Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
34,9385
Dolar
Arrow
32,5064
İngiliz Sterlini
Arrow
40,8451
Altın
Arrow
2441,0000
BIST
Arrow
10.087

'Pek önemli değil'

GazeteBilim Genel Yayın Yönetmeni Emrah Maraşo, Birinci Dünya Savaşı ve Ekim Devrimi'nin yaşandığı günlerde Rusya'daki savaşın, açlığın ve yokluğun içindeki Rus aydınlarından yola çıkarak bugün aydınlara düşen sorumluluğu tartıştı.

'Pek önemli değil'

Herbert George Wells’in “Gölgeler İçinde Rusya” ve Stefan Zweig’ın “Yolculuklar” kitaplarını inceleyen Emrah Maraşo, 1920'lerde Birinci Dünya Savaşı ve Ekim Devrimi'nin yaşandığı koşullarda Rusya'daki durumu ve aydınların toplumun parçası olduklarını aktardı. Bunları anlatmasının sebebinin çileci bir yaşama övgüler düzmek, yoksulluğu veya yokluğu yüceltmek olmadığını vurgulayan Maraşo, halkçılaşmayan bir burjuva seçkinciliğine karşı da uyarıyor.

Maraşo'nun yazısı şu şekilde:

Önümde iki kitap duruyor. Biri Herbert George Wells’in “Gölgeler İçinde Rusya”sı, diğeri Stefan Zweig’ın “Yolculuklar”ı… 

Wells dünyaca ünlü bir yazar, daha çok bilimkurgu eserleriyle tanınıyor. Ülkemizde ise Atatürk’ün talimatıyla dilimize çevrilen Cihan Tarihinin Umumi Hatları kitabı, Cumhuriyet Devriminin tarihe bakışını Darwinci evrim temelinde etkilemesi bakımından kritik bir durağı oluşturuyor. Wells’in 1920 yılında Rusya’ya yaptığı ziyaretteki gözlemlerinden ama daha önemlisi kendi deyişiyle “yargı”larından oluşan kitabın en önemli özelliklerinden biri, 1920 yılında devrimin önderi Lenin’le yüzyüze yaptığı görüşme ve 1934 yılında, Sovyetler Birliği’ne yaptığı ikinci ziyarette de, Stalin’le yaptığı polemik içerikli röportaj… Bu iki eşsiz gazetecilik örneği herhalde az bulunur cinstendir. Sadece dünya tarihine damgasını vurmuş sosyalist bir ülkenin başındaki isimlerle görüşmek anlamında değil, 20. yüzyılın en çalkantılı ve karanlık dönemlerini gözlemleme ve değişimi karşılaştırmalı bir şekilde görme bakımından da önem taşıyor. 

Stefan Zweig’ın yaptığı seyahatlerden oluşan Yolculuklar kitabının bir bölümü de 1928’de Rusya’ya yaptığı ziyarete ayrılmış. Zweig’in insanı içine çeken o sinematografik diliyle bir anda sahne kuruluyor ve Rusya’nın panoraması, zaman algısı, atmosferi, insanları, müzeleri, kentleri gözünüzün önüne geliyor. 

Ancak her iki kitapta da üzerinde duracağım konu ne Wells’in Sovyet liderleriyle yaptığı görüşme ne de Zweig’ın Rusya’da dair güçlü betimlemeleri… Elbette bunlardan iz taşımakla birlikte iki ünlü edebiyatçının yazılarında dikkat çeken nokta savaşın, açlığın, yokluğun içindeki Rus aydınları. Onları soğuğun içindeki aydınlar olarak görüyorum çünkü ateşte kavrulmak kadar soğukta sınanmak da bir maharet istiyor. Neden mi? Bir an için düşünün: 1920’de kelimenin gerçek anlamıyla yıkılmış bir ülke, ekmek bulmak bile çok güç, çeteler ve hırsızlar güpegündüz insan soyuyor, sokaklarda cesetler, toprakları yabancılar tarafından işgal edilmiş ve bütün kaynaklarını, enerjisini ve umudunu Bolşeviklerin liderliğinde seferber etmiş yaralı ama dirayetli bir halk… Böyle bir ortamda Bilim Cemiyeti’nin dünyaca ünlü parlak üyeleri: Jeolog Karpinski, Nobel ödüllü Pavlov, Radloff, Bielopolski… Orkestra şefi Glazunov… Edebiyat Cemiyeti Üyeleri… Wells’i görür görmez sordukları sorular açlıklarının giderilmesi veya yardım çığlığı değil: 

‘Bilimsel gelişmeler ne durumda?’ ‘Kitaplara nasıl ulaşabiliriz?’ 

Sanatçılar ve yazarların dünya edebiyatı üzerine harıl harıl hazırladıkları Rus ansiklopedisi… Kendi deyimiyle “Rusya’yı yargılamak için gelen” ve eleştirisini asla sakınmadan dürüst bir aydın olarak davranan Wells bütün keskinliğine rağmen şunları yazıyor: “Çatışmanın, soğuğun, kıtlığın ve acınası mahrumiyetlerin tuhaf ülkesi Rusya’da, günümüzün varlıklı İngiltere’sinde ve Amerika’sında gerçekleştirilmesi tasavvur dahi edilemeyecek bir edebiyat çalışması yapılıyor.” 

Zweig’ın, şiddeti biraz daha azalsa da, 1928’de yaptığı ziyarete dair söyledikleri adeta batılı aydının kibrini yerden yere vuran incelikli bir özeleştiri niteliğinde. Halkın durumunun daha iyi olduğunu ama aydınların hem mekânsal hem de tinsel olarak gerilediğini söyleyerek sözlerine başlıyor. Ardından ünlü bir biliminsanını ziyaret ettiğini, onun iki odalı mutfaksız bir daireyi üç kişiyle paylaştığını söylüyor ve Zweig’ın şaşkınlığını gören biliminsanının gülümseyerek ve misafirini teselli ederek “Nitschewo” yani “Pek önemli değil” dediğini aktarıyor. Zweig, başka bir ziyaretini de ünlü yönetmen Eisenstein’a yapıyor. O da tek odada yaşamak ve bütün ihtiyaçlarını orada karşılamak zorunda; Hollywood’dan gelen teklifi reddetmiş ve parayı elinin tersiyle itmiş. Şöyle diyor Zweig: “Kazançlarının çok düşük olmasını, zar zor geçinmelerini, biz Avrupalı meslektaşları için çok olağan sayılan bir sürü küçük rahattan vazgeçmek zorunda kalmalarını hiç önemsemiyorlardı.” 

Bunları anlatmamızın sebebi çileci bir yaşama övgüler düzmek, yoksulluğu veya yokluğu yüceltmek değil. Bilim, sanat ve edebiyat elbette refahın ve olanakların olduğu ortamda büyüyor ve gelişiyor; ancak o olanaklara giden yolu açmanın kendisi de ister istemez toplumsal anlamda zorluklara katlanmayı hakediyor. Aykırı olmaksa tam da bu toplumsallıkta aykırı olmak gerekiyor. Yoksa aykırılık mahalleye, ilişki ağına bağlılığın kanıtlandığı kümelenmeler değil; bu olsa olsa sol görünümlü olan ama asla sol olmayan, çünkü halkçılaşmayan bir burjuva seçkinciliğini temsil ediyor. Evet, tam da bunu temsil ediyor çünkü orada “çok önemli” olan birçok bireysel kazanç, maddi ve manevi sermaye var. Bizim ise ihtiyacımız olan şey “pek önemli değil” diyecek aydınlar…  

Emrah Maraşo
GazeteBilim Genel Yayın Yönetmeni 


Haber Kaynağı : 12punto

Birinci Dünya Savaşı sovyetler birliği yolculuklar herbert george wells