıyla Türkiye’deki adalet sistemi aç karnımız bulanmasın kâğıt yemeğe benziyor.
Sosyal Adalet Puanı (S.A.P.); kredilerde kullandığımız Findeks gibi farklı değişkene göre belirlenen, makbul vatandaş derecelendirmesi yaparak insan hayatına doğumdan ölüme kadar bir ödül-ceza sistemi entegre edilmesi yoluyla toplumun temizlenmesi mümkün. Bankaların kredi puanına göre faiz belirlemesi gibi, biz normal insanların devletten aldığı her türlü hizmetin fiyatı, olanağı ve erişilebilirliğinin yükseltilmesi bu ülkenin iyi insanlarının hem hakkı hem de ihtiyacı. S.A.P. puanı yüksek olan iyi bir insanın karakola veya hastaneye gittiğinde öncelikle ilgilenilmesi, adliyeye işi düştüğünde ya da devletin herhangi bir dairesine gittiğinde kendisiyle ilgilenen hakım, savcı, memurun karşısında örnek bir vatandaş olduğunu ekranından görebilmesive kendisine hak ettiği gibi davranması bir lütuf veya lüks değil, ödenen vergilerin ve harfiyen uyulan kuralların karşılığı yani vatandaşın hakkı. Her şeyden öte yasalarıasaygı duyanlar ile bunları her fırsatta çiğneyenler eş olmadığına göre, bunlara eş davranmak adaletsizliğin en büyüğü değil mi?
Çok Okunanlar
Jose Mourinho'dan Ronaldo ve Talisca açıklaması!
BEDAŞ 24 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Galatasaray Bodrum FK’yi yenerken, Muslera ve Kerem arasında gerginlik
Teğmenlerin Komutanlarının 'Suçu'!...
Bolu'da kar yağışı kazaya neden oldu, otoyol ulaşıma kapandı
Öğretmenler Gününde, Eğitim Devrimi için bir manifesto
CHP'li Belediye Başkanı Günay'ın oğlu son yolculuğuna uğurlandı
Narin’in ölümünde şüpheler artıyor! Teker teker inceledi
23 Kasım Cumartesi reyting sonuçları
Muslera ve Kerem Demirbay arasında gerginlik