Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Karadağ vizesi!

Biz içeride İmamoğlu'nu Silivri'ye tamamen gömmek ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne artık resmen çökmek için icat edilen casusluk davasıyla, futbol hakemlerinin bahis oynamasıyla, İngiltere'nin Türkiye'ye ittirdiği modası geçmiş Eurofighter uçaklarıyla oyalanırken bir de baktık ki, Balkanlar'ın hap kadar ülkesi Karadağ, umumi pasaport hamili yurdum insanına vize muafiyetini kaldırmış.

Eğer ki pasaportlarında Avustralya, Kanada, Japonya, Yeni Zelanda, İrlanda, ABD, Birleşik Krallık veya Schengen vizesi bulunmasın.

Oysa ne güzel, yıl içinde üç kuruş para arttırdıktan sonra Bodrum'daki, Marmaris'teki, Fethiye'deki, Antalya'daki aç gözlü turizm esnafına kazıklanmamak için Yunanistan'a, İtalya'ya filan gidemesek de “nasıl olsa kapıları açık” diyerek rotayı kolayca Karadağ'a çevirebiliyorduk.

Şimdi elimiz böğrümüzde kaldı.

Bundan sonra; dünya gözüyle gidip Budva'yı göreyim, Petrovaç'ta denize gireyim, kum midyesi yiyeyim, Kotor'da kalenin tepesine çıkıp Instagram için “story”, Tiktok için video çekeyim, birilerinden Barbaros Hayreddin Paşa'nın buralarda nasıl fırtına gibi estiğini dinleyeyim, Tri Lipe'de bir balık çorbası içeyim filan diye heves eden yurdum insanı, üç günlük “single entry visa” için konsolosluk kapılarında yalvar yakar olacak.

Tabi adamlar durduk yere böyle bir karar almadı.

Görünürde bahaneleri, Podgorica’nın Zabjelo mahallesinde bir Karadağ vatandaşının Türkler tarafından bıçaklı saldırıya uğramış olmasıydı.

Sonrasında olaylar çıktı, galeyana gelen halk, Türklere ait bazı işyerlerini ve araçları tahrip etti, günün sonunda çok sayıda Türkiye ve Azerbaycan vatandaşı gözaltına alındı.

Bunun Adriyatik’in kıyısındaki basit bir bürokratik önlem olmadığı gün gibi ortada. Zira Balkanlar’da hiçbir hamle, yalnızca görünen sebeplerle yapılmaz.

Gelin yakın gözlüğümüzü takıp meselenin arka planına bakalım.

Karadağ'ın, uzunca bir süreden bu yana Türklerin giderek artan varlığından rahatsız olduğu sır değil.

630 bin nüfus içinde 13 bin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı var. Türkler, bu ülkede sadece sayısal olarak artmıyor. Özellikle gayrimenkul yatırımlarında sosyal dengeleri bozacak şekilde güç kazandıkları biliniyor.

Adriyatik'e bakan deniz manzaralı lüks konutlar, özellikte Türk vatandaşlarına pazarlanıyor.

Son yıllarda Türkiye'ye parasını yatırmak istemeyenler soluğu Budva'da, Kotor'da almış; şirket kurmuş, olmadı restoran, bar açmış, otel veya hediyelik eşya dükkanı işletmeye başlamıştı.

Mesela, Kotor'un dünyaca ünlü kale içinde dolaşırken, dar sokaklar arasında Türk esnafın kendi arasındaki şakalaşmaları filan, say ki Kuşadası'nda ya da Marmaris'te çarşıda geziyorsun.

Taksicilik de yapıyorlar berberlik de!

Türk sermayesi Budva’dan Kotor’a kadar kıyı şeridini dönüştürdü, Ama bu hızlı ekonomik varlık, bazı yerel çevrelerde “demografik kaygı” şeklinde ortaya çıktı. Mikro milliyetçiliği körükledi.

Türklerin hemen hepsi kendilerine yönelik ırkçı bir tepkinin yükselmekte olduğunun farkındaydı. Karadağlılar açık açık, Türkleri istemiyordu. Kültürel farklılık, sosyal doku uyuşmazlığı, tarihten gelen husumet, sınıfsal ayrışma... Artık sebebini nerede ararsanız!

Ama Türklerin buraya gelirken bizim ülkede ne kadar sosyal hastalık varsa hepsini getirdiğinin altını da çizelim. 

Mesela, Karadağlılar da kendilerince “muhafazakar” ama “töre cinayeti” ve “kadına şiddet” gibi suçlarla, Türklerin ülkelerine gelmesinden sonra tanışmışlar.

Hicret edenlerin kahir ekseriyeti ekmeğinin peşinde. Bir de ipini koparan çakal tayfası var ki, Karadağ hükümetinin asıl derdi bunlar.

Tabi, zamanında ellerindeki kara parayı getirsinler diye bilerek ve isteyerek yeşil ışık yakmışlar. Rus mafyası da, Sırp mafyası da, Arnavut mafyası da Türk mafyası da Karadağ'da cirit atıyor.

Uyuşturucu ticaretinden, silah kaçakçılığından, fuhuş sektöründen, sanal bahisten, kumardan gelen para oluk oluk ülkeye akıyor.

Gayrimenkul ve lüks otel işletmeciliği üzerinden de bir güzel aklanıyor.

Ez cümle, bu küçük ülke kısa sürede yasadışı işlerle kazanılan paraların istiflendiği bir cennet haline gelmiş.

Merak eden Tivat'taki Porto Montenegro limanına demirlemiş yatlara bakabilir. Öyle ki adamlar “lüks” kavramını bile yeniden tanımlamışlar. Karadağlı politikacılar ülkelerine giren paradan paylarını almışlar, bir yolunu bulup bütçelerini de finanse etmişler.

Kısa süre öncesine kadar kimsenin pek şikayeti yoktu,işler tıkırında gidiyordu.

Ama şimdi frene basmaya çalışıyorlar.

Çünkü, AB tünelinin ucunda ışık göründü.

Müzakerelerin 2026 yılı sonuna kadar kapatılması, tam üyeliğin ise 2028 yılında tamamlanması söz konusu.

Hükümet, bu hedefinde samimiyse bundan sonra yolsuzlukları ortadan kaldırmak, organize suçlarla sonuç alıcı şekilde mücadele etmek, ülkeye kara para akışının önünü kesmek zorunda.

Karadağ, her ne kadar 2028 hedefini ortaya koymuş olsa da bu tarih bağlayıcı değil. Reform temposu ve AB üye devletlerinin siyasi iradesi son derece önemli.

O sebeple bir taraftan vize politikasını Schengen standartlara yaklaştırma gayreti içindeyken diğer yanda da AB'nin büyük hassasiyet gösterdiği kara para ile mücadele konusunda mesafe kat etmeye çalışıyorlar.

Tabi, çok kolay değil.

Meselenin bir yönünde bunlar var.

Diğer yönünde ise Türkiye'nin değişen Balkan politikasına tepki olarak ortaya çıkan Slav dayanışması.

Podgorica’nın bu adımı, aslında son aylarda Balkan dengelerini değiştiren zincirin en sessiz halkasıydı.

O zincirin ilk halkası ise Kosova semalarına yükselen Bayraktar TB2’lerdi.

Gelin dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışalım.

Türkiye’nin Kosova’ya İHA satışı, Ankara’nın Balkan politikasında yeni bir evreydi. Uzun yıllar kültürel bağ, dinî yakınlık ve Osmanlı mirası üzerinden yürüyen “yumuşak güç” hattı, artık yerini savunma sanayi üzerinden yürüyen diplomasiye bırakmıştı.

Bayraktar TB2’lerin Kosova ordusuna teslim edilmesi, sadece bir ihracat başarısı değil, aynı zamanda bir güvenlik tercihi anlamına geliyordu.

Priştine, bu adımla hem Türkiye’ye hem de Batı’ya açık bir mesaj vermişti.

“Kosova, Batı güvenlik mimarisinin tam parçası olmak istiyor”

Ama o mimarinin merkezinde artık sadece NATO yok. ABD’nin bölgedeki ağı yeniden örülüyor ve bu ağda İsrail de var.

Kaseti biraz geri saralım.

Kosova İsrail ile 1 Şubat 2021'de resmi diplomatik ilişki kurdu. 14 Mart 2021'de ise Kudüs’te büyükelçilik açacağını duyurdu.

Böylece Kosova, Kudüs’te büyükelçilik açan Müslüman çoğunluğa sahip ilk ülke oldu.  Bu adım, bir anlamda Trump yönetiminin “Abraham Anlaşmaları” modelinin Balkan uzantısıydı.

Washington, Priştine’yi hem Sırbistan’a karşı jeopolitik bir karakol hem de İsrail’in Avrupa’daki stratejik ortağı haline getirdi.

Bugün Kosova ordusu modernize ediliyor, ABD’yle ortak tatbikatlar yürütüyor, İsrail’le savunma teknolojisi konusunda temaslar kuruyor.

Ve Türkiye, Bayraktar TB2 satışıyla bu üçgenin içine girdi. Bu, Ankara açısından stratejik bir fırsattı. Ancak bu hamle, bölgede taşları yerinden oynattı.

Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic ki, bir zamanlar Tayyip Erdoğan ile arasından su sızmıyordu, Kosova’nın Türk İHA’larıyla donatılmasına açıkça tepki gösterdi, “Bazı ülkeler Balkanlarda güç dengesini bozuyor” dedi.

Kimin kast edildiğini anlamak zor değildi.

Vucic'e göre Ankara, Kosova’ya sadece teknoloji değil, Batı’nın bölgesel stratejisini de ihraç ediyordu.

Böylece Sırbistan, hem Türkiye’nin hem de ABD’nin dolaylı baskısını hisseder hale geldi.

Bu öfke, sadece diplomatik mesajlarla sınırlı kalmadı.

Sırbistan’ın yakın çevresindeki ülkelerden Türkiye’ye karşı “soğuk diplomasi” başladı. İşte Karadağ’ın vize kararı, tam da bu atmosferin ardından geldi.

Yazıyı bağlamadan on puanlık uzman sualini soralım:

Bayraktar’ın gölgesinde şekillenmeye başlayan bu yeni Balkan düzeninde Türkiye, gerçekten dostlarını mı güçlendiriyor, yoksa yeni cepheler mi açıyor?

Cevap Karadağ'ın sınır kapısında başlıyor, diyerek yazımıza noktayı koyalım.