Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

1991 travması; aynı eşik, aynı tuzak!

Bahçeli'nin üç arkadaşını alıp İmralı'ya gitmeye niyet etmesi siyaseti fena karıştırdı.

Eski ülküdaşı Dervişoğlu, “Salın gitsin” dedi ama cümle alem gitmeyeceğini biliyor. Bütün derdi Meclis komisyonunu köşeye sıkıştırmak ve milletvekillerinin biran önce Öcalan'ın huzuruna çıkmasını sağlamak!

Eli kanlı terörist Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi muhatabı haline gelsin ki, başladığı bu tehlikeli oyunda merhale kaydetsin.

Kürsüde kendince kritik bir taktik manevra yaptı; bunun istediği sonucu verip vermeyeceğini yarın öğreneceğiz. Komisyondan çıkacak kararın siyasette görünenin çok ötesinde etki yapacağını tahmin etmek için müneccim paketinden sigara yakmaya gerek yok.

Türkiye gibi siyasi hafızası ateş ve külle dolu bir memlekette Öcalan ile muhataplığın sadece telaffuz edilmiş olması bile Kürtçülerin ve hizmette kusur etmedikleri emperyalist efendilerinin; Cumhuriyetten, Cumhuriyet devrimlerinden, Türk milletinden nefret eden artık kim varsa cümlesinin elini tarihte hiç olmadığı kadar güçlendirecektir.

Tablo ortada:

İktidarın hemen hiçbir manevra alanı kalmadı. Ekonomik ve sosyal buhran memleketi kelimenin tam anlamıyla cendere içine soktu; meselelere ideolojik bakan taban yoruldu, her seçim öncesi rantını yediği güvenlik siyasetinin getirisi bitti.

Yurdum insanının sabır taşı çatladı, çatlayacak.

Ama “Kürt taşı” olduğu yerde duruyor.

Tayyip Erdoğan öteden beri neo hamidyen rejimini tahkim edebilmek için bu taşı oynamaya pek hevesli. Üstelik ne kadar riskli olduğunu da biliyor. Öyle ki burada yanlış adım atarsa 2002'den sonra ilmek ilmek dokuduğu sistem bir anda çökebilir.

Ancak şimdilik rahvan gitmeyi tercih ettiğini söyleyebiliriz.

Peki ya CHP?

Özgür Özel, Tayyip Erdoğan için “Derenin derinliğini MHP’ye ölçtürecek, kendisi yine kenara çekilecek” dedi ama meselenin ciddiyetinin ne kadar farkında?

Öcalan ve İmralı meselesinde sürekli top çevirdiği için CHP'nin siyasi pozisyonunu tam olarak anlayabilen neredeyse kimse yok.

Biz tarihe notumuzu düşelim. Kendimizce ikaz ve ihtar edelim, belki nazarıdikkate alır, diyelim ve devam edelim.

Hafızayı beşer nisyan ile malul olsa da Türkiye'de siyasetin hafızası sandığımızdan daha güçlü.

1991 yılı...

SHP lideri Erdal İnönü, 20 Ekim'de yapılan genel seçim öncesinde Kürtçülerin yeni partisi HEP’le ittifak kurmuş, daha doğrusu HEP’li bağımsız adayları SHP listesinden Meclis’e taşıma kararı almıştı.

Kürtçülerin siyasi temsiliyle şiddet sarmalının ve terörün ortadan kalkacağı gibi Türkiye'nin gerçekleri ile örtüşmeyen bir yaklaşımı vardı. Kürt meselesinde “siyasi kanalların” açılması gerektiğine inanıyordu. Böylece hem demokratik bir adım atmanın, hem de merkez solun insan hakları duyarlılığına yaslanan bir siyaset inşa etmenin mümkün olduğunu düşünüyordu.  

Ama Türkiye’deki siyaset bu okumadan son derece uzaktı. Mesele memleketin sosyolojisi olunca bu iş kağıt üzerinde fizik problemi çözmeye benzemiyordu. Kürt meselesi, devletin sinir uçlarına dokunan bir alandı ve bu alanda atılan her adım, hem merkezin seçmenini korkutuyor hem de milliyetçi refleksleri harekete geçiriyordu.

1991 seçimleri SHP’ye kısa vadede Meclis aritmetiği açısından kazanç sağladı ama orta vadede partinin omurgasını kıran zincirleme tepkimeye neden oldu. Çekirdek seçmen – kentli, sosyal demokrat, laik, orta sınıf -  kendisini hiç alışık olmadığı bir fırtınanın içinde buldu.

SHP listelerinden gelen HEP'lilerin Meclis kürsüsünde Kürtçe konuşması, yaşanan yemin krizleri, kameraların önünde kullanılan “Kürdistan” ifadeleri filan...

Doğal olarak parti tabanı bunu kaldıramadı. Anadolu'daki teşkilatlarda da İstanbul’daki orta sınıfta da “Parti elimizden kayıyor” duygusu ortaya çıktı. SHP seçmeni bu “ittifakın” partinin kimliğini flu hale getirdiğini düşünüyordu. Merkez sol, 1991 hamlesini bir “kimlik meselesi” olarak gördü. Onlara göre SHP yönetimi, parti kimliğini HEP’in Kürtçü, sert, radikal, terörle ilişkili ez cümle devlet tarafından riskli görülen söylemiyle iç içe sokmuştu.

Haksız da değillerdi.

Aslında SHP’nin damarlarında iki kan dolaşıyordu; “demokratik sol” açılımı savunanlar ve devletçi-ulusalcı çizgide duranlar.

HEP’li milletvekilleriyle yaşanan her kriz, bu iki hattı çok daha fazla keskinleştirdi.

Sonunda ayrılıklar, ihraçlar, kopuşlar…

Parti, içeriden çatırdamaya başladı. Günün sonunda bütün bunlar sandığa hızlı biçimde yansıdı.

İlk fatura üç yıl sonraki yerel seçimlerde çıktı.

1989’da esen “SHP rüzgârı” 1994’te yerini adeta fırtınaya bıraktı. Bu fırtına partiyi savurdukça savurdu.

İstanbul, Ankara, Adana, İzmir…

Elindekileri teker teker kaybetti.

Kaybetmekle kalmadı, bugün içinde olduğumuz cehennemin yollarına taş döşeyenlere de zemin hazırladı.

O tarihten sonra bir daha merkez solun belirleyici aktörü olamadı.

Partinin çöküşü sadece oy kaybından ibaret değildi; devlet katında “Türkiye'nin omurgasını temsil eden parti” algısı zarar gördü. Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının mirasçısı olduğunu söyleyenlerin devlet aklının en hassas olduğu konuda böylesine fütursuzca adım atması, 30 yıl boyunca toparlanamayan bir güven açığı doğurdu.

Gelelim bugüne.

Özgür Özel, son haftalarda İmralı konusunda yaptığı açıklamalarda söylemini çok dikkatli kurgulamış olsa da “Gündeme gelirse hayır demeyiz” çizgisinde durduğu görülüyor.

Anlaşıldığı kadarıyla amacı, Kürt seçmeni yerel seçim başarısına katkı yapmış bir müttefik olarak yanında tutmak; aynı zamanda partiyi “Kürt meselesinin demokratik çözümünde” yeniden bir adres haline getirmek.

Atlantik ötesinden ittirilen bu stratejiyi fena halde benimsemiş olduğu ortada.

Ancak Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu güç dengeleri, 1991’e göre çok daha sert, çok daha kutuplaşmış; daha önemlisi siyasi meşruiyet alanları son derece daralmış durumda. Üstelik, CHP’nin içindeki “devlet refleksi taşıyan ulusalcı, Atatürkçü, Cumhuriyetçi damar” ile “Etnikçi, mezhepçi damar” arasında görünmez bir gerilim var.

1991’de SHP, attığı adımın toplumsal ve siyasi karşılığını hesaplamadan, terörün elinden “siyasi temsil bahanesini” alma hamlesi yapmaya kalkmıştı. Bugün ise CHP'nin aldığı ya da almadığı siyasi pozisyon, doğrudan Türkiye'nin bekası ile ilgili.

Ayrıca İmralı konusunda verdiği her sinyal, iktidarın elinde bir algı mühendisliği malzemesine dönüşebilecek nitelikte.

Özetlersek, SHP, 1991’de “aşırı açılım” nedeniyle merkez seçmenin güven kaybına uğramıştı. CHP ise 2026’nın eşiğinde böyle bir sürecin gölgesinden bile zarar görebilecek noktada duruyor. Yani son derece hassas bir zemin üzerinde!

Nihayetinde Özgür Özel’in niyeti, siyaseti çözüm odaklı bir hat üzerine çekmek olabilir. Ancak kendince “doğru niyet”, bugünün ahval ve şeraiti içinde yanlış zamanlamayla birleştiğinde 1991’deki gibi bir kırılmayı tetikleyebilir.

Bu, hem CHP'nin hem de memleketin felakete doğru daha hızlı sürüklenmesi demek.

Meselelere pembe gözlük takıp bakanlar diyor ki, Özgür Özel, Kürt seçmeni dışlamadan, geleneksel tabanı ürkütmeden, merkez sağ seçmenin güvenini kaybetmeden, “demokrasi eksenli bir siyaset hattı” kurmalı.

Keşke, sevgi pıtırcığı tadında, çiçekle, böcekle kendince iyi niyetle bezenmiş söz konusu yaklaşımlar, Türkiye'nin bu coğrafyadaki acı gerçekleriyle örtüşüyor olsaydı.

Bir kez daha vurgulayalım. CHP, tarihin bu eşiğinde atacağı her adımı iyice ölçüp biçmek zorunda, özellikle de İmralı heyeti meselesinde. Buna yeşil ışık yaktığı andan itibaren geri dönüşü olmayan bir yola gireceğini bilmesi gerekiyor, faturasının son derece ağır olacağını da!

Bu tarihi bir yanlış olur!

Çünkü mesele sadece partinin oy oranı ya da kısa vadede Kürtlerin vereceği destek filan değil; aynı zamanda Cumhuriyet’in kurucu aklının, devlet hafızasının, adalet duygusunun ve toplumun kendini güvende hissetme ihtiyacının korunmasıdır.

1991'de SHP, yaptığı yanlışın bedelini devletle arasındaki tarihsel bağı kopararak, kimliğini ve tabanını kaybederek ödedi.

Bugün CHP de benzer bir durumla karşı karşıya.

Eğer Özgür Özel, CHP'li milletvekillerini Öcalan'ın huzuruna çıkması için İmralı'ya göndererek Türkiye’nin en kırılgan fay hattı üzerinde siyasete ince ayar yapmaya kalkarsa bunun muhtemel sonuçları ile sadece kendisi yüzleşmeyecek. Bilmelidir ki bu yolun sonunda bir başarı ya da başarısızlık yok; bütün olarak Türkiye'nin geleceği var. 

O gelecek çöktüğünde geriye sadece İslamcıların, Kürtçülerin, ez cümle emperyalizme uşaklık etmek için yarışan işbirlikçilerin cirit attığı parçalanmış karanlık bir Türkiye kalır, diyerek yazımıza noktayı koyalım.