Çetin Altan, Yaşar Kemal’i sıkıyönetim komutanına nasıl ihbar etti?
Yazar Mine Kırıkkanat, yeni kitabı Barut’ta çok çarpıcı anılarını ilk kez kaleme aldı. Çetin Altan’ın Yaşar Kemal’i, 1979’da Sıkıyönetim Komutanı Necdet Üruğ’a ihbar ettiğini kaydeden Kırıkkanat, Harun Karadeniz ile tanışmasını, Çetin Altan ile aşkını, Altan kardeşler ile ilgili düşüncelerini anlattı.

Röportaj ve Fotoğraflar: Sercan Meriç
Gazeteci-yazar Mine Kırıkkanat, Kırmızı Kedi tarafından yayımlanan Barut kitabında Türkiye'nin yakın tarihine tanıklık eden yaşam öyküsünü de tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Kitabının adından ilhamla, yazarlık serüvenini biriktiren "barutun" nasıl dolduğunu anlatan Kırıkkanat, ailesinin köklerinden 68 kuşağına, Çetin Altan'dan Yaşar Kemal'e, Oya Baydar'dan Harun Karadeniz'e uzanan geniş bir yelpazede, birçok gizli kalmış anıyı ilk kez okurlara anlattı. Belli ki önümüzdeki dönemde Kırıkkanat’ın yeni kitabı ve açıklamaları çok konuşulacak. Söz şimdi Kırıkkanat’ta…
Yeni kitabınız 'Barut, Her Şeyin Bedeli Var'ı konuşmak için bir aradayız. Bu “barut” nasıl doldu?
Hayat bir kavga. Hatta bir savaş. Savaşta mutlaka silahlar kullanmak gerekiyor. Benim silahım da kalem. Bilgi, tecrübe, acılar, sevinçler, başarılar ve hayal kırıklıklarıyla o silaha nasıl bir mermi hazırlandığını anlatıyorum bu kitapta. Elbette adı da doğal olarak “Barut” oldu. Barutum hazır. Barutumun nasıl dolduğunun kitabı bu. İkinci ciltte zaten ateş başlayacak, savaş başlayacak.
Nasıl bir ailede büyüdünüz
Yaşlı bir anne babadan doğdum. Annemin birinci eşinden olma, güzeller güzeli ablam Suna, küçük annelik yaptı aslında. Aile olarak I. Dünya Savaşı'nın iteklediği ve mesela baba tarafımı göçe zorladığı, İstanbul'a göçe zorladığı, zengin ailelerken bütün varlıklarını kaybettiği, ardından öksüz ve yetim kaldığı için babamın asker olduğu, dayımın aynı koşullarla, aynı yoksunluklar, aynı savaş -I. Dünya Savaşı ve Türkiye'nin işgaliyle başlayan süreçte- asker olduğuyla ilgili... Geçmişinde hiçbir yokluk tanımamış ama ondan sonra varlıklarını kaybetmiş ve sıfırdan başlamış, son derece kültürlü insanların bulunduğu bir aileydi. Annem o kadar eski tarihte doğmuş olmasına rağmen Ticaret Lisesi'ni bitirmiş, Türkiye daktilo şampiyonu ve Atatürk'ün ilk ve önemli ulaştırma bakanlarından birine asistanlık yapmış biriydi. Babam derseniz, yetim olduğu için askeri okula konulmuş ama Politeknik'e girebilmiş, Fransa'da mühendislik okumuş birisi. Kültürel anlamda, entelektüel ve çok politize, siyasetle çok iç içe bir ailede doğdum.
Siz nasıl bir çocuktunuz?
Hastalıklı bir çocuktum. Kara etli olduğum sonra ortaya çıktı. Kitapta kara et, beyaz et diye insanlardan bahsediyorum. Bademciklerim alınınca iyileştim. Kalp romatizmasına doğru gidiyordu ve o bademciklerimin alınması beni kurtardı zaten. Ama o bademcikler alınana kadar ben gazete okuyarak işe başladım ve o sırada Çetin Altan'ı okuyordum. Düşünün 6-7 yaşında bir çocuk Çetin Altan'ı okuyor. O zaman bile makale okurdum. İnanılmaz sayıda kitap okudum ve sonunda, yavaş yavaş Barut'ta anlattığım öykü beni yazarlığa hazırladı. Çok iyi bir eğitim almış olmama rağmen ne olmam gerektiğini ya da ne olmak istediğimi bilmiyordum. Mesela resim daha çok ilgimi çekiyordu, sanat daha çok ilgimi çekiyordu. Sonra yaşam, beni yazar olmaya doğru itti.
68 döneminde liseye giderken Kozan Asova ile tanışıyorsunuz. Aslında sol siyasetteki ilk öğretmeniniz eşiniz Kozan Asova diyebilir miyiz?
Evet, aynen öyle. Kozan Asova, Kozanoğlu ailesinden anne tarafından, baba tarafından da Kıbrıslı çok zengin bir iş insanının oğluydu. Türkiye İşçi Partisi üyesi, çok zeki, Teknik Üniversite öğrencisi, inanılmaz kültürlü, benden daha çok okuyan ve beni klasik müziğe, Rus edebiyatına açan insandır. Barut'ta yer aldığı gibi, Türkiye televizyon tarihinin ilk korsan kadın sunucusu, olma şansını da o verdi bana. Ondan çok şey öğrendim. Onu çok sevdim. Ama ne yazık ki kendisini alkolden kaybettik. 15 yaşında aşık olup 20 yaşında evlendiğim o muhteşem insanın alkolik olduğunu çok geç anladım. Dünyaya onun genlerini de taşıyan güzel bir çocuk armağan etmek için hamile kaldım. Sonra çocuğumu yalnız yetiştirmek zorunda kaldım.
Harun Karadeniz ile tanışmanızı "fıkra gibiydi" diye anlatıyordunuz. 68’in en önemli liderlerinden olan Karadeniz ile nasıl tanıştınız?
Notre Dame de Sion'da okuyordum ben. Lise ikideydim o sırada. Arkadaşımın da sevgilisi Maçka Teknik Üniversitesi'ndeki Maden Fakültesi'ndeydi. Benim de, nişanlım Kozan aynı üniversitede kimya mühendisliği okuyordu. O sırada üniversiteler işgal altındaydı, sürekli oradaki solcuların toplantılarına gidiyorduk. Harun Karadeniz oradaydı ve bir işçi mitingi hazırlanıyordu. Dolayısıyla ben de yardım etmek istedim. Dedim ki "Verin ben de bir pankart yazayım." "Tabii," dediler. Elime bir fırça ve kocaman bir bez parçası verdiler. Ben üstüne, kitapta okuyacağınız sloganı güzelce yazdım. Herkes bir baktı, başını çevirdi. Harun Karadeniz de bana büyük sempati gösteriyordu. Kozan’ın arkadaşıydı. Geldi baktı, kalbimi de kırmak istemedi herhalde. "Hmm, hmm, bunu bir kenara alalım" dedi. Neden olduğunu çok merak ettim. Sonra benim pankartımı kullanmadılar. Herkes dik harflerle yazmışken ben kaligrafik yazmışım, Notre Dame de Sion'da çalıştırıldığı gibi… Harun Karadeniz'le böyle bir anım oldu.
Siz aslında Hukuk Fakültesi'nde başlıyorsunuz üniversiteye. Daha sonrasında sosyolojiye geçiyorsunuz. Onun sebebi de Muzaffer Sencer ve Oya (Baydar) Sencer…
Bugün Oya Baydar olarak tanıdığımız Oya Sencer, Muzaffer Sencer'in eşiydi o sırada… Türkiye'de Toprak Mülkiyeti diye çok önemli bir kitap yazmıştı Muzaffer Sencer. Sonradan edindiğim bilgilere göre, o kitabı kendi başına yazmış ama Oya Sencer'e çok aşık olduğundan galiba onun adını da koymuşlar. Dolayısıyla ben ikisine de hayran olarak sosyolojiye başladım. Ama Oya Sencer'i ders anlatırken görünce son derece itici, soğuk buldum ve sosyolojiye girdiğime pişman oldum. Çok büyük hayal kırıklığıydı.
Bu noktada Oya Baydar ve "yetmez ama evet"çi çevrenin yaptıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onlar da benim kadar akıllı insanlardı. Onlar da benim kadar bilgili insanlardı. Benim yaptığım çıkarsama mantıksal bir çıkarsamaydı. Onlar duygusal bir çıkarsama yaptılar. O duyguları kimin kumanda ettiğini bilmiyorum, söyleyemem. Ama ben bu kadar aptal olduklarına inanmıyorum. Zaten aptal ve budala olduklarını kabul edip de özür dilememeleri, yeterince suçlu olduklarının delilidir.
Çetin Altan’la nasıl tanıştınız?
Çarşaf dergisinde tanıştık Çetin Altan'la. Düşünün, 5-6 yaşlarında okumayı söktüğümde Çetin Altan'ın yazılarını okurdum. Sonra Çetin Emeç beni Çarşaf'a çağırdığında ilk kez karşılaştım Çetin Altan'la. Hapisten çıkalı dört yıl olmuştu Çetin Altan. Hiç kimse iş vermiyordu. Orada Çetin Emeç'in muhteşem insanlığı devreye giriyor. Her hafta portreler tadında, tanıdığı insanlardan adını vermeden portreler yazıyordu. Bir gün beni yanına çağırdı. Ondan sonra aramızdaki ortak kültür, Fransız kültürü devreye girdi. Çarşaf'ta dokuz erkekle birlikte çalışıyordum, tek kadındım. "Sen bu kurtların arasında ne arıyorsun, kuzu?" dedi bana. Ben de çok kızdım. Dedim ki, "Belki de ben de kurdumdur." "Yok," dedi, "Sen, kara etli değilsin, kara etli insanlar biziz, sen beyaz etlisin" dedi.
Kara etli, beyaz etli meselesi nedir?
Bir gün Çetin Altan, Cumhuriyet'e ziyarete gidiyor… İlhan Selçuk çok iyi arkadaşı. Ve Melih Cevdet Anday'la İlhan Selçuk'un bürosunda buluşuyorlar. Çok güzel odası vardı İlhan Selçuk'un eski binada.
Cağaloğlu'nda…
Evet, Cağaloğlu'ndaki binada. İlhan Selçuk yazısını yazıyor, ikisi sohbet ediyorlar ki ikisinin sohbeti de bitmiyor. Derken, akşam saatleri olunca, kalkıyorlar bunlar, "Hadi içmeye gidelim" diyorlar. "Yok, ben gelemem" diyor İlhan Selçuk. "Neden?" diyorlar. "Siz kara etli adamsınız. Ben beyaz etli adamım. Size dayanamam" diyor. Kara etli oldukları gerek Melih Cevdet Anday'ın, gerekse Çetin Altan'ın onca yıl, onca uzun bir ömür sürmüş olmalarından ve hatta iki ucundan yaktıkları hayata rağmen, yani içki, sigara, kadın, her şey diyebiliriz, kara etli oldukları anlaşıldı. Fakat İlhan Selçuk'un da o kadar beyaz etli olmadığı, aslında onun da son derece dayanıklı ve onlar kadar aşırıya kaçmadan hayatı yaşasa da, onun da kara etli olduğu anlaşıldı. Ama sürpriz, asıl sürpriz, kurtların arasında kuzu sandığı ve beyaz etli sandığı benim, gerçekten ciğerleri, minicik gövdesine rağmen geniş, dayanıklı ve kara etli olduğum, benim de yaşadığım hayattan ortaya çıktı. Gördüğünüz gibi karşınızdayım.
Çetin Altan, Yaşar Kemal’i kıskandığı için Sıkıyönetim Komutanı Necdet Üruğ’a ihbar mı etti?
Çetin Altan siyah-beyaz bir adam değildi. Ne siyahtı ne beyaz; griydi. Ve o gri tonlarında beyazdan çok siyaha yakın bir adamdı. Hem yaptığı iyilikler vardır insanlara ama yaptığı kötülükler de vardır. Bir de tutarsızlıklar vardır. Çetin'den kopmamın en önemli nedenlerinden birisi bu olaydır. Çetin Altan bir İsrail yolculuğu sonrası "Nobel'i ben almalıyım" diye Türkiye’ye döndü. Orada aslında eski İsrail Başbakanı Menachem Begin'le ne konuştuklarını bilmiyorum. Bir tek bana söylüyor, ortalığa söylemiyor bunu. Belki çocuklarına da söylemiştir. O konuşmasından bir süre sonra Milliyet'te yazmaya başladı. Milliyet'e yazdığı için yeniden resmi davetlere katılmaya başladı. O davetlerden ilki 29 Ekim 1979'daydı. Sıkıyönetim altındaki İstanbul'da, vilayette oldu. İşte o sırada Çetin Altan, dönemin otoritelerine Yaşar Kemal'i "Nobel almaması için" çok acayip bir cümle ile ihbar etti.
"Yaşar Kemal Kürtçü. Bunun önünü kesin" diyor değil mi?
Evet, "Onun önünü kesin, devlet için tehlikeli" dedi.
Ahmet Altan nasıl birisiydi söze göre?
Ahmet Altan bir kere kültürlü birisi, bu kesin. Çok kitap okuduğu, hatta iyi bir yazar olduğu da kesin. İyi bir yazar olmak, ilkeli ve iyi olmak anlamına gelmiyor. Büyük yazarlıkla küçük insanlık gibi bir şey bu. Gerek Mehmet'in gerek Ahmet'in, feci bir eğitim hayatları var. Yani bizim on yılda falan bitirdiğimizi 25 yılda falan bitiriyorlar. Bir türlü bir okulda tutunamıyorlar, atılıyorlar, başka bir okul bulunuyor. Ahmet Altan eğitimini torpille bitirmesine rağmen sonunda bir şey olabildi. Kötü bir şey oldu ama oldu. Mehmet Altan ise çok bir şey olamadı çünkü ben iktisat profesörlüğünde onun hiçbir öngörüsünün çıktığını görmedim. Ama her şeyden önce profesörlük unvanını kesinlikle hak etmiyor.
Neden?
Çünkü doktorasını bile kendisi yazmadı diyebiliriz. Bu kadar söyleyelim isterseniz… Ve bütün bunlarda benim Çetin Altan'la tanıştırdığım önemli Fransız dostların çok etkisi oldu.
Ahmet Altan niye Cumhuriyet düşmanı?
Çetin Altan bana, anneleri Kerime'nin Kürt olduğunu söyledi. Yani Arap-Kürt. Şimdi Kürt müdür, değil midir bilemiyorum ama Çetin Altan bana Kürt dedi. Kerime, aslında Çetin Altan'ın doğduğu konaktaki bir çalışan. Hamile kalınca Çetin Altan babasına söylemek zorunda kalıyor: "Ben evleniyorum" diye. O da onurlu bir davranış tabii, hamile bıraktığı çalışanla evlenmek. Ama babası onların ikisini de evden kovuyor. Baba çok cumhuriyetçi ve Atatürkçü. Ahmet Altan Ankara'da doğuyor. Konaktan kovulmuşlar. Bir anlamda cennetten kovulmanın hikayesi bu... Çetin Altan bir Atatürk düşmanı değildi, Cumhuriyet düşmanı da değildi. Hiç ağzından ne Atatürk ne cumhuriyet hakkında kötü bir şey çıkmazdı. Babasının düşmanıydı. Annesinin konak ahalisi tarafından barıştıktan sonra bile aşağılanması, statüsü dolayısıyla kabul görmeyen, istenmeyen gelin olması… Bütün bunlar Ahmet Altan ve Mehmet Altan'da, daha çok da Ahmet Altan'da ki bir infial, bir tepki yarattı. O tepki kime yöneldi? Dedenin Atatürkçü ve cumhuriyetçi kimliğine. Tüm bunlar Ahmet Altan'ın daha sonra Kürtçü, Kürtçülükten sonra da yetmeyip FETÖ'nün gazetesini çıkartıp türlü yalanlar ve iftiralarla Türkiye Cumhuriyeti'ne saldırmasını sağlamıştır diyebilirim. Bu benim yorumum.
“Barut” nasıl ateşlenecek? Bu kitap serisi nasıl devam edecek?
Üç ciltlik bir anı dizisi bu. O kadar çok yaşamışım ki, kedilerin dokuz hayatı var derler ya, herhalde ben de bir kediydim bir zamanlar. Dokuzdan fazla hatta hayatım olduğu söylenebilir. Birinci cilt barutu doldurduk. İkinci ciltte ateş edeceğiz. Üçüncü ciltte tabii ki kül olacağız. Çünkü her şeyin sonu küldür.
Haber Kaynağı : Sercan Meriç
Çok Okunanlar

Erdoğan, 'Birinci partiyiz' demişti, Özel sandığa çağırmıştı!

Teğmenlerin komutanının davasında mahkeme MSB’ye bunu sordu

Yiğit Bulut'un kanser tedavisi gördüğü ortaya çıktı

Real Madrid yarı finalde

Çetin Altan, Yaşar Kemal’i sıkıyönetim komutanına nasıl ihbar etti?

Şecaat, sirkat ve sessizlik: Kültürün ihaneti

Orman yangınlarının da arkasında sömürge ekonomisi var

Gazeteler, CHP'li belediyelere şafak operasyonunu nasıl gördü?

Talat Paşa’nın dönüşü

Çürümenin diyalektiği
