Kimse ne olduğunu anlamadan, emperyalizmin beslediği cihatçılar, İdlib’den çıkıp önce Halep’e sonrasında Hama ve Humus’a nihayetinde Şam’a girince ekranda “game over” yazdı
Yani oyun bitti.
61 yıllık Baas iktidarı, 13 günde yıkıldı, gitti.
Geçtin haber kanallarının karşısına, say ki, Mad Max serisinin özel bölümünün prömiyerini izlemektesin!
Sapsarı çöl, etraf toz toprak…
Ağır makinalı tüfeklerin, roketatarların monte edildiği Toyota Land Cruiser’ların, off road motorların ya da dört çeker ATV’lerin üzerinde, üniforma desen, hiç değil ama sanki fantastik dizi karakterlerinin Hollywood stüdyolarında tasarlanmış gibi duran afili mintanları, proxy’cilerin pek sevdiği şekliyle skinny kamuflajları, başlarında Ortadoğu’nun olmazsa olmazı Arafat kefiyesiyle arzı endam etmekteler!
Çakma Ray-Ban, Oakley gözlükleri, Antep’in işportacılarından alınmış ama illa üzerinde North Face ya da Under Armour yazan polarları, İstanbul fason piyasasından tedarik edildiği çok belli şişme montları, kaçakçı pazarına düşmüş Amerikan üretimi çelik yelekleri…
Ellerinde AK-47 Keleş, kemerlerinde Aselsan telsizden aksesuarlarıyla hareketlendirdikleri kombinlerini çember sakal ve kirli bakışlarıyla tamamlamışlar!
Arka fonda kimin verdiği, nereden ve nasıl temin ettikleri belli olmayan –ya da çok belli olan- büyük zırhlı araçlar, tanklar…
Beat box tarzı tekbir sesleri ile birlikte derinden gelen mehter marşı, drone vızıltıları da soundtrack niyetine!
Artık Ortadoğu’da yeni makbulümüz böyle…
Ne kadar makul olduğu tartışılır ama 27 Kasım tarihinden bu yana Suriye’de, burnumuzun dibinde yaşananlar, dış siyasette “gerçeklik” algımızı hak ile yeksan eyledi!
Şaka gibi, neredeyse bütün dünya, Birleşmiş Milletler’in tanıdığı ve meşru kabul ettiği bir hükümeti devirdi diye adıyla sanıyla tescilli teröristlere alkış tutuyor.
Ama kimi alkışladıklarının farkında değiller.
Sözüm ona Suriye’yi özgürleştirmek için Uygur, Tacik, Özbek; artık kim varsa toplayıp getirmişler.
Devir Esad’ı, al parayı hesabı…
Heyet Tahrir eş Şam içinde Suriyeli Arap yok değil ancak ağırlık sağdan soldan devşirdikleri bu cihatçılarda.
Bildiğin teröristler!
Herkeste bir telaş…
Hadi bunların altını çok kazımayalım ve “muhalif” diyelim…
Tuttuğumuz işe halel gelmesin.
Bizde de fetih havası aldı başını gidiyor.
Neredeyse Tayyip’i, Fatih Sultan Mehmet ilan edecekler.
Halep kalesine Türk bayrağı asmalar, Gaziantep plakalı siyah jiplerle kale kapısı önünde poz vermeler filan.
İktidara buradan bir kahramanlık hikâyesi çıkaracakları garanti!
Esad devrildikten sonra Emeviye Camii’nde ilk namazı kılan kendisi olamadığı için hevesi kursağında kalmıştır belki ama şimdi 13 yıldır itinayla besleyip büyüttüklerinin “başarısına”gurur gözyaşları ve koltukları kabararak bakıyor olmalı.
Bu Zavadak dayının söylediği gibi; hadi buradakilerin zihniyeti belli de Atlantikçi medyanın amiral gemisi CNN, neyin ecelinde...?
Bismillah daha toz duman ortadan kalkmadan, neredeyse bütün ülkelerin ve Birleşmiş Milletler‘in terörist olarak kabul ettiği örgütün başındaki Culani denilen adamla röportaj yapmakta sakınca görmedi; muhabir kızımız başını örterek cihatçı güruh incinmesin diye jest bile yaptı, eli kanlı teröristi “muhalif lider” diye cümle aleme yutturma telaşına düştü.
Tabii ki algıyı olgunun önüne koyup, kendi aklınca efendisinin kirli planlarına meşruiyet sağlamanın peşinde...
Sadece CNN değil.
Açın Atlantik ötesinin subliminal silahları İnstagram’ı, Tiktok’u ve türevlerini;adamlar, “Biz İslami bir rejim kuracağız”, “Şeriat getireceğiz” diye bağıra bağıra video çekiyor.
Kimse çıkıp, Suriye’yi şeriatla yönetme hakkını size kim verdi. Bu nasıl özgürlüktür diye sorma zahmetine katlanmıyor.
Kim, neyi, kime, nasıl yedirmek istiyorsa, cümlesi burada!
Kendilerini saklama, açık etmeme gibi bir gayretleri yok!
Ama emperyalizm, demokrasiyle, temel haklarla, hukukla hatta en dokunulmaz insani değerlerle ilgisi alakası olmayan bu güruhu, sempatik göstermek için elinden geleni yapıyor.
Teröristlerle birlikte iş tuttuklarını gözlerden kaçırmak istiyorlar.
Ama “Post modern” alemin, kimlikçilikle beslenen “post truth” zihniyeti buradan, başta Ortadoğu olmak üzere bütün dünyayı ateşe atabilecek bir içtihat çıkarmaya pek mütemayil.
Yeter ki, cümlenin içinde din, iman, mezhep, etnisite, cinsiyet filan geçsin!
Geri kalanı lafı güzaf!
O zaman akan sular duruyor.
Güya, Suriye’de federasyon belki de konfederasyon olacakmış.
İdari ve siyasi yapıları din, mezhep, etnisite üzerinden şekillendirilen memleketlerin ne halde olduğunu görmek için sadece Lübnan’a bakmak kâfi.
Tabi ki bakmak isteyenler için!
Diyelim ki buradan yürüyecekler, peki yol nereye çıkar?
İşte zurna burada zırt diyor!
Yani, günün birinde sağdan soldan devşirilmiş eli kanlı teröristler, sırf emperyalist efendileri öyle istiyor diye herhangi bir memleketin meşru idaresini silah zoruyla devirirse, o memleketlerde kafalarına göre emirlikler, kantonlar, özerk idareler filan kurarsa bütün dünya, Suriye örneğine bakarak bunu kabul eder mi?
Alkış tutar mı?
Mesela, “CNN diyorsa, vardır bir bildiği” filan diye düşünen çıkar mı?
Elbette…
Kimsenin kuşkusu olmasın!
Ne yazık ki sadece yurdum insanının değil, dünya üzerindeki bütün memleketlerde aklını fikrini sosyal medyaya yatırmış, adeta paralel evrende yaşayan, haber kanallarında ellerindeki oklavalarla ahkâm kesen cedayların söylediklerini amentü bellemiş kütlenin giderek sarsaklaşması, umutları tüketiyor.
Nasıl olsa, sorup soruşturan, gerçekte ne olup bittiğini merak eden yok.
Zaten, tam da bu sebeple önüne ne konulursa yiyenlerin çoğunlukta olduğu bir dünyada, Heyet Tahrir eş Şam’ın bir terör örgütü olduğunu anlatma gayretkeşliğine düşmenin çok fazla anlamı olmayacak gibi…
Görünen o ki üç vakte kadar silah ve meşruiyet arasındaki ince çizgi giderek belirsizleşecek.
Sağına soluna, önüne arkasına bakılmaksızın eline silah alanın siyaseten mevzi kazanması, makbul, makul, daha önemlisi meşru sayılacak.
Emperyalistler, etnikçi, mezhepçi, dinci taşeronlar üzerinden yürüttükleri çatışmalarla dünyayı kendi âli menfaatleri doğrultusunda yeniden şekillendirmek için bir zemin oluşturuyor.
Üstelik bu yeni ya da gizli saklı değil.
Eski CIA ajanlarından Franklin Agee Philip Burnett ile birlikte, 1975’te yani neredeyse yarım asır önce açık açık yazmış.
“Şirket İçinde: CIA Günlüğü” kitabında diyor ki;
“CIA için demokrasinin bir anlamı yoktur. Eğer bir ülkede seçilmiş bir hükümet varsa ve bizimle işbirliği yapıyorsa her şey normaldir.
Eğer işbirliğini reddediyorsa, demokratikmiş, değilmiş umurumuzda değildir, icabına bakılır”
Adam daha ne söylesin, diyerek yazımıza şimdilik noktayı koyalım.
Çok Okunanlar
18 Ocak Cumartesi reyting sonuçları: Zirvenin sahibi belli oldu
Gassal nereden izlenir?
Maç anlatırken kalp krizi geçiren Erdoğan Arıkan kimdir, kaç yaşında?
Partiler üstü kalma iddiasında olanlara sağlam bir uyarı
Beklenen babalık davasının sonucu belli oldu
Teröristbaşının Affı... İki Poz Arasındaki Fark...
Eşi Nazlı Sabancı'dan art arda paylaşımlar geldi
Ali Erbaş'ın kızının FETÖ paylaşımları gündem oldu
İlkay Gündoğan transferi için bütün şartlar oluştu
Sokak eylemleri başladı: Sözde şeriat mahkemeleri kuruldu