ABD, Soğuk Savaş’a hasret ama zaman Çin’in lehine işliyor
ABD’nin hegemonik kabiliyetlerinde düşüş yaşadığını kaydeden Prof. Dr. Barış Doster, "dünya fabrikası" olarak tanımladığı Çin’in yükselişini değerlendirerek, “Trump'ın en takıntılı olduğu konunun Çin olduğu biliniyor, Çin zamanın kendi lehine işlediğinin farkında” diyor.

Siyaset Bilimci Prof. Dr Barış Doster, Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanan 'Karşılıklı Öğrenme, Barış ve Refah' kitabında yer alan 'Küresel Medeniyet, Emperyalizm ve Yükselen Dünya' makalesinde dünyanın geleceğine dair dikkat çekici bir analiz kaleme aldı.
ABD hegemonyasının gerilediği ve Washington'un Soğuk Savaş dönemine hasret duyduğu bir konjonktürde, Çin'in "kadim medeniyet" birikimiyle nasıl sabırlı bir diplomasi yürüttüğünü anlatan Doster, Donald Trump'ın yeni döneminden sonra güç dengesinin nasıl şekilleneceğinden İran-İsrail gerilimine, Rusya-Ukrayna savaşından Türkiye'nin yeni "terörle mücadele" konseptine kadar uzanan geniş bir yelpazede değerlendirmelerde bulundu.
- “Karşılıklı Öğrenme, Barış ve Refah” kitabında yer alan “Küresel Medeniyet, Emperyalizm ve Yükselen Dünya” makalenizde “ABD, Soğuk Savaş dönemine geri dönmeyi arzulamakta ama hegemonik kabiliyetlerinde de düşüş yaşayan bir devlet” tanımlamasını yapıyorsunuz. Bunu nasıl özetlersiniz?
O kitapta gerek benim makalem gerek diğer Türk bilim insanlarının, Çinli bilim insanlarının, hatta Mısırlı, İngiliz bilim insanların makaleleri var. Hepsinin ortak saptaması şu: ABD emperyalizmi uzunca bir zamandır hegemonyası, ekolojik hakimiyeti zayıflayan, gerilemekte olan bir devlet. Ama sonuç olarak ABD emperyalizmi, iktisadi ölçekte, siyasi ölçekte, askeri ölçekte, diplomatik, endüstriyel, teknolojik ölçekte, hâlâ dünyanın en iri kıyım, en başat birkaç gücünden biri. En büyük ekonomi... Savunma bütçesi yaklaşık bir trilyon dolar. Dünyada 150 ülkede irili ufaklı, bilinen bilinmeyen 800 kadar üssü var. Dünyanın halen en kuvvetli, evet zayıflamakla beraber, onun altını çizeyim, en kuvvetli donanmasına sahip. Yani gerek nükleer başlıklı denizaltılarıyla gerek dev ölçekli uçak gemileriyle muazzam bir deniz gücü. ABD doları, ABD donanmasıyla beraber ABD'nin en kuvvetli kasları arasında. Fakat bu güç artık kurallarını bizzat kendisinin koyduğu, bu güç kurumlarını bizzat kendisinin kurduğu İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki güç değil. İkinci Cihan Harbi bittiğinde 1945’te, o dönemin ABD'si dünyada ekonomik pastanın yarısını oluşturan, toplam üretimin kabaca yarısını yapan bir ülkeydi. Bugün ise dörtte bire, hatta dörtte birin altına gerilemiş durumda ve bu sadece bizler tarafından yapılan bir tartışma değil.
- ABD’de de yapılan bir tartışma…
Evet… ABD içinde de ama cumhuriyetçi, ama demokrat olsun, pek çok kesim, pek çok uzman bunu saptıyor. ABD içinde de “Bu gidişatı nasıl durdurabiliriz? Acaba yakarak, yıkarak, savaş çıkararak mı biz bu durumdan kurtuluruz yoksa daha fazla içe dönerek mi bu durumdan kurtuluruz?” şeklinde oralarda da bu tartışmalar elbette yapılıyor.
- Çin’i “Dünya fabrikası” olarak tanımlıyor ve 1978 yılından itibaren muazzam gelişime atıfta bulunuyorsunuz. Çin açısından durum ne?
Çin, “Çin'e özgü sosyalizm” dedikleri modelle bir ekonomik mucizeyi kotardı. Şu anda Hindistan'ın hemen arkasından gelen 1,4 küsur milyar nüfus, ABD'nin hemen arkasından gelen dünyanın ikinci büyük ekonomisi ve uzun yıllar boyunca hani kabaca 2008'deki küresel iktisadi bunalıma kadar ortalama her yıl yüzde 10 büyümüş ve bu tempoyu da bir çeyrek yüzyıl boyunca muhafaza edebilmiş bir devletten bahsediyoruz. Her yıl 300 milyon insanı kırdan kente getirmek, orta sınıflaştırmak, kentlileştirebilmek önemli bir iştir. Bir de Malta'dan bahsetmiyoruz, Çin ölçeğindeki bir yüzölçümünden, Çin ölçeğindeki bir nüfustan, Çin ölçeğindeki bir ekonomiden bahsediyoruz. O anlamda müthiş bir yatırım kapasitesi, üretim kapasitesi, ticaret kapasitesi var. Şimdi bunları alt alta koyduğumuzda, ABD'nin bir yanda Meksika, bir yanda Kanada, bir yanda Avrupa Birliği, ama bir yanda da en büyük dış ticaret ortaklarından bir tanesi Çin. Afrika'ya baktığımızda IMF ve Dünya Bankası'ndan daha fazla Afrika'ya yardım, yatırım yapan ya da kredi verebilen bir ölçekten bahsediyoruz. Kuşak ve Yol İnisiyatifi gibi, BRICS içerisindeki konumu gibi, Şangay İşbirliği Örgütü'nde öncü rolü gibi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinden biri olmasından dolayı Çin'in bu muazzam ekonomik gücünü diplomatik alana da, politik alana da, kamu diplomasisi alanına da, kültürel alana da, teknolojik, endüstriyel alana da artık rahatlıkla yansıtabildiğini ve zamanın Çin'in lehine işlediğini de elbette gözlemleyebiliyoruz.
- Siz bu makaleyi kaleme aldığınızda henüz Donald Trump'ın ikinci dönemi başlamamıştı. Trump göreve başladıktan sonra ABD-Çin ilişkileri nasıl şekillenmeye başladı?
Trump'ın en takıntılı olduğu konunun Çin olduğu biliniyor. Trump, kaybettiği Joe Biden'a karşı başkanlık yarışındaki seçimlerdeki söyleminde, gerekse son kazandığı seçimlerde hep Çin karşıtlığının altını çizdi.
Hatta kaybettiği seçimlerde şöyle diyordu: “Biden kazanırsa, bütün ABD vatandaşları Çince konuşmak zorunda kalacaklar…” Trump'ın iktisadi, askeri, diplomatik, endüstriyel gerekçelerle en büyük hasım olarak kodladığı, konumlandırdığı devlet Çin Halk Cumhuriyeti. Bu ABD gerçekliği. ABD içinde de pek çok kişi, “Bu keskin rekabet, ticaret savaşları da dahil olmak üzere, yüksek gümrük duvarları tarifeler dahil olmak üzere bize umduğumuz neticeyi vermiyor” diyor.
O yüzden “Biz Çin'le sürekli tempolu bir şekilde keskin rekabete girmek yerine acaba Atlantik-Pasifik dengesinde Atlantik-Pasifik arası bize kalsın, dünyanın kalanında da Çin buyursun ne yapıyorsa yapsın, biz kendi içimize ve kendi yakın çevremize odaklanalım, ama dünyanın diğer taraflarında Orta Asya'da, Ortadoğu'da bizim Çin'le bu kadar keskin bir rekabete girmemizin sebebi yok” şeklinde düşünen pek çok ABD'li uzman, siyasetçi, bürokrat, akademisyen de var. Çünkü Çin'le her alanda rekabet etmek ve Çin karşıtlığı, ABD'ye umduğunu getirmiyor.
- Çin ile ilişkilerde nasıl bir yol öneriyor bu ABD’li yazarlar, analistler?
Henry Kissinger'ı hepimiz biliriz. “Onu tersten okuyalım” diyenler var. Soğuk Savaş döneminde Rusya'ya karşı ABD, Çin'le yakınlaşmıştı. “Çin'e karşı Rusya'yı yanımıza çekebilir miyiz?” diyenler var. Ama bu iş de o kadar kolay değil. İran-Suudi Arabistan ilişkilerindeki normalleşmeyi Çin kotardıktan sonra, Çin 57 üyeli İslam Konferansı Örgütü’yle, 22 üyeli Arap Ligi’yle sıcak, canlı ilişkiler kurduktan sonra “Çin, Filistin'de acaba bir kolaylaştırıcı, bir arabulucu, bir moderatör olabilir mi?” sorusunun bizzat Filistin liderlerinden Mahmut Abbas tarafından dillendirilmesinin ardından, Çin zaten Rusya-Ukrayna meselesinde de arabulucu olmak istediğini defaten ortaya koydu. Bugünkü veri koşullarda ABD ve Rusya, Ukrayna'yı ve Avrupa Birliği'ni de masaya çağırmadan doğrudan bu savaşın sonlanması için görüşüyorlarken, Çin'e gereksinim duyarlar mı? Rusya ister ama ABD ister mi? Ukrayna buna ne der?
- ABD ve Ukrayna buna ne der?
Buna bugün yanıt vermek çok kolay değil. Ama ABD-Rusya görüşmelerinin Ukrayna özelinde neticesi nasıl olursa olsun İsrail'in Gazze'deki zulmü, barbarlığı, vahşeti, katliamları ne yönde seyrederse seyretsin, İsrail'in Suriye üzerindeki etkisi ne kadar artarsa artsın, Çin'in iktisadi gücünden, yatırım, üretim, ticaret kabiliyet ve kapasitesinden dolayı kaçınılmaz bir şekilde diplomatik görünürlüğü, kaçınılmaz bir şekilde diplomatik nüfuzu çok geniş bir coğrafyada artmaya devam edecektir.
- ABD diplomasisinde “Kovboy üslubuna” tanıklık ediyoruz. Çin nasıl yürütüyor diplomatik süreçleri? Mesela; Rusya-Ukrayna Savaşı'nda bir dönemde herkes “Çin ne diyecek acaba?” diye beklentiye girmişti…
Çin'in elbette takip ettiği dış politikayı, diplomatik üslubunu Çin'in kadim medeniyetinden bağımsız ele almak mümkün değil. ABD 1700'lü yılların son çeyreğinin ürünü olan bir devlettir. Bir yandan Çin'e baktığımızda binlerce yıllık bir kadim medeniyetten, uygarlıktan, devlet geleneğinden, imparatorluk tecrübesinden bahsediyoruz. Şimdi dolayısıyla bu uygarlık birikimi deyin, bu devlet aklı, hikmet-i hükümet deyin, bu tecrübe deyin, bu zenginlik deyin, kaçınılmaz olarak Çin'in dış politika üslubuna da yansıyor. Ve Çin şunun farkında, zaman Çin'in lehine işliyor. Çin şunun bilincinde, iktisadi güç kaçınılmaz bir şekilde siyasi gücü de, askeri gücü de, teknolojik gücü de besliyor, kuvvetlendiriyor, pekiştiriyor. Çin'in o anlamda hani Rusya'yla yakın ilişkilerine baktığımızda, ki iki lider Xi Jinping ve Putin hem yakın dost, ülkelerini de stratejik müttefik olarak tanımlıyorlar. Çin, bence Orta Asya’da, Ortadoğu'da, kimi meselelerde daha fazla öne çıkar, kimi meselelerde biraz daha fazla geride durur, konjonktürel gerekçelerle ya da tarafların tercihlerinden dolayı, ama son kertede Çin'in çok farklı meselelerde arabulucu olarak öne çıkması, sorun çözebilme kabiliyetini ortaya çıkarır.
- ABD ve İsrail koalisyonunun İran'a yönelik bir müdahalede bulunup bulunmayacağı tartışılıyor. Çin bu süreçte nasıl rol oynayabilir?
İran'la Çin’in ilişkileri son derece güçlü. Eğer İran ile ABD arasında bir gerilim olursa, ki ben bunun bir sıcak çatışmaya dönme ihtimalini görmüyorum, İran Çin'in arabuluculuğunu ister de acaba ABD kabul eder mi? Yoksa “Arkadaş, sen zaten İran'la çok yakın ilişkilere sahipsin. Sen bir tarafsız arabulucu olmaz. Senden bir arabulucu çıkmazsın” mı der Çin'e? Gelelim İran'a şimdi. Bu Suriye'de olanlardan sonra açık ara İsrail en fazla kazanan taraftır, ABD ile beraber. Golan Tepelerini aldı. Sonrasında tarafsız tampon bölgeyi aldı. Şam'a 15-20 kilometreye kadar İsrail tankları yaklaştı. Filistin'de ve Lübnan'da Hamas ve Hizbullah'a karşı vahşi şekilde, barbarca yaptıkları ortada. Gazze'deki katliamları ortada. Suriye'de en fazla kaybeden taraf açıkça İran'dır. Onun evvelinde de İran cumhurbaşkanının helikopterinin düşmesi, işte Hamas liderlerinin Tahran'da İsrail tarafından öldürülmesi gibi olayları alt alta yazdığımızda, İran'ın kendi coğrafyasında ve İran'ın vekil gücü olarak kullandığı unsurlarda da çok ciddi bir güç kaybı var. İran, her ne kadar Suriye'de açık ara kaybeden ve karizması çizilen bir devlet olsa da, İran gene de son kertede bir Irak ve Suriye değildir. Klasik anlamda ABD ve İran arasında bir sıcak çatışma beklemiyorum ama İsrail'in İran'a yönelik hani hava saldırıları, İran'daki uzmanlara, bilim insanlarına, İran'ın nükleer faaliyetlerinde etkin rol alan araştırmacılara karşı suikastleri elbette devam edebilir. ABD'nin İran'a yönelik Irak'ta olduğu gibi, Afganistan'da olduğu gibi bir işgaline ihtimal vermiyorum.
- Son olarak ülkemizle bitirelim hocam… 22 Ekim'de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla yani bir çözüm süreci başladı. 19 Mart kritik bir tarihti ve o noktadan sonra Türkiye siyasi tarihinde önemli kırılma anları yaşandı, yaşanmaya devam ediyor. İktidar hem bu jeopolitik değişiklikler hem de iç politika anlamında nasıl bir plana sahip?
Bir kere ben önceki açılım sürecine usulden ve esastan karşı bir arkadaşınızdım. Yeni sürece ister “yeni çözüm süreci”, ister “çözüm süreci 2.0” ya da “Terörsüz Türkiye süreci” deyin öncekiyle çok ciddi farklar var. Önceki açılım sürecinde Suriye'de Esad iktidardaydı. Şimdiki Esad devrilmiş Moskova'ya kaçmış durumda. Önceki açılım sürecinde MHP muhalefetteydi. Bu sefer “Terörsüz Türkiye projesi” ya da “ikinci çözüm sürecinde” MHP bizzat bu süreci başlatan unsuru, müellifi konumunda. Önceki çözüm sürecinde emperyalizm destekli PKK terör örgütünün Türkiye içerisinde terörist faaliyette yapabilecek en azından Türkiye'nin resmi makamlarının ifadesiyle, azalmakla beraber bir gücü vardı. Bu süreçte, İçişleri Bakanlığı başta olmak üzere açıklamalara göre PKK terör örgütünün Türkiye içinde hiçbir terörist faaliyet yapabilecek gücü, imkanı, kabiliyeti kalmadı. Şimdi bu işin bir boyutu. Gelelim dış boyutuna. Hep şu soruyu sormak durumundayız. Acaba ABD emperyalizmi, “kara gücüm” dediği, eğittiği, donattığı, Suriye'nin kuzeyinde, kuzeydoğusunda önünü açtığı, ordulaştırdığı ve devletleştirmeye çalıştığı, beraber Suriye'nin petrolünü çalıp dünyaya sattığı, birlikte ticaret ortaklığı yaptığı, on binlerce tır dolusu araç, gereç, silah, mühimmat verdiği ve gene ABD yapımı bir diğer terör örgütü olan IŞİD'e karşı cepheye sürerken, “bunlar özgürlük savaşçılarıdır” diye nitelediği, tanımladığı PKK terör örgütünden vazgeçer mi?
- Vazgeçer mi?
ABD, bu terör örgütünü Türkiye'ye karşı kullanıyor. Suriye'ye karşı kullandı. Gerektiğinde İran'da, Irak'ta cepheye sürebilir mi, başka adlar altında? Elbette sürebilir. PKK terör örgütü, ABD'nin kullanışlı aparatı olması yanında, ABD'nin cepheye sürebildiği bir terör örgütü olması yanında, ABD açısından bölgeye gelebilmek için bir gerekçe, bir neden, sebep üretmekte midir? Elbette üretmektedir. O yüzden ben terörün dış kaynağı, dış desteği, dış yardımı, istihbarattan tutunuz da maliyeye kadar, diplomatik destekten tutunuz da, Avrupa'daki, ABD'deki faaliyetlerine kadar, bir de narko-terör kısmı var, narkotik yani uyuşturuculardan da çok büyük paralar kesilmediği müddetçe Türk devletinin PKK terör örgütünü yenmesi, Türkiye sınırları dahilinde hiçbir terörist faaliyet yapamaz hale getirmesi şüphesiz önemlidir. Suriye'ye baktığımızda, Irak'ın kuzeyinde Barzani'nin ulaştığı güce baktığımızda, arkasındaki emperyalist destek, en başta da ABD ve Avrupa Birliği'nin desteği kesilmeksizin Türkiye içerisinde bunu tamamen etkisiz kılmak gerek şarttır ama yeter şart değildir. O yüzden bütün bu coğrafyada, Ortadoğu coğrafyasında PKK terör örgütü ve Suriye'de kullandığı PYD, YPG, SDG vesaire bütün bunların tasfiye edilmesi için Türkiye'nin öncelikle ABD ve Avrupa'yla mücadeleyi göze alması gerekir.
Sercan Meriç
Haber Kaynağı : Sercan Meriç
Çok Okunanlar

Cem Küçük'ten olay yaratan iddia

Danıştay Tetkik Hâkimi memleketinde başından vurulmuş şekilde bulundu

İkinci finalist kim oldu? 9 Haziran 2025 Survivor All Star finalistleri kimler?

Gelinim Mutfakta 10 Haziran Salı puan durumu: Bugün çeyrek altını kim aldı?

Gönül Özdağ: ‘Yaşımın verdiği yorgunluğa rağmen…’

CHP'de ses kaydı krizi! Kılıçdaroğlu'ndan açıklama geldi

BEDAŞ İstanbul'da bugün elektrik kesintisi yaşanacak ilçeleri sıraladı

İBB operasyonlarında bir kişi daha etkin pişmanlıktan yararlandı

Charles Ponzi'den Seçil Erzan'a...

Son yolculuğuna uğurlandı: Özgür Özel gözyaşlarını tutamadı
