Almanya'nın geleceği zayıf bir başbakana mı emanet? Friedrich Merz'in anlamı...
Angela Merkel gibi güçlü bir figürün ardından aynı koltukta oturan Friedrich Merz, göreve geldiğinden bu yana attığı adımlarla tartışılmaya devam ediyor. Profesör Georg Fülberth'ten çarpıcı bir değer Merz değerlendirmesi geldi.

biryenicumhuriyet.com.tr'de Osman Çutsay'ın çevirisiyle yer alan değerlendirmede, Fülberth şu ifadeleri kullandı:
Friedrich Merz’in zayıf bir başbakan olabileceği, 6 Mayıs 2025’te hükümet görevini devralmak için Federal Meclis’te ikinci bir tura ihtiyaç duymasından daha önce de görülebiliyordu. Sorun Merz’te değil genel durumdaydı. 6 Mayıs 2025 skandalı, o genel durumu aydınlatmadı, tersine, dikkatlerin onun üzerinde toplanmasına engel oldu.
Merz öyle bir hükümet ortaklığının başında ki, bu ortaklık kapsamlı koalisyon anlaşmasına rağmen sadece iki projeyi gerçekleştirme şansına sahip: Göçe karşı kapanma ve silahlanma. Üzerinde anlaşılmış diğer projelerin somut olarak gerçekleştirilmesi sert tartışmalara konu olacaktır.
Üçüncü bir ortak payda ise Hıristiyan demokratlarla sosyal demokratların (daha önceki trafik lambası koalisyonu gibi) AfD [Almanya için Alternatif] karşıtlığıdır. Eğer bu rakip parti devre dışı bırakılmazsa, CDU/CSU, FDP, Yeşiller, Sol Parti(*) spektrumunda taraflar bu konuda suçu birbirlerinin üzerine atacak ve yeni kombinasyonlar aranacaktır. Bunun da Friedrich Merz’i zamanla vazgeçilebilir hale getirmesi muhtemeldir.
1950’lerde ve 1960’ların başında, Başbakan Konrad Adenauer SPD’yi iktidardan sürekli uzak tutmayı başardığında, bu SPD, muhalefetin de hükümetin yanı sıra “siyasetin itici gücü” olduğu bilinciyle kendisini avutuyordu.
Aynısı şimdi AfD için geçerlidir. AfD odadaki fildir, ringde kontrolü elinde tutan taraftır. Brandenburg, Saksonya ve Thüringen’deki eyalet meclisi seçimlerinden bu yana koalisyonlar tek bir bakış noktasından hareketle kuruldu: AfD’nin hükümete katılmasını engellemek. Diğer Doğu Almanya eyaletlerinde bu bakış zaten daha önceden yürürlükteydi. AfD karşıtı birleşik cephe, buna katılan partilerin birbirlerinden farkını törpülüyor ve siyasi topoğrafyayı düzlemiş oluyordu. Bu da sözü geçen partinin hiç de az olmayan gücünü gösteriyor. Hatta Sol Parti’nin Federal Meclis’e 2025’te son dakikada sıçrayıp girmesinde bile AfD’nin bir etkisi olmuştu. AfD’ye karşı bir işaret vermek isteyen ve SPD ile Yeşiller’e artık pek güvenmeyenler “Heidi ve Jan”a(**) oy vermişti. Bu uzaktan etkisiyle de AfD, Merz’e bir sol muhalefet armağan etmiş oldu. Sol Parti’nin devlet yanlısı sadakatine Merz çeşitli durumlarda bağımlı olabilirdi. Meclis’in daha içtüzük sorunlarında bile bu iki kez yaşandı.
Böylece AfD -bir zamanlar SPD gibi- gerçekten “siyasetin diğer itici gücü” olarak davranabilir. Bu parti gelecek üzerinde hak falan talep ederse, kendini pek de kandırmış olmayacaktır. Burada da SPD’nin savaş sonrası iki başkanı Kurt Schumacher ile Erich Ollenhauer dönemlerindeki sosyal demokrasiyle bir analoji söz konusudur. Bu sosyal demokrasinin önünde, aldığı tüm seçim yenilgilerine rağmen daha hâlâ bir parça gelecek vardı: Muhafazakâr egemenliğin altını sosyal devletle beslemek ve Federal Cumhuriyet’in hiç değilse kısmen sosyal liberal(***) bir hal alması. 1969’da SPD’nin afişleri şöyleydi: “Modern Almanya’yı yaratıyoruz.” AfD’nin de niyeti bu, ancak başka türlü. Yine burjuva toplumu çerçevesinde yeni bir ekonomi ve devlet düzeni söz konusu.
Böyle şeyler kapitalizmin tarihinde hep olmuştur. Kapitalizm, zaman içinde farklı ekonomik ve politik biçimler alır. İngiltere’deki ilk sanayi devrimi frensiz bir rekabet rejimi üzerinden parlamentonun siyasi egemenliğini doğurmuştu. Bu parlamentoda kısıtlı seçim hakkı nedeniyle sanayi kârı ve toprak rantı getirisine sahip olanlar kendi aralarında toplanıp duruyorlardı.
1873-1895/96’daki büyük depresyondan sonra en gelişmiş sanayi ülkelerinde örgütlü kapitalizm (daha sonra tekelci devlet kapitalizmi) ve emperyalizm ortaya çıktı. Kısmen anayasal monarşilerde kısmen de parlamenter cumhuriyetlerde, yavaş yavaş ekonomideki burjuvaziyi aşan genişletilmiş seçim hakkı ve böylelikle işçi sınıfının da artan nüfuzu sayesinde oldu bu.
1929 dünya ekonomik krizi önce İkinci Dünya Savaşı’nda askeri Keynesçilikle, sonrasında da daha sivil bir refah kapitalizmiyle tasfiye edildi. Siyasi biçimler olarak faşizm ve yığın demokrasisi aynı şekilde yararlıydı.
Bu yığın demokrasisi OECD ülkelelerinde uzun vadeli ekonomik büyüme koşullarında görece sınıf uzlaşmaları aracılığıyla yayılıyordu. Federal Almanya’da güçlü başbakanlar vardı: Konrad Adenauer, Willy Brandt, Helmut Schmidt. Güçlüydüler, çünkü sınıf uzlaşmacılığını başarıyla kolaylaştırabiliyorlardı: Başlangıçta Adenauer döneminde liberal-muhafazakâr, daha sonra Brandt ve Schmidt döneminde de sosyal-liberal olarak. Başbakanlık partisinin CDU/CSU’dan SPD’ye geçişi 1969’da sağ ve sol merkezin güçler dengesindeki dönüşümle meydana geldi. Ludwig Erhard ve Kurt Georg Kiesinger gibi iki zayıf başbakan fasılası da var. Kesintisiz süren dış politika sabiti ise ABD ile ittifaktı.
1970’lerin ortasında devletin aracı olduğu sınıf uzlaşması fazla pahalıya mal oluyordu. Bunun mantıki sonucu 1982’de alındı: Devlet aracılığıyla düzenlemenin yerine finans piyasalarının serbest yönetiminin gelmesi. Bunun için görevde zayıf bir başbakan yeterliydi: Dışsal bir olayın, Berlin Duvarı’nın yıkılmasının büyük bir adam yaptığı Helmut Kohl.
Kohl’ün halefi Gerhard Schröder gerçekten de güçlü, yani etkili bir şansölyeydi. Sosyal devleti kısmen yıkma cesareti gösterdi. Sonrasında Merkel ve Scholz tekrar olayı akışına bırakabildiler: Finans piyasaları yardımıyla sermayenin özyönetimi.
Bunun sonucunda ortaya çıkan eşitsizliğin artması, şu anda yeni bir siyasal sistem ortaya çıkarmış durumda: Hayal kırıklığına uğramış halk kitlelerinin desteğiyle plütokrasi. Milyarderler kısmen devlet aygıtlarına doğrudan erişiyorlar (önceden Berlusconi, şimdi Musk, Trump), kısmen de birkaç kat daha aşağıda, yukarısıyla aşağısı arasında köprü görevi üstlenen bir siyasi personel faaliyet gösteriyor: Meloni, Milei, Le Pen, Weidel.
Friedrich Merz bu dehşet galerisine pek uymuyor. Onda ekonomik, bireysel ve demagojik bir salınım kütlesi mevcut değil. Zaten Merz, Blackrock’ta bir oligark değil, üst düzey bir yönetici ve eski bir ekonomi avukatıydı. Popülistliğe özenen biri olarak neredeyse komik bir tip oluşturuyor. Halk kitlelerinin bazı kesimlerini ekonomik elitlerin çıkarları için harekete geçirme yeteneği yok. Güçsüz fakat kendisini daha zayıflara ve yabancılara karşı savaşmaya çağrılmış hisseden insanları tanımıyor, onlara duyduğu küçümsemeyi gizleyemiyor ve onlar da bunun farkında. Demagog olarak Alice Weidel ondan üstün. Bu, yangın duvarı için iyi bir şey değil.
Friedrich Merz, büyük bir gelecek projesi üzerinde içtenlikle çalışıyor: Batı Avrupa’da egemen bir büyük güç [Großmacht] oluşturmak. Bu konuda yalnız değil. Artık Jürgen Habermas bile AB’nin silahlanmasının kaçınılmaz olduğunu kabul ediyor. AfD, ayırt edici özelliğini koruyor: Avrupa için değil, Almanya için daha fazla güç, ABD’ye bağımlılığa son. İşte Transatlantikçi Merz’in ona bu konuda rakip olması mümkün değil. AB’ye olan bağlılığı, CDU içindeki Merkel yanlıları tarafından da paylaşılıyor, ancak onlar Merz’e karşı hâlâ temkinli bir tutum içindeler. Bir gün onun yerine bu gruplardan çıkan biri geçebilir. Ya da onun sağında ve giderek güçlenen AfD ile ittifak yapacak bir CDU politikacısı yerini alabilir.
Öngörüler pek sık yanlış çıkar. Belki de yanılıyorumdur. Bekleyelim bakalım.
Haber Kaynağı : 12punto
Çok Okunanlar

Cem Küçük’ten Özel’in yapacağı açıklama hakkında iddia!

AKP'nin Özlem Çerçioğlu'na verdiği söz ifşa oldu!

'Özlem Çerçioğlu kadar konuşulacak bir katılım daha var'

ORC'den 26 ilde anket: CHP ve AKP kafa kafaya!

Bugün AKP'ye katılacak 9 belediye başkanı belli oldu!

Tuğçe Aral Berk Oktay'ın taciz mesajlarını ifşa etti

Özgür Özel İBB borsası belgelerini paylaştı!

Çürüyen sadece iktidar değil

Özel'in AKP'ye kuruluş yıl dönümü hediyesiyle ilgili bomba iddia!

Sinan Ateş suikastındaki şifreli telefonlardan ne çıktı?
