Türkiye’de milyonlarca emekçi, artık yalnızca geçinmeye değil, hayatta kalmaya çalışıyor. TÜRK-İŞ’in Haziran 2025 “Açlık ve Yoksulluk Sınırı” raporu ile TÜİK’in güncel enflasyon verileri ve buna bağlı çalışan-emeklilere yapılacak zam oranları, halkın yaşadığı derin ekonomik kriz ile sosyal adaletsizliği bir kez daha gözler önüne serdi. Artan gıda fiyatları mutfakta yangına dönüşürken, reel ücretlerdeki gerileme toplumsal krizi derinleştiriyor. Türkiye'de asgari ücretle yaşamak artık bir hak değil, her gün tekrarlanan bir hayatta kalma mücadelesi hâline gelmiş durumda.
Dört kişilik bir ailenin yalnızca sağlıklı ve yeterli beslenebilmesi için gereken asgari gıda harcaması yani AÇLIK SINIRI 26.115 TL'ye yükseldi. Diğer temel harcamalar da dahil edildiğinde YOKSULLUK SINIRI 85.066 TL seviyesinde. Oysa 2025 yılının başında belirlenen ASGARİ ÜCRET sadece 22.104 TL.
TÜİK, Haziran 2025 Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) verilerini açıkladı. Resmi verilere göre aylık enflasyon %1,37, yıllık enflasyon ise %35,05 oldu. Ancak sokaktaki gerçek, bu rakamların çok ötesinde. Market raflarındaki sürekli değişen fiyatlar, eriyen alım gücü ve temel gıdaya erişimde yaşanan zorluklar, halkın hissettiği enflasyonun resmî istatistiklerle örtüşmediğini ortaya koyuyor. Gelir adaletsizliği derinleşirken, Türkiye gıda kriziyle karşı karşıya kalıyor.
Bu tablo, Türkiye'deki milyonlarca çalışanın her ay açlıkla sınandığını, yoksulluğun sıradanlaştığını, asgari ücretin “yaşanabilirlik” değil, “hayatta kalma” sınırını dahi karşılamaktan uzaklaştığını ortaya koyuyor. Üstelik bu rakam, çalışan kesimin büyük bölümünün tek gelir kaynağını oluşturuyor. Yani tek maaşla hayatta kalmaya çalışan milyonlarca aile, yalnızca ay sonunu değil, ertesi günü bile göremez hâle geldi.
ASGARI ÜCRET AÇLIK SINIRININ ALTINDA: GERÇEKLER RAKAMLARIN ÖTESİNDE
TÜRK-İŞ’in araştırmasına göre, dört kişilik bir ailenin yalnızca sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı yani AÇLIK SINIRI; Haziran 2024’ de 18.978 TL, Aralık 2024’ de 21.083 TL, Mayıs 2025’ de 25.092 TL iken Haziran 2025’ de 26.115 TL’ye yükseldi. Bu tutar, en temel insani ihtiyaç olan beslenme için gereken en alt düzey. İçinde barınma, ulaşım, sağlık, eğitim, kira ve faturalar gibi harcamalar yok. Sadece mutfak masrafları.
Bu noktada dikkat çekici olan ise mevcut NET ASGARİ ÜCRETİN 22.104 TL olması. Yani milyonlarca çalışan, resmi olarak gıda harcaması için gereken minimum tutarın yaklaşık 4.000 TL altında bir ücretle yaşamını sürdürüyor.
Gıda harcamasına, giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarda da eklendiğinde, dört kişilik bir ailenin YOKSULLUK SINIRI; Haziran 2024’ de 61.820 TL, Aralık 2024’ de 68.675 TL, Mayıs 2025’ de 81.733 TL iken Haziran 2025’ de 85.066 TL’ye ulaşmış durumda. Bu rakam, sadece bir ekonomik veri değil, aynı zamanda sosyal refahın ölçüsüdür. Bir ailenin kira ödeyip çocuğunu okutabilmesi, sağlığa erişebilmesi ve ısınma, ulaşım gibi temel haklara ulaşabilmesi için aylık gelirinin bu seviyede olması gerekiyor.
Ancak gerçekte ülke genelinde çok daha düşük gelirlerle yaşam mücadelesi veren milyonlarca haneden söz ediyoruz. Bu tablo, gelir dağılımında yaşanan derin eşitsizliği ve alım gücündeki düşüşü açıkça yansıtıyor.
TÜRK-İŞ verilerine göre Haziran 2025 itibariyle bekâr bir çalışanın yaşama maliyeti ise 33.587 TL. Asgari ücretle aradaki fark 11.483 TL. Bu veri, asgari ücretle çalışan tek kişinin bile temel ihtiyaçlarını karşılayamadığını ortaya koyuyor. Üstelik bu hesap, yalnızca hayatta kalmak için gereken temel harcamalara dayanıyor. Kitap yok, kültür yok, tatil zaten hayal. Yani yalnızca aileler değil, bekar çalışanlar da ciddi bir ekonomik baskı altında yaşıyor.
Bu farklar; işçinin, memurun ya da emeklinin yaşadığı zorluğu sadece hissiyatla değil, rakamlarla da kanıtlıyor. Ve bu tablo, sadece dar gelirliyi değil, geniş toplum kesimlerini ilgilendiren bir sosyal sorun hâline geliyor.
GIDA ENFLAYONU: MUTFAKTA YANAN HAKİKAT
Haziran 2025 itibariyle Türkiye'de gıda fiyatlarındaki artış, mutfaklardaki yangının artık göz ardı edilemeyecek bir boyuta ulaştığını gösteriyor. TÜRK-İŞ' in her ay düzenli olarak açıkladığı veriler, temel gıda ürünlerine erişimde yaşanan zorluğu tüm çıplaklığıyla ortaya koyarken, resmi makamlar tarafından yayımlanan enflasyon oranları bu tabloyu yumuşatma eğiliminde.
TÜRK-İŞ’ e göre Haziran 2025’ te gıda harcamalarına aylık bazda baktığımızda bir önceki aya göre % 4,08 oranında artış gösterdi. Bu oran, Mayıs ayında % 4,39 düzeyindeydi. Haziran 2024’ te yalnızca % 0,05 ve Aralık 2024’ te % 2,54 olan bu artış, aylık bazda vatandaşların mutfak giderlerinin belirgin şekilde yükseldiğini göstermektedir.
Son bir yıla bakıldığında ise, gıda harcamalarındaki toplam artış oranı Haziran 2024’ de % 82,96, Aralık 2024’ de % 46,08, Mayıs 2025’ de % 32,27 iken Haziran 2025’ de % 37,60 olarak kaydedilmiştir. Bu da vatandaşların aynı ürünleri çok daha pahalıya almak zorunda kaldığını ortaya koymaktadır.
Bu oranlar, gıda enflasyonunun artık istisnai bir durum olmadığını, yapısal bir sorun haline geldiğini göstermektedir. Özellikle sabit gelirli vatandaşlar için bu durum, yaşam koşullarının her geçen gün daha da ağırlaştığı anlamına geliyor.
Vatandaşın bu ağır tabloyu en çok hissettiği alan mutfağı. Haziran ayı itibariyle ortalama sebze fiyatı 45,66 TL, meyve fiyatı ise 134,46 TL. Ortalama meyve-sebze fiyatı 83,33 TL’ye ulaşmış durumda. Bu seviyelerdeki fiyatlar, dengeli ve sağlıklı beslenmeyi milyonlarca aile için lüks haline getiriyor. Artık insanlar sadece alışveriş bütçesini değil, temel ihtiyaçlar arasında da öncelik sıralaması yapmak zorunda kalıyor.
TÜİK’ in yayımladığı Haziran 2025 verilerine baktığımızda ise, tablo daha farklı bir çerçeveden sunuluyor. TÜİK’ e göre Haziran ayında tüketici fiyatları bir önceki aya göre % 1,37 oranında arttı. Yıllık bazda ise enflasyon % 35,05 olarak açıklandı. Aynı dönemde yılbaşından bu yana kümülatif artış % 16,67 olarak kaydedildi. On iki aylık ortalamalara göre ise enflasyon % 43,23 seviyesinde ölçüldü. Ancak Enflasyon Araştırma Grubuna (ENAG) göre ise enflasyon Haziran ayında; bir önceki aya göre % 3,05 artış, bir önceki yılın aynı ayına göre % 68,68 artış göstermiştir. TÜİK’ in açıkladığı rakamların aksine, market alışverişi yapan bir emeklinin sepetindeki ürünlerin fiyatlarının daha da fazla arttığını görmesi, istatistiklerin günlük hayatla ne kadar örtüştüğü sorusunu akıllara getiriyor.
TÜİK’ in ana harcama gruplarına göre yıllık enflasyon verileri de dikkat çekici. Gıda ve alkolsüz içeceklerde yıllık artış % 30,20 olarak açıklanırken, ulaştırma grubunda % 27,72, konutta % 65,54 ve eğitimde ise %73,33 oranında artış kaydedildi. Ancak TÜİK verilerinde gıda fiyatlarının Haziran ayında % 0,27 oranında gerilediği ifade ediliyor. Bu durum, TÜRK-İŞ’ in aynı ay için açıkladığı % 4,08’ lik artışla açıkça çelişiyor.
İki farklı kurumun verileri arasındaki bu fark, Türkiye'de “gerçek (hissedilen) enflasyon” ile “resmi enflasyon” arasındaki ayrışmanın halk nezdinde neden bu kadar tartışıldığını açıklıyor. Özellikle dar gelirli vatandaşlar, TÜİK’ in rakamlarının kendi yaşam gerçeklikleriyle örtüşmediğini her gün pazarda, markette doğrudan deneyimliyor. Gerçek gıda enflasyonu, halkın cebine yansıyan zamlarla kendini çok daha sert ve acımasız bir şekilde hissettiriyor.
EMEKLİLER İÇİN GERÇEK ZAM: PAZARDA YAŞANIYOR
Emekliler açısından durum daha da çarpıcı. Dün açıklanan resmi enflasyon oranlarına da bağlı olarak, memur ve memur emeklilerine yapılacak zam oranı % 15,57 olarak belirlenirken, SSK ve Bağ-Kur emeklileri % 16,67 zam alacak. Bu zam oranları, TÜRK-İŞ’ in verilerinde görülen % 37,60’ lık yıllık gıda enflasyonunun çok gerisinde kalıyor. Bu da, emeklilerin reel alım gücünün daha da düştüğü anlamına geliyor. Açlık sınırında yaşam mücadelesi veren milyonlarca emekli, maaş zammı açıklandığı anda değil, pazara çıktığı anda enflasyonu iliklerinde hissediyor.
Türkiye' de enflasyon artık yalnızca istatistiksel bir veri değil, doğrudan yaşam standardını belirleyen ve toplumun tüm kesimlerini etkileyen derin bir sorun haline gelmiştir. Özellikle gıda fiyatlarındaki artış, halkın gündelik yaşamını sürdürebilmesini her geçen gün daha da zorlaştırmaktadır. Gıda enflasyonu artık geçici değil, kalıcı ve yapısal bir gerçekliktir. Dolayısıyla hem merkezi yönetimin hem de yerel yönetimlerin bu alandaki sosyal politikaları yeniden gözden geçirmesi, destek mekanizmalarını güçlendirmesi ve fiyat istikrarına yönelik etkin adımlar atması bir zorunluluk haline gelmiştir.
NE YAPMALI? NEREYE GİDİYORUZ?
Ekonomide yaşanan bu yapısal sorunların çözümü yalnızca maaş artışları ile değil, adil bir vergi sistemi, üretim odaklı ekonomi, kayıt dışılığın azaltılması ve çalışanların örgütlenme hakkının güçlendirilmesi gibi daha derin düzenlemelerle sağlanabilir. Ayrıca ekonomik büyümenin kapsayıcı olmadığı sürece yoksulluğu azaltma, gelir dağılımını daha adil bir duruma getirme ve istihdam yaratma konusunda başarılı olamıyacağını dikkate almak, diğer bir deyişle adil bölüşüm sorununa daha fazla odaklanmak gerekir.
Tüm bunlarla birlikte, dar gelirli gruplara yönelik sosyal destek mekanizmalarının güçlendirilmesi; kamusal sağlık, eğitim ve barınma hizmetlerinin daha ulaşılabilir hale gelmesi gerekiyor. Merkezi yönetimle birlikte, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve ilgili kamu kurumları işbirliği ve koordinasyon içersinde birlikte çalışarak, birbirlerini tamamlayarak bu alanlarda daha bütüncül politikalar üretebilir.
SOSYAL BELEDİYECİLİK: DAYANIŞMA TEMELLİ BİR MÜDAHALE ALANI
Bu ağır tablo karşısında sosyal belediyecilik, toplumsal krize karşı en somut ve işlevsel müdahale alanı olarak öne çıkıyor. Kent lokantaları, kira ve ulaşım destekleri, öğrenci bursları, kreş hizmetleri gibi uygulamalar; yalnızca geçici destekler değil, toplumsal dayanışmayı örgütleyen yapısal politikalar olarak değer taşıyor.
İstanbul, Ankara, Bursa, Adana ve Mersin gibi büyükşehirlerde uygulanan bu model; yalnızca ekonomik destek sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda bireylerin onurlu bir yaşam sürmesine olanak tanıyor. Kent lokantaları, yalnızca bir tabak yemek değil; sağlıklı beslenmeye, sosyal bütünleşmeye ve aile bütçesinin korunmasına katkı sunan çok yönlü bir hizmet haline geliyor.
Bu uygulamaların etkisini izlemek ve karşılaştırmak adına geliştirilecek bir Sosyal Belediyecilik Endeksi, yerel yönetimlerin sosyal hizmet kapasitesini veriye dayalı biçimde izleme ve değerlendirme imkânı sunacaktır.
Her geçen gün artan sosyal yardıma ihtiyaç durumu, bireylerin başarısızlığından değil, ekonomik yapının yetersizliğinden kaynaklanıyor. Bu nedenle çözüm, yalnızca geçici desteklerle değil, gelirin daha adil dağıtıldığı, temel hizmetlere erişimin herkes için mümkün olduğu bir yapının kurulmasıyla sağlanabilir.
KADIN EMEĞİ VE KREŞ HİZMETLERİ: SOSYAL ADALETİN TEMEL TAŞI
Kadınların iş gücüne katılımı, yalnızca bireysel değil, toplumsal kalkınma açısından da hayati önem taşımaktadır. Bu bağlamda yerel yönetimlerin sunduğu kreş hizmetleri, hem sosyal adalet hem de ekonomik eşitlik açısından kritik bir rol üstlenmektedir.
TÜİK güncel verilerine göre, Türkiye'de kadınların iş gücüne katılım oranı %36,5 düzeyindedir. Bu oran, OECD ülkelerindeki %50–60 aralığının oldukça gerisindedir ve bu farkın önemli nedenlerinden biri yeterli çocuk bakım hizmetlerinin sunulmamasıdır.
Kreşler, kadınların çalışma hayatına devam etmesini kolaylaştırırken, çocukların güvenli, eğitici ve destekleyici ortamlarda gelişmesini sağlar. Özellikle belediyeler tarafından sunulan ücretsiz veya düşük maliyetli kreşler, asgari ücretle geçinen aileler için önemli bir destek sunar ve kadınların istihdamda kalmasına katkı sağlar.
Kadın emeğinin görünür olması, çocukların erken eğitime erişimi ve toplumsal eşitliğin güçlenmesi açısından kreş hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesi sosyal belediyeciliğin temel önceliklerinden biri olmalıdır.
SONUÇ: ASGARİ ÜCRETLE YAŞAMAK, HAYATTA KALMA SINAVINA DÖNÜŞTÜ
Türkiye'de artan enflasyon, yükselen açlık ve yoksulluk sınırları ile birlikte satın alma gücündeki keskin düşüş, asgari ücretin artık temel ihtiyaçları karşılamaktan dahi uzak olduğunu gösteriyor. TÜRK-İŞ’in son verileri, milyonlarca çalışanın yalnızca yoksullukla değil, doğrudan açlıkla sınandığını ortaya koyuyor. 22.104 TL’lik mevcut asgari ücret, sadece gıda harcaması için gereken tutar olan 26.115 TL’lik açlık sınırının bile yaklaşık 4.000 TL gerisinde kalırken, bu durum toplumsal eşitsizliğin derinleştiğine işaret ediyor.
Gelir düzeyi düşük milyonlarca hane, sağlıklı gıdaya erişemiyor; borçlanarak, ucuz ve besleyici olmayan ürünlerle yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Sağlıklı ve onurlu bir yaşam, giderek dar bir kesimin ayrıcalığına dönüşüyor. Bu tablo sadece ekonomik bir krizi değil, sosyal yapının sürdürülebilirliği açısından da ciddi bir alarm durumunu yansıtıyor.
Tam da bu noktada, sosyal belediyecilik anlayışı, toplumun dezavantajlı kesimlerine nefes aldıran somut çözümler sunuyor. Kent lokantaları, düşük maliyetli kreşler, eğitim ve barınma destekleri gibi uygulamalar; yalnızca geçici birer destek değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı güçlendiren yapısal araçlar haline geliyor. Özellikle kadınların iş gücüne katılımı ve çocukların gelişimi açısından bu hizmetler kritik bir rol oynuyor.
Ancak bu politikaların etkili olabilmesi için yerel yönetimlerin yalnız bırakılmaması, merkezi yönetim tarafından hem mali hem de kurumsal olarak desteklenmesi gerekiyor. Sosyal yardımların sürdürülebilirliği, belediye bütçelerinde bu alana ayrılan kaynakların artırılmasıyla ve hizmetlerin çeşitlendirilmesiyle mümkün olabilir.
Ayrıca, yerel yönetimlerin sosyal politika alanındaki performansını ölçmek ve geliştirmek amacıyla “Sosyal Belediyecilik Endeksi” gibi veri temelli mekanizmaların devreye alınması, uygulamaların etkisini artıracaktır.
Türkiye'nin daha adil, daha eşitlikçi ve kapsayıcı bir topluma ulaşabilmesi; merkezi ve yerel yönetimlerin uyum içinde çalışmasına, sosyal politikaların günlük geçim sıkıntısına değil, uzun vadeli toplumsal refaha odaklanmasına bağlıdır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik ve yaşam maliyetlerindeki artış karşısında çözüm, güçlü bir sosyal devlet anlayışını, adil bölüşüm politikalarını ve dayanışma temelli yerel yönetim vizyonunu birlikte inşa etmekten geçiyor.
Asgari olanla yetinmek artık mümkün değil; sosyal devlet anlayışı çerçevesinde insanca bir yaşam herkesin hakkı ve bu hakkın teslimi, toplumsal barış ve sürdürülebilir kalkınmanın en temel şartıdır. Bugün atılacak her adım; yalnızca bugünü değil, yarının umutlu, güçlü ve eşitlikçi Türkiye’sini inşa etmenin anahtarıdır.
Çok Okunanlar

Kılıçdaroğlu cephesinden yeni hamle! Talimatı verdi

'Dolandırıldım' deyip şikayetçi oldu netice çıkmayınca öldürdü

'Ekrem İmamoğlu'ndan iki kez destek istedi'

Türkiye orman yangınlarıyla sarsıldı! Önce can sonra Azerbaycan

MHP: Heyet-i Nasihalardan 'Terörsüz Türkiye' heyetlerine!..

Örgüt bağlantılı 50 kişilik heyet ortaya çıktı

İşte 3-4 maaş alan o bürokratlar!

Devlet Plânlama Teşkilatı neden ve nasıl kurulmuştu?

Halkbank Genel Müdüründen tepki çeken icraat

Silivri doldu taştı: Cezaevinde yeni detaylar ortaya çıktı!