Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Can Atalay Avukat Afşin Hatipoğlu'na konuştu

Gezi tutuklusu TİP Hatay Milletvekili Can Atalay, Silivri Cezaevi'nde Avukat Afşin Hatipoğlu'na çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Can Atalay Avukat Afşin Hatipoğlu'na konuştu

Türkiye’nin yakın tarihine damga vuran, “Darbeye teşebbüs” başlığı ile açılan üç dosya oldu. Bu dosyalar Ergenekon/Balyoz, Gezi ve 15 Temmuz’dur. Tüm detay özelliklerinden bağımsız olarak işaret edecek olduğumuzda Ergenekon/Balyoz, kumpas davalarının açılmasıyla birlikte adı konuldu. 15 Temmuz darbe girişiminin yaşanmasıyla birlikte yargılamalar da eş zamanlı başladı. Gezi ise diğer ikisinden tamamen ayrı bir seyir izledi. 

2013 yılının Mayıs/Haziran aylarında başlayan Gezi olaylarının davası, 2019 yılının Haziran’ında hâkim önüne geldi.  Gezi’nin anayasal düzeni yıkma teşebbüsü olduğu, altı yıl sonra anlaşıldı. Tüm dünyanın gözü önünde cereyan eden bir hadisenin darbe olup olmadığı veya kurulu nizamı dağıtmaya dönük olup olmadığına karar verilmesi için altı yıl geçmesi gerekti. İnan inanabilirsen.

Her siyasi dava kendi isimlerini de halka takdim etmekle mükelleftir. Gezi davası bu manada oldukça üretkendi. Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Mine Özerden ve son olarak da Ayşe Barım halkın Gezi’yle birlikte tanıdığı ve mağduriyetlerine inandıkları bir grup olarak karşımıza çıktı. Neden mağdur olduklarına inandıkları diyorum çünkü İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, 2013 yılının sadece Haziran ayında ülke genelinde gezi eylemlerine sokak ölçeğinde katılım sağlayanların sayısı 3.6 milyonu bulmuş, sosyal medya aracılığıyla destek verenlerin sayısı ise tespit edilememiştir. Bu seviyede sivil katılım gören Gezi, ağır cezalara sebep olunca, halk “Bu eyleme ben de katıldım, o zaman biz de mi suçluyuz?” diye kendisine sordu. Ya da örneğin olaylara açıktan katılan Beşiktaş Çarşı grubu suçlamalardan tümden beraat edince, “İsmi geçen sanıklar neden ceza yedi?’’ sorusu akıllara geldi. 

Geçtiğimiz hafta, Gezi olayları sebebiyle mahkûm olan iki ismi, Can Atalay ve Tayfun Kahraman’ı Silivri’de ziyaret ettim. Hem Gezi’yi hem de günümüz gelişmelerini konuştuk. Mahpusluk zor iş. Kim ne derse desin, üç beş metrelik hücrede ömrün geçiyor. Hayatındaki yüklemleri elinden alıyorlar. Gezmek, yüzmek, sohbet etmek, eğlenmek… ve daha nice aksiyon senden kopuyor. Uyumak, yazmak, okumak, oturmak… seni durdurmak için keyfi ve yaşamı bitirmek için hareketsiz bırakmak adına, donuklaşman üzerine kurulan bu sistemin pulluğuna sürülüyorsun. Yaşar Kemal, İnce Memed’de diyor ya “Toprak, pulluğun ağzında un ufak oluyordu”, un ufak olman için eziyorlar seni. 

Önce Can ile sonra Tayfun ile sohbet ettim. Can, oldukça enerjik ve dışa dönük bir isim, içerde kilo almış. Saçı ve sakalı o gün karışıktı, başka günlerde traşlı gördüğüm de olmuştu. Kendisine gülerek, “Sen neden Gezi olaylarına karıştın” diye sordum. Verdiği cevap basitti ama inanın çoğunun bilmediği bir gerçeği işaret ediyordu.

“Ben Mimarlar Odası’nın avukatıydım. 2012 yılının Mayıs ayında Gezi Parkı bölgesi için düşünülen plana dava açtık. Benim Gezi olaylarına aktivist olarak katılmam gibi bir durum yok. Ben zaten Gezi Parkı ve çevresini dava eden avukattım. 14 Mayıs 2013 tarihinde davaya ilişkin bilirkişi raporu geldiğinde buna ilişkin açıklamalar yaptık. Kamuoyunda Gezi konusunun gündeme gelmesi bu şekilde oldu. Haziran ayında başlayan olayların ise benim avukatlık faaliyetimle zaten bir ilgisi yok. Ben Gezi’yi hukuk denetimi için vekili olduğum oda adına dava ettim. Yaptığım tamamen bir meslek faaliyetiyken, beni Gezi’yi organize eden kişi gibi lanse ettiler.’’ 

“Peki Can, sen şunu mu söylüyorsun? Ben odanın avukatı olmasam, bu olayların içinde olmayacaktım!’’ 

“Ben zaten toplumsal olaylara karşı duyarlı bir avukattım. Aktivist denilecek ölçüde protest tavrım her zaman vardı. Taksim bölgesi benim gündelik hayatımın da merkezindeydi. Bununla beraber, elbette Mimarlar Odası’nın avukatı olmasaydım, Gezi dosyasının bu ölçüde içinde olamazdım. Odanın avukatı olmam beni tartışmaların doğal parçası haline getirdi. Ben de mücadeleden imtina etmedim.”  

Can Atalay, özellikle Hatay’dan TİP vekili olmasının ardından ülke gündemini bir dönem domine etti. Hukuk ve hukuksuzluk Can üzerinden konuşuldu. Çünkü hem vekil hem mahpustu! Kendisine verilen desteği ve mebus seçilmesini nasıl değerlendirdiğini sorduğumda şu cevabı verdi:

“Elbette fazlası yapılabilirdi. Avukatlar büyük destek oldu ama çoğu barodan beklenen destek gelmedi. Sağ partilerde destek olmadı. Vekillik konusu ise çok planlı ve önceden düşünülen bir durum değildi. Yaşatılan adaletsizliğe karşı bir şeyler yapılması gerekiyordu. Hatay’dan vekilliğim gündeme geldi. Vekil olduk. Gerçi vekilliği de göremedik.”  

Can Atalay, Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ni karşı karşıya getirdi. Anayasa Mahkemesi “Can Atalay’ın vekilliği düşemez.” derken, Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Can Atalay üzerinden Cumhuriyet tarihinde eşi benzeri olmayan bir hukuk garabeti ortaya çıktı. İki yüksek mahkeme birbirine girdi. Can ise bu konuya şöyle bakıyor:

“Ben, aleyhime yapılan bunca ihlal tespit edilmesine rağmen ve üstelik bu ihlalleri Anayasa Mahkemesi hüküm altına almasına rağmen, nasıl buradayım anlayamıyorum!” 

Osman Kavala bahsinde de yazmıştım. İktidar olarak kendinizce büyük sorunları çözmeye kalkışıyorsunuz ama ülkenizdeki yüksek mahkeme kararlarını dahi uygulamıyorsunuz. Sonra “Dış güçler!” diyorsunuz. Ancak siz, kendinize ait ve iç gücünüz olan anayasal kurumları devre dışı bırakıyorsunuz. Bu çelişkileri çözmeden, “Terörsüz Türkiye” piyangosu çekiyorsunuz. 

Can’a gündemi sormak üzereyken yan kabine, Ayşe Barım geldi. Zayıflığı, solgunluğu, saçları ve aurası ile dağınık görünüyordu. Avukatı, elindeki İngilizce kâğıtlar ile Barım’ı bekliyordu. Bu duruma mana veremedim. Can ile selamlaşıp, ortam gereği pandomim benzeri hareketlerle dayanışma sağladılar. Benim gözüm ise İngilizce kâğıtlardaydı. Ayşe Barım, Boğaziçi İngiliz Edebiyatı mezunuymuş, avukatıyla İngilizce pratik yapıyormuş. Mahpusluk zor dedim ya. Öyle bir sönüklüğün içinde, “Fill in the blanks” ile nefes alıyorsunuz. (Benim bu yazının son okumasını yaptığım gün, Ayşe Barım ev hapsi ile tahliye edildi. Birgün sonra ise itiraz ile tekrar tutuklandı. Böyle bir adalet anlayışı olmaz. Tekrar tutuklanma gerekçesi ise “Cezaevinde kalmaya engel durumunun olmadığı.” Bu nasıl bir hukuki gerekçe? Et, kemik ve sıhhat bahsiyle mi cezaevine giriyor insanlar. Tutukluluk devamındaki korunan hukuki menfaat nedir? Aynı şey Fatih Altaylı için de geçerli. Ayşe Barım’ı tekrar tutuklandıklarında, Altaylı’nın tutuklu halinin devamına karar çıkacak dedim. Çünkü rejim konuya tamamen susturmak ve bedel ödetmek olarak bakıyor.  Bir sanatçı menajeri T.C. hükümetini yıkabilecekse, vay o devletin haline.)

Can’a dönelim. Hükümlülerin görüş saati sınırlı, konular ise sıralı bekliyor. Can, TİP’in komisyona girmesine makul bakıyor ancak komisyona girmenin neticesi olarak rejimden bazı karşılıkların alınmasının da değerlendirilmesi gerektiğine inanıyor. “Ben, cezaevindeyim, partinin tüm kurullarının her adımda bana ulaşması mümkün olmaz.” diyerek partisine olan güvenini de belirtiyor. TİP, akıllarda sosyalizmi ve devrimciliği çağrıştıran, hatta bu iddiayı temsil eden bir parti. Ancak sohbet sırasında dikkatimi çeken bazı ifadelerden anladığım kadarıyla Can Atalay uzaktan bakanların sandığı ölçüde sosyalist veya devrimci bir kimliğe sahip değil. Gerçi bu fikrimi Av. Kemal Aytaç’a söylediğimde, kendisi katılmadı. “Benim Can için yazdığım yazıyı oku.” dedi. 

Terörsüz Türkiye konusu sıcak, el yakıyor, Atalay görüşleri ise enteresan.

“Ben Türküm, bunu söylemekten çekinmem. Bir insanın Kürt olmasını söylemekten çekineceği bir ortamdan sakınmamız gerekir. Öcalan’ın kendisinin zaten uzun süredir idari özerklik talebi yok. Bunlar iyi değerlendirilmeli. Vatandaşlık tanımına Kürt yazarak çözülecek seviyede basit sorunlar olduğunu düşünmüyorum.”

Ben cezaevinde yaptığım tüm görüşmelerde anayasaya “Kürt yazın bu iş çözülsün.” diyen bir tane siyasi mahkûm görmedim. Bunu samimiyetle söylüyorlar. Konulara meclis siyasetinin çok üstünde bakıyorlar. 

İlerleyen yıllarda muziplik için şöyle bir şey sorulur mu acaba? Bir şehir plancısı, bir avukat, bir menajer anayasal düzeni yıkmak için ne yapmalıyız diye sormuş? Bunu duyan bir gazeteci, “Haydi Gezi Parkı’na gidelim.” demiş. Şaka bir yana, ülkenin enerjisini böylesi faydasız başlıklar altında tüketmenin kime ne faydası var? İşte gördünüz, Ayşe Barım’ı hapiste tuttunuz, ne oldu? Onu şikâyet eden vatandaş, Ordu’dan Segbis’le bağlanıp, “Ben sosyal medyada gördüklerimi söyledim.” dedi. Bu kadar kolay mı insan hayatı, yaşamı tutsak hale getirmek, iradeyi bağlamak… bu kadar kolay mı? 

Can Atalay, mahpusta yatmaya devam ediyor. Omuzlarında mebusluk payesiyle! TBMM başkanı ise bir dönemin büyük Erdoğan muhalifi Numan Kurtulmuş. HAS Parti Genel Başkanıyken söylediklerini belki Can söylememiştir. Aynı Süleyman Soylu, Teğmen Çelebi, Hulki Cevizoğlu gibi! Bu memleketin evlatlarına yazık ediyorlar. Masum insanların özgürlüğünü ellerinden alarak bu halkı selamete taşıyamazsınız. Size muhalif olan insanların iktidarınızdan ihale, makam, mevkii veya bütçe istediğini hiç duymadım. Meydanlarda “Para, Para” diye slogan atan da görmedim. Halkınız sizden sadece “Hak, Hukuk, Adalet” talep ediyor. Ebedi mizan ertelenmeyle körelmez. 


Haber Kaynağı : 12punto

Can Atalay
Wodo Network