İYİ Partili Çömez: Erdoğan tüm bunları çok korktuğu için yapıyor
Usta gazeteci Tuncay Mollaveisoğlu ile 12'den programına İYİ Parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez konuk oldu. Çömez, "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganlarıyla kılıçlı yemin ettikleri için TSK'dan atılan teğmenlerden tutuklanan Ümit Özdağ'a, ekonomiden teröre AKP iktidarına sert eleştirilerde bulundu.

Tuncay Mollaveisoğlu ile 12'den programına katılan İYİ Partili Çömez'in yaptığı açıklamalardan öne çıkanlar şöyle:
-Sayın Çömez, Ekrem İmamoğlu ile ilgili 7 yıl 4 aya kadar hapis istemiyle bir dava açılacak. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Keşke daha sakin ve huzurlu bir gündemle başlayabilseydik. Ancak toplumu geren ve demoralize eden konularla yüzleşmek zorundayız. Hüseyin Çelik, "Militan yargı oluşturduk" diyerek durumu özetliyor. Evet, bu doğru. Her gün yeni bir yargı garabetiyle uyanıyoruz.
Geçtiğimiz günlerde CHP'ye katılan Cemal Bey, bir şiir okuduğu için hakkında soruşturma açıldı. Bu, Erdoğan’ın bir zamanlar şiir okuduğu için siyaseten yasaklandığı dönemi hatırlatıyor. İmamoğlu’na açılan dava da haksızlık. Biz, Adalet arayışında olduğumuz için Ümit Özdağ’a destek olmak için adliyeye gittik. Aynı şekilde İmamoğlu’nun davasında da bulunduk.
Bugünkü iktidar sahipleri, geçmişte birlikte hareket ettikleri FETÖ’den ders almış gibi görünüyorlar. Türkiye’nin gerçek bir demokrasiye, hukuk devletine, özgürlüklere ve insan haklarına ihtiyacı var. Bu ceberrut yapının artık çekip gitmesi gerekiyor. Devletin hesap veren ve hesap soran bir yapıya kavuşması şart.
Maalesef, Türkiye’nin sorunlarıyla yüzleşmek zorundayız. Geçmişte yaşanan Ergenekon ve Balyoz davaları gibi olaylar, hepimizin üzerinden bir silindir gibi geçti. Türkiye’nin gazetecileri, aydınları içeri atıldı, işsiz bırakıldı. Bugün de benzer bir korku iklimi yaratıldı.
İktidar, toplum üzerinde giderek gerilim yaratacak adımlar atıyor. Örneğin, Ümit Özdağ’ın tutuklanması. Öncelikle Erdoğan'a hakaretten içeri alındı; ancak bu suç hafif göründüğü için, geçmişteki paylaşımlarına senaryolar uydurup yeni bir iddianame hazırlıyorlar. Bu durumu hepimiz görüyoruz. Kumpas davalarının yaşandığı o dönemlerde, benzer filmlerle karşılaştık.
-Erdoğan, neden böyle davranıyor? Teğmenlerin ihracı, belediye başkanlarına yönelik gece yarısı yapılan operasyonlar... Erdoğan, bu süreçleri bir skandalmış gibi veya büyük terör operasyonları yapılıyormuş havasıyla yürütmek istiyor. Ekrem İmamoğlu ile ilgili son haberlere bakarsak, aynı durumu burada da görüyoruz?
Önemli bir noktaya değindiniz; bu durumu çözmek için biraz geri gitmemiz gerekiyor. Ergenekon dönemine, Erdoğan'ın "Ben bu davanın savcısıyım" dediği günlere bir bakalım. O dönemde, masum ve günahsız insanların evleri basılıyor, aileleri travmatize ediliyordu. Benim evim de bunlardan biriydi. Erdoğan, o devlet terörüne zırhlı araçlarla destek veriyordu. Peki, özür diledi mi? "Kandırıldım" dedi mi? Hayır, bu zulüm döneminde sesini bile çıkarmadı. Bugün ise o dönemden çok şey öğrenmiş görünüyor. Şimdi, bunun bir başka versiyonunu yaşıyoruz; Türkiye bunu hak etmiyor.
Geçtiğimiz günlerde, Cumhuriyet Halk Partisi'nden milletvekilleri, 17-25 Aralık dönemiyle ilgili eleştirilerde bulundu. Bu dönemle ilgili bilgilerin kamuoyuna ifşasını ve AKP’nin bu durumu izah edemediğini anlattılar. Bunun üzerine AKP’nin grup başkan vekili "Bu, FETÖ’nün bir kumpasıydı" dedi. O dönemde adalet bakanı olan bu kişinin, böyle bir açıklama yapması çelişkili değil mi? Bu nasıl bir ikiyüzlülüktür!
Daha sonra Ümit Özdağ’ın durumu üzerine dönelim. Özdağ’ın ifadesi alınırken, bir Fezleke hazırlanıyor ve yemeğe gittiği restoranın yolları kesiliyor. Burada özel bir hava yaratılmaya çalışılıyor. Sanki çok ağır bir suç işlenmiş gibi bir imaj oluşturuluyor. Aynı zamanda, CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı evinden 8 polisle alınıyor.
Bu tür taktikler, toplumda belirli bir algı yaratmayı hedefliyor. Geçmişte Ergenekon döneminde de benzer şekilde yapılanlarla insanların kafasında bir korku yaratmaya çalıştılar. Bugün de Erdoğan, geçmişten çok şey öğrenmiş durumda. Peki, neden bunları yapıyor? Çok korktuğu için. Çünkü iktidarı kaybetme korkusu içerisinde.
Dışarıda ekonomi sarsılırken, esnaf ve emekli perişan halde. Kadınlar, tencerelerinin boş olduğu için feryat ediyorlar. Erdoğan, kendisini iktidara taşıyan kadınları ikna etme gereği duyuyor. Bunun nedeninin, halkın eleştirilerini duyma korkusu olduğunu biliyoruz.
Tıpkı geçmişte olduğu gibi halkı korkutmaya çalışıyor. Ancak biz diyoruz ki, bırakın insanlar sokaklarda serbestçe konuşsun, derdini anlatsın. Anayasa 35, bunu sağlamaktadır. Erdoğan, "Ben ne dersem o olacak" yaklaşımında, millete karşı bir sahiplenme hissi varken, biz bunun tam tersini savunuyoruz. Bu ülkenin asıl sahibi millettir.
Dolayısıyla, bugün yaşananlar ve geçmişteki olaylar arasındaki dinamikler benzerlikler taşıyor. Teğmenlerin TSK’dan ihraç edilmesi, bu daha büyük tablonun parçasıdır.
Gerçekten tarihimize geçen bir cümle: Türk Silahlı Kuvvetlerinden, Mustafa Kemal Atatürk’ün askerleri olduğu için, çok başarılı teğmenler ihraç edildi. Ancak bu durumu dile getirdiğimizde bazıları, "Disiplin suçu işlediler" diyor. Fakat disiplin suçu olmadığı ortada.
Az önce bahsettiğiniz korku iklimi nedeniyle, "Ben yaptım oldu" anlayışıyla hareket eden bir iktidar söz konusu. Ümit Özdağ’ın tutuklanması, bu duruma örnek. Şu anda Özdağ parmaklıklar arkasında. Esenyurt Belediye Başkanı’na ve Beşiktaş Belediye Başkanı’na yönelik hareketler ortada. Kayyum belediyeleri de durumun ciddiyetini gösteriyor.
Erdoğan, "Ben güçlüyüm ve buradayım" mesajını vermek istiyor. Ancak, koltuğunu kaybetme korkusu var. Normal şartlarda bu korku, bir siyasetçiyi daha kucaklayıcı ve kapsayıcı yapar; ama tam tersini yaşıyoruz. Sizce burada bir siyasi sonuç elde edebilir mi?
Erdoğan, şunu bilmeli: Türkiye’de demokrasinin, kurum ve kuralların çalışması gerekiyor. Güçlü bir Erdoğan, halkın çocukları yatağa tok gittiğinde, tencereleri kaynadığında ve insanlar huzur içinde uyuduğunda oluşur. Ama Erdoğan, maalesef bunun farkında değil. Demokrasiyi içselleştirememiş ve kaybetme korkusu içinde, korkutmayı tercih ediyor.
Biz de buna karşı çıkıyoruz. "Sayın Erdoğan, yapma, bu ülke gerginliği hak etmiyor" diyoruz. Ülkenin böyle bir zulmü ve baskıyı hak etmediğini ifade ediyoruz. Yargının bağımsız çalışmasına izin vermek, demokrasinin kurum ve kurallarının işlemesine olanak tanımalıyız. Bugün parlamentonun etkinliği kalmadı; yasalar saraydaki bir ortamda hazırlanıyor ve komisyonlarda düzgün bir şekilde görüşülmüyor.
Geçen hafta torba yasa ile kayyum meselesi gündeme geldi. Bu durum, şirketlere el koyacak ve atanan kayyumların sorumsuz olacağı anlamına geliyor. Erdoğan, "Darbe Anayasası" diyor ama Devlet Denetleme Kurulu, 1982 darbe anayasası ile kurulmuştu. O dönemde Erdoğan’ın sahip olduğu yetkilere sahip değildi. Şimdi ise Devlet Denetleme Kurulu'nun başı olarak istediği gibi atamalar yapabiliyor.
Böyle bir düzen, tek adam anlayışıdır ve bunun adı demokrasi değildir. Biz demokrasi çağrısı yapıyoruz. "Korkma, bu ülkede demokrasi hâkim olduğunda sen de rahat edeceksin" diyoruz. Ancak Erdoğan, bunun farkında olmayan bir yapı ile karşı karşıya.
-Peki, muhalefette demokrasi bloğu oluşabilir mi?
Samimiyetimle inanıyorum ki, Türkiye’nin geleceği için önemli bir dönüm noktasındayız. Altılı Masa tecrübesi, toplumda eleştirilere maruz kaldı; ancak o dönemde atılan adımlar ve öneriler hala geçerliliğini koruyor. Hepimizin ortak arzusu, Türkiye'yi demokratikleştirmek ve özgürlükler ülkesi haline getirmek. Bunun için yasama, yürütme ve yargı sisteminin dengeli bir şekilde çalışması şart.
Tek adam rejiminden ve ceberrut düzenden Türkiye’yi kurtarmalıyız. Bu nedenle, kişisel kaygılarımızı bir kenara bırakıp demokrasi mücadelesi vermeliyiz. Hata yapma lüksümüz yok; ihtiras ve kişisel çıkarlar yerine genel perspektifte hareket etme sorumluluğuna sahibiz. Farklı siyasi partilere sahip olabiliriz, ama şu anda muhalefet kanadındaki partilerin çoğunun demokrasiye inandığına samimiyetle inanıyorum. Bu nedenle, önümüzdeki döneme dair umutluyum; bu tek adam düzeninin sonu gelecektir.
CHP'NİN CUMHURBAŞKANI ADAYI SEÇİMİ ÜZERİNE...
Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) Cumhurbaşkanlığı aday belirleme süreci hakkında konuşmak gerekirse, CHP'nin kurumsal hafızası ve deneyimli kadroları olan köklü bir parti olduğunu unutmamak gerek. Parti yetkili kurulları, erken aday açıklamanın doğru olduğunu düşünüyor ve bu yönde çaba gösteriyor.
Ancak, siyasi kimliklerden bağımsız olarak, ana muhalefet partisi olan CHP’nin daha güçlü bir muhalefet yapması gerektiğine inanıyorum. 31 Mart seçimlerinin ardından, CHP’nin Erdoğan’ın projelerine karşı durması ve sert bir muhalefet sergilemesi hayati bir önem taşıyor. Erdoğan, CHP’yi hedef alarak içeride fay hatları oluşturmaya çalıştı. Ancak, gördüğüm kadarıyla CHP bu projenin işe yaramadığını anladı ve sert bir muhalefet yapmayı benimsedi.
Şu anda Cumhur İttifakı’nın adayını bilmiyoruz. Anayasal düzen gereği, Erdoğan’ın aday olamayacağı ortada. Biz, Erdoğan’dan korktuğumuz için değil, onu sandıkta yenebilecek gücümüz olduğuna inanıyoruz. Ama mesele, bu ülkenin bir anayasal rejimle yönetilmesi. Erdoğan, CHP'nin ya da diğer partilerin adaylarının açıklanmasını bekleyerek kendini konumlandırmaya çalışıyor. Bu durum, hukuksuzlukları, adaletsizlikleri ve ekonomik krizi gündemden düşürmeye yönelik bir stratejidir.
Bu nedenle, erken seçim talep etmenin ve aday belirletmenin doğru olmayacağını düşünüyorum. Ülkede gereksiz sürtüşmelere yol açabilecek bir çatışma ortamını tetiklemekten endişe ediyorum. Ancak, ilerleyen süreçte bir araya gelip doğru adımlar atılabilir.
Son olarak, sicil kaydımızı temizleyip bu ülkede hukukun üstünlüğünü tesis etmek için her türlü çabayı sarf edeceğiz. Yol gösterici olması açısından, muhalefetin içindeki rekabetin ve çatışmanın Erdoğan’ın stratejilerine hizmet etmesinden kaçınmalıyız. Bu nedenle, muhalefet iktidarın tuzağına düşmemeli!
CHP'nin güçlü birikimi ve tecrübesi var, bu nedenle düşmemesini umuyorum. Erdoğan, kendi tabanını artık konsolide edemiyor; bunun en temel sebebi açlık ve sefalet. Bununla birlikte, AKP’nin sahadaki kadroları ile genel merkez arasında da bir uyumsuzluk mevcut. Genel merkez içinde farklı klikler ve gruplar var, sarayda da benzer bir durum söz konusu. Erdoğan, bu durumu analiz etmesine rağmen bunları toparlayamayacağının farkında. Bu sebeple, muhalefeti hedef alıyor. Bizim, muhalefet olarak Erdoğan’ın oyun alanından çıkmamız gerekli. Doğru bir stratejiyle ilerlemeliyiz.
Günümüz Türkiye’sinde en önemli gündem ekonomik sıkıntılar, derinleşen kriz, açlık, sefalet, hukuksuzluk, adaletsizlik ve kayırmacılık. Bu sorunlar üzerinden siyaset yapıp, bunları topluma anlatmak ve çözüm önerileri sunmak zorundayız. CHP’nin anketlerde belirli bir oy ortalaması olsa da, diğer partilerin de bu sürece katkıda bulunması önem taşıyor.
Özellikle eski yerel seçimlerden sonra, bizim partimizde liderlik değişti ve sahada önemli çalışmalar yapıyoruz. Son anketler, İYİ Parti'nin oylarının arttığını gösteriyor. Bu durumda, CHP'nin sadece bir aday belirleyip yola çıkması haksızlık olur. Bu süreçlerin tüm yönleriyle iyi analiz edilmesi önemli.
Erdoğan’ın aday belirleme sürecini, açık alanda kendisine hedef tayin etmesine neden olacak bir durum olarak görüyorum. Madem ki bu durumu istiyor, neden henüz adayını açıklamıyor? Anayasa gereği, Erdoğan’ın aday olamayacağı bir noktada, sandığa gitmekten korkmaması gerektiğini düşünüyorum.
CHP’yi bir müttefik olarak görüyorum. Aynı cephede demokrasi mücadelesi verdiğimiz için, CHP'nin atacağı adımların dikkatlice planlanması gerektiğini savunuyorum. Muhtemelen, muhalefetin gündemi belirlemesi, iktidarın arkamızdan gelmesi gerektiği açıktır. Türkiye’nin birinci gündemi yoksulluk ve açlık. Yenidoğan çetesi gibi birçok durumu belgeleyerek kamuoyuna sunduk. Geçmişteki sağlık bakanının görevden alınması, ortaya koyduğumuz belgelerle ilgili.
Dolayısıyla, güçlü bir muhalefet yürütüp, AKP’nin gerçek yüzünü topluma anlatmak ve destek almak zorundayız. Bu tür durumlardaki çalışmalarımızı daha fazla artırmalı ve net bir şekilde topluma aktarmalıyız.
TEĞMENLERİN İHRAÇ EDİLMESİ...
Bu bağlamda, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde teğmenler hakkında duyumlar var. Özellikle Atatürk’ün askeri mirası üzerinden değerlendirmeler yapılması gereken önemli bir konu.
Teğmenlerin hukuksuz bir şekilde ihraç edilmesi, toplumda önemli bir tepki yarattı. Bu ihraç sistemini sorgulayan dört komutanın varlığı, bu durumu daha da önemli kılıyor. Oylama sonucunda bu ihraçlara "hayır" diyen dört kişi, tarihe geçecek isimler. Bu genç subaylara sahip çıkmak, demokratik bir sorumluluk olarak karşımıza çıkıyor.
Geçmişte yaşanan Dreyfus Davası örneği oldukça öğreticidir. Fransız ordusundaki Yüzbaşı Dreyfus, haksız yere ordudan atılmış ve onun haklı olduğuna inanan Aydınlardan Emil Zola, bu durumu kamuoyuna açıkça duyurmak için büyük bir mücadele vermişti. Bu tip davalar, hukuksuzluğa karşı durmanın ve adaletsizliğe karşı çıkmanın önemini gösteriyor. Hangi siyasi görüşe sahip olursak olalım, adaletsizliğe maruz kalanların yanında durmak demokratik bir sorumluluktur.
Teğmenlerimize dönecek olursak, bu gençler Anadolu'nun çocukları. Geçtiğimiz haftalarda bir baba, oğlunun vatanı ve Cumhuriyeti sevmenin dışında hiçbir suçu olmadığını anlatırken, duygusal bir şekilde tarlasında çalıştıklarını ve çocuklarının bu ülkenin değerlerine bağlı birer evlat olduğunu ifade etti. Bu gençler, Erdoğan’ın temizleme vaadiyle hedef alınmamalı; hepsi vatan evladı ve ülke değerlerine bağlı bireylerdir.
Erdoğan’ın "30 olur, 50 olur temizleyeceğiz" sözü, bu gençlerin yaşamlarını etkileyen bir tehdit olarak değerlendirilmeli. Ancak bu gençler, "Atatürk askerleriyiz" diyerek, ülkenin kurucu değerlerine bağlılıklarını ortaya koyuyorlar. Resmi törenlerde saygı ve onurla durarak, ülkenin birliği için canlarını feda etmeye hazır olduklarını ifade ettiklerinde, aslında vatanseverliğin en üst noktasını sergiliyorlar. Disiplin notlarıyla da örnek bireyler olduklarını göstermekten geri durmadılar.
Bu durum, hukuksuzluğa karşı çıkmanın ve adaletsizliğe dur demenin önemini bir kez daha gözler önüne seriyor. Teğmenlerimize sahip çıkarak, demokratik mücadelenin yanında durmalıyız.
Teğmenler, hayatları boyunca herhangi bir disiplinsizlik sergilemeden, törende yeminlerini yaparak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve komutanlarına teşekkür ettiler. Tören sonunda komutan, "Tören bitmiştir" diyerek resmi işlemlerin tamamlandığını duyurdu. Pırıl pırıl genç teğmenler, arkadaşlarıyla bir araya gelerek Atatürk'ün askerleri olduklarını belirttiler.
Ancak bu gençlerin seremonide okudukları yemin, bazı eleştirmenler tarafından "korsan yemin" diye adlandırıldı. Oysa ki, törende daha önce yapılması gereken yemin zaten edilmişti. Törende bulunan birçok komutan, geçmişte aynı yemini etmişlerdi. Milli Savunma Bakanı da, Meclis’te bu yemini ettiğini ifade etti. Bununla birlikte, bu gençlerin disiplinsiz oldukları iddiaları kabul edilemez; çünkü gerek köklü hukuki bilgiye sahip olan bir hukuk müşaviri, gerekse yüksek rütbeli komutanlar, burada bir disiplinsizlik olmadığına kanaat getirmiştir.
Burada görülen yanlışlık, toplumsal vicdanın zarar görmesindendir. Toplum olarak olaylara siyah-beyaz perspektifinden bakmayı, karşıt görüşleri anlamayı unuttuk. Ak Parti taraftarları, bu teğmenler hakkında beş ay boyunca ağır ithamlarda bulundular. Bu saygın gençler, Türk ordusunun değerli üyeleri olarak yargısız infazlara maruz kaldılar.
Kara Kuvvetleri Komutanı, Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı, bu teğmenlere yapılan hakaretleri neden önlemediler? Sonuçta, bu gençler bu ülkenin çocuklarıdır. Alınan kararın idare mahkemesinden döneceği ve bu yaranın büyümeden kapanmasını umuyorum. Türkiye’nin, içinde bulunduğumuz durumdan çıkmak için hukuka ve demokrasiye ihtiyacı vardır.
TERÖR VE ABDULLAH ÖCALAN BAŞLIKLARI...
Yeni anayasa tartışmaları çerçevesinde, AKP’nin Abdullah Öcalan’ı topluma bir kurtarıcı gibi sunduğu yönündeki gelişmeler de dikkat çekmektedir. Bu durum, toplumsal barış ve istikrar adına önemlidir.
Erdoğan'ın terörle mücadeledeki tutumunu değerlendirirken, burada önemli noktaları belirtmek isterim. Terörün varlığını sürdürmesini söyleyenler vatan haini olarak nitelendirilmelidir. Terörün sona ermesi için herkesin elinden geleni yapmaya hazır olduğunu ifade etmek gerekiyor. Terörün bitmesi elbette ki istenen bir durumdur.
Ancak, Erdoğan’a sormak istediğim bazı sorular var. Uzun zamandır, 22 yıl boyunca neden terör örgütleriyle ilgili gerekli adımları atmadı? "Ben sizi gömerim" demek, bir tehdidin ötesine geçmiyor. Eğer bu çalışmaları yapabilseydi, neden yıllar boyunca bunu gerçekleştirmedi?
Erdoğan, terörist başına heyetler göndermiş ve onunla diyalog kurmaya çalışmıştır. Ama bu tür girişimlerin 50.000 kişinin ölümü ile sonuçlanan bir katilin etkisi altında kalmak kabul edilemez. Çok sayıda şehit verildi, çocuklar yıllarca esir tutuldu ama bu duruma karşı hangi adımları attı? Kuzey Irak’ta, Türk birlikleri tehdit altındayken neden yeterli önlemler alınmadı?
Bunların yanı sıra, 22 yıl boyunca Erdoğan’ın terörle mücadele için attığı adımlar nelerdi? Demokratik, hukuki, ekonomik, diplomatik ve askeri adımlar yeterince atıldı mı? İktidara geldiğinde terör neredeyse sıfır noktasındaydı, bugün ise feryat etmemizin nedeni bu süreçte atılmayan adımlardır.
İnanılmaz bir durum da mecliste bazı siyasetçilerin terörist başı ile mesaj taşımak için görevlendirilmesidir. Bu durumda, niye sadece AKP milletvekilleri değil, MHP milletvekilleri de bu tür diyalogların bir parçası olarak düşünülmedi? Bu tür ilişkiler nasıl meşru hale getirilebilir? Mecliste, her şeyin başı durumunda olan bir anlayış haksızlıklara neden olmaktadır.
Bu soruların yanıtlarını almak, Türkiye'nin terörle mücadelesi için oldukça önemli. Hukukun, adaletin ve demokrasinin esas alındığı bir süreçte hareket edilmesi, toplumun huzuru açısından kritik bir öneme sahiptir.
Konuşmalarda Erdoğan'ın süreçten neyi hedeflediği üzerine değerlendirmeler yapılıyor. Erdoğan’ın amacı, iktidarını sürdürmek ve parti içindeki uzlaşıyla anayasayı değiştirip, seçimlerde destek almak. Bu stratejiyle koltuk ömrünü uzatmayı amaçladığı belirtiliyor.
Daha sonra gündeme gelen Demirtaş ve partisi ise, anayasada önemli değişiklikler talep ediyorlar. Özellikle eğitim dilinin Türkçe ve Kürtçe olmasını istemekte ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını tanımlayan 66. maddede değişiklik yapılmasını talep ediyorlar. Ayrıca, Kürt toplumları için dörtlü bir konfederatif yapı veya Filipinler’deki Moro bölgesine benzer bir federasyon öneriliyor.
Ancak, bu süreçte esas gündemin Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi olduğu vurgulanıyor. Irak’ta otonom bir Kürt devleti kuruldu, Suriye'de de Fırat’ın doğusunda benzer yapılar oluşmakta. Türkiye’nin bu süreçte, PKK ve YPG gibi grupları tanımasının istenildiği ifade ediliyor. Amerikan yönetiminin Erdoğan’a bu durumu kabullenmesi için baskı yaptığı, bunun Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından önemli bir tehdit oluşturabileceği belirtiliyor.
Erdoğan’ın bu duruma itiraz etmemesi, devlet aklının yeterince çalışmadığını gösteriyor. Kurumların hafızasının yerle bir olduğu, dolayısıyla devlet yönetimi ile ilgili bazı kavramların anlamını yitirdiği kaydediliyor.
Ayrıca, geçmişte yapılan analizlerde, uluslararası kriz grubunun PKK’nın Türkiye’deki faaliyetlerine son vermesini, Suriye’deki PYD ve YPG saflarına katılmasını önermesi gibi durumlar, günümüzdeki tartışmalarla paralellik gösteriyor. Tüm bu gelişmeler doğrultusunda, Türkiye’nin hem iç hem de dış politikada atması gereken adımların önemine dikkat çekilmektedir.
Konuşmada, yıllardır Türkiye’nin politikalarını ve bölgedeki gelişmeleri analiz ettiğini belirten bir kişi, Irak’taki sürecin ve Türkiye’nin bu bağlamdaki rolünün önemli olduğunu vurguluyor. Geçmişte yaptıkları uyarılar ile bölgedeki gerginlikler ve istikrarsızlıklar üzerine düşüncelerini paylaşıyor. Türkiye'nin ekonomik durumu ve toplumsal güvensizliğin artmasıyla birlikte, ülkenin kırılgan bir konuma geldiği ifade ediliyor. Bu durumun, Suriye’deki insan akınlarıyla da ilişkilendirildiği ve Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesi için hazırlandığı belirtiliyor.
Ayrıca, Gazze’deki duruma dair değerlendirmeler yapılıyor. Gazze’nin boşaltılması planları ve bu süreçte yaşananlara dikkat çekiliyor. Gazze'deki olayların, Suriye ile bağlantılı olduğu, küresel gelişmelerin bu durumu etkilediği vurgulanıyor. Özellikle Ukrayna üzerindeki çatışmaların Rusya için zayıflatıcı etkisinden ve alternatif enerji yolları ile ticaret planlarından bahsediliyor.
Yeni yolların mevcut yapılar yerine, Hindistan gibi alternatif merkezler üzerinden inşa edilmeye çalışıldığına ve Gazze'nin, bu yeni düzen çerçevesinde daha büyük bir enerji ve ticaret merkezine dönüştürüleceğine işaret ediliyor. Buradaki stratejilerin arkasında Amerika ve İsrail’in planlarının bulunduğu savunuluyor. Gazze'deki insanların nereye gideceği konusunda ise önerilerin Sina Çölü, Lübnan veya belki Türkiye olabileceği belirtiliyor.
Haber Kaynağı : 12punto
Çok Okunanlar

İmamoğlu cezaevindeyken eşi Dilek İmamoğlu'na çok çirkin ifadeler

Ünlü isimler İmamoğlu için sosyal medyada birleşti

Türkiye-Macaristan maçı sona erdi

İmamoğlu'na yönelik tutuklama sonrası ilk anket sonuçları ortaya çıktı!

İmamoğlu operasyonu: İstanbul İhanetten kurtuldu mu?

İmamoğlu'nun hakimlikteki savunması ortaya çıktı

Türkiye-Macaristan maçı yayını

İmamoğlu'nun yerine kim geçecek? 3 isim konuşuluyor

İmamoğlu'nun ifadesinde yeni ayrıntılar ortaya çıktı

İşte İmamoğlu'nun Silivri'deki ilk görüntüsü
