Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Hakkını kullanmaya zorlamak

Üniversitelerde bu yıl yoklamalar çok sıkı tutuluyor. 

Kimi “öğrenim kalitesini artırmak için”, kimi “öğrencilerin çalışmasını engellemek için”, kimi de “protestolara katılımı sınırlamak için” diyor. Gerçek nedeni bilmiyoruz. 

Fakat bir gerçek var: Devamsızlık meselesi tam bir garabet. Öğrenciler sürekli aynı soruyu soruyor: “Kaç saat devamsızlık hakkımız var?” Böylece hak ile görev birbirine karışıyor. Oysa üniversiteye girmek bir haktır; derse katılmak da bu hakkın bir uzantısıdır. 

Devamsızlık hakkı diye bir şeyin varlığı bile aslında hukuku tersine çevirmek demek. Çünkü kimse, sahip olduğu bir hakkı kullanmaya zorlanamaz. Ama bugün öğrenciler, devam hakkını kullanmaya zorlanıyor. Eğer ders anlamlı ve faydalıysa, öğrenci zaten gelmek isteyecektir. Gelmezse de bunun doğal sonucu, bilgiden ve deneyimden mahrum kalmaktır. Bu başlı başına bir kayıptır. Öğrenciyi bir de “devamsızlıktan bırakmak” ise gereksiz ve haksız bir cezalandırmadır. Üniversitenin işi, öğrenciyi hakkını kullanmaya zorlamak değil, hakkı kullanmaya değer kılmaktır.

Üniversiteye girme hakkı, devam hakkının bir parçasıdır. Öğrenci derse katılırsa bu hakkını kullanmış olur; katılmazsa doğrudan kendisine karşı bir sonuç doğar: öğrenememek, geri kalmak. Ancak devamsızlık nedeniyle öğrenciyi “idari bir yaptırım” gibi sınıfta bırakmak, hukuki anlamda ikinci bir cezalandırmadır. Bu yaklaşım, hem anayasanın eğitim hakkına hem de idare hukukunun ölçülülük ve kamu yararı ilkelerine aykırıdır.

İdare hukukunda bilinir: İdarenin yaptığı her işlem “kamu yararı” amacı taşımak zorundadır. Bir idari kuralın varlığı, öğrencinin bilgiye ulaşmasını kolaylaştırmak için olmalıdır, onu engellemek için değil. Yoklama sistemi eğer öğrenciyi haklarını kullanmaya zorlayan bir mekanizmaya dönüşüyorsa, bu artık kamu yararı değil, idarenin kolaycılığıdır.

Bu dediklerime itiraz edilebilir: Üniversite, yalnızca bilgi sunan bir kurum değil; aynı zamanda diploma ve yeterlilik belgesi veren bir kamu otoritesidir. Dolayısıyla devlet, eğitim hakkını tanırken onun usul ve şartlarını belirleme yetkisine de sahiptir.

İkinci bir nokta şudur: Devamsızlık sınırı, aslında bir yaptırım değil, bir asgari katılım standardıdır. Üniversitenin amacı sadece “bilgiye ulaşma” değil, aynı zamanda öğrencinin süreç içinde edindiği becerileri, tartışmalara katılımını, sınıf içi etkileşimlerini güvence altına almaktır. Dolayısıyla, “devamsızlık hakkı” dediğimiz şey, öğrencinin haklarının sınırlandırılması değil, eğitimin bütünlüğünü koruma aracıdır.

Üçüncü olarak, şu söylenebilir: devam zorunluluğu genellikle belli bir orana bağlanır (örneğin %70 devam zorunluluğu). Bu, ölçülülük ilkesine uygundur çünkü öğrencinin belli bir oranda serbestliği vardır, ancak eğitimin niteliğini koruyacak kadar katılım şartı da aranır. Yani idare, tamamen keyfi davranmıyor; öğrencinin hem özgürlüğünü hem de kamusal yararı gözetiyor.

Gelgelelim, bu karşı argümanlar da çok sağlam değil. Şayet teorik veya pratik sınavlarda başarılı olabiliyorsa, başarılı olan öğrenciyi, derslere devam etmedi diye yetersiz görmek veya mezun etmemek kamu yararı taşımaz. Zaten dersler gerçekten verimliyse, öğrencilerin bu derslere devam etmeden derslerde başarılı olması çok zordur. Bu zoru başaran öğrenciyi cezalandırmak anlamsızdır. 

İnsan derslere devam ederek, sınıf içi tartışmalara katılmaz; ne de sınıf içi etkileşimlere yoğunlaşır. Sırf devamsızlık yapmamak için orada zaman geçirir. Dolayısıyla, devam zorunluluğu sınıf içi etkileşimi veya tartışmaları güvence altına almaz. Bu etkileşim ve tartışmalara katılım not kriteri haline gelirse bu kez hocanın takdir hakkı çok genişler. 

Devamsızlığın sınırlandırılmasında ölçü olduğu öne sürülebilir. Fakat hakkın sınırlandırılmasında bir ölçünün olması bu sınırlandırmanın hukuka, akla, mantığa uygun olduğu anlamına gelmez. Sınırlandırmada ölçünün varlığı yalnızca idarenin keyfi tutumuyla ilgilidir. Oysa, idarenin en başta öğrenciyi devam etmeye zorlayıcı önlemleri almasının hukuki dayanakları tartışılmalıdır. Şu ana kadar devam etme zorunluluğunun akla, hukuka ve kanuna dayandığını gösteren bir argümana rastlamadık. 

Bu garabeti Türk Milleti adına karar veren mahkemelerde ele almak gerekiyor. Umarım birileri bunu dava konusu yapar da hukuki bir izaha kavuşabiliriz.