Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Nisan 2025 Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) verilerini açıkladı. Resmi rakamlara göre enflasyonun “kontrol altında” olduğu söylense de, sokaktaki vatandaşın alım gücündeki erimeyi, market raflarına her gün yansıyan fiyat artışlarını ve gelir adaletsizliğini, resmi istatistiklerle halkın gerçeği arasındaki uçurumun daha da derin olduğunu bir kez daha gözler önüne sererek “kontrolün” ne kadar gerçekçi olduğunu sorgulatıyor. Öte yandan, TÜİK’ in Mart 2025 işgücü istatistiklerinde işsizlik oranının “makul seviyelerde” olduğu iddiası ile TÜRK-İŞ’ in açlık ve yoksulluk sınırı verileri arasındaki çelişki, ekonomik krizin boyutlarını anlamak için çarpıcı bir tablo sunuyor.
TÜİK’ in Enflasyonu: Rakamlar mı, Hissiyat mı?
TÜİK’ e göre Nisan 2025’te Tüketici fiyat endeksindeki (TÜFE) değişim; bir önceki aya göre % 3 artış, bir önceki yılın Aralık ayına göre % 13,36 artış, bir önceki yılın aynı ayına göre % 37,86 artış ve on iki aylık ortalamalara göre % 48,73 artış göstermiştir. Enflasyon Araştırma Grubuna ( ENAG ) göre ise enflasyon Nisan ayında; bir önceki aya göre % 4,46 artış, bir önceki yılın aynı ayına göre % 73,88 artış göstermiştir. Özellikle temel gıda ürünlerindeki fahiş fiyat artışları, konut kiraları ve enerji maliyetlerindeki tırmanış, vatandaşın cebini yakmaya devam ediyor. TÜİK’ in açıkladığı rakamların aksine, market alışverişi yapan bir emeklinin sepetindeki ürünlerin fiyatlarının daha da fazla arttığını görmesi, istatistiklerin günlük hayatla ne kadar örtüştüğü sorusunu akıllara getiriyor.
Resmi verilerle gerçek hayat arasındaki bu uyumsuzluk, enflasyon hesaplama metodolojisine dair şüpheleri de beraberinde getiriyor. TÜİK’ in sepetinde yer alan bazı kalemlerin tüketim alışkanlıklarıyla uyuşmaması, “enflasyon rakamlarının gerçeği yansıtmadığı” eleştirilerini besliyor. Öte yandan, Merkez Bankası’nın faiz politikaları ve enflasyonla mücadele stratejisi, reel sektördeki daralmayı daha da derinleştirirken, üreticiden tüketiciye uzanan zincirdeki maliyet artışları, fiyat istikrarını uzak bir hayal haline getiriyor.
İşsizlik: Görünen mi, Görünmeyen mi?
TÜİK’ in Mart 2025 işgücü istatistiklerine göre; 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısı 2 milyon 807 bin kişi oldu. Mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı ise % 7,9 seviyesinde gerçekleşti. İşsizlik oranı erkeklerde % 6,5 iken kadınlarda % 10,6 olarak tahmin edildi. Ancak, bu oranın “geniş tanımlı işsizlik” kapsamında değerlendirilmemesi, kayıt dışı çalışanlar, umutsuz iş arayışından vazgeçenler ve geçici işlerde çalışmak zorunda kalanlar dikkate alındığında, % 28,8 e ulaşması ile çok daha vahim bir hâl almış oluyor. Özellikle “ne eğitimde ne istihdamda olan gençler” in oranının % 25’ lere dayandığı bir ortamda, istihdam paketleri ve teşviklerin yetersiz kaldığı ortada.
Üstelik çalışan kesimin büyük bir kısmı 22.104 TL ( Enflasyondaki artışla TÜİK’ e göre 19 bin 499 lira, ENAG’ a göre 18 bin 203 lira ) olan asgari ücretle geçinmeye çalışırken, TÜRK-İŞ’ in Nisan 2025 verilerine göre 4 kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (AÇLIK SINIRI) 24.035 TL, Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (YOKSULLUK SINIRI) 78.292 TL’yi aşmış durumda. Yani, dört kişilik bir ailenin “insanca yaşayabilmesi” için aylık 78.292 TL gelire ihtiyaç duyduğu bir ülkede, asgari ücretin 22.104 TL olması, çalışan yoksulluğunun ne kadar yaygınlaştığını gösteriyor.
Yoksulluk Sınırı mı, Hayatta Kalma Sınırı mı?
TÜRK-İŞ’ in verileri, Türkiye’de artık “yoksulluk” tanımının bile geçerliliğini yitirdiğini ortaya koyuyor. Açlık sınırı, bir bireyin sadece temel gıda ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için gereken miktar olarak hesaplanıyor. Ancak, kira, elektrik, su, doğalgaz, ulaşım ve sağlık giderleri eklendiğinde, asgari ücretlinin “hayatta kalma mücadelesine” dönüşen bir tablo çıkıyor karşımıza.
Bu durum, özellikle emekliler, sabit gelirliler ve güvencesiz çalışanlar için daha da ağır. Devletin sosyal yardımları ve enflasyonla mücadele politikaları, kronikleşen yoksulluğun önüne geçemiyor. Üstelik vergi adaletsizliği ve kayıt dışı ekonomi nedeniyle dar ve sabit gelirlilerin omuzlarına binen yük her geçen gün artıyor.
Sosyal Devletin Yerel Düzeyde Güçlendirilmesi
Mevcut ekonomik veriler, merkezi yönetimin politikalarının toplumun geniş kesimlerinin ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kaldığını göstermektedir. Bu bağlamda, sosyal devlet anlayışının yerel düzeyde güçlendirilmesi önem kazanmaktadır.
Yerel Yönetimlerin Rolü
Yerel yönetimler, vatandaşların günlük yaşamlarına en yakın kamu kurumlarıdır. Bu nedenle, sosyal hizmetlerin planlanması ve uygulanmasında daha etkin bir rol üstlenmeleri gerekmektedir. Özellikle gıda, barınma, sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlerin yerel düzeyde sunulması, hizmetlerin etkinliğini artırabilir.
Katılımcı Bütçeleme ve Şeffaflık
Yerel yönetimlerin bütçelerinin, halkın katılımıyla ve şeffaf bir şekilde planlanması, kaynakların daha adil ve etkin kullanılmasını sağlayabilir. Bu yaklaşım, toplumun ihtiyaçlarına daha duyarlı politikaların geliştirilmesine katkı sunabilir.
Sosyal Yardım Programlarının Yerelleştirilmesi
Sosyal yardım programlarının yerel düzeyde planlanması ve uygulanması, yardımların hedef kitleye daha hızlı ve etkili ulaşmasını sağlayabilir. Bu, özellikle kriz dönemlerinde toplumsal dayanışmanın güçlendirilmesine katkı sunabilir.
Sonuç: Ekonomi Politikaları Halkın Gerçeklerine Uymuyor
TÜİK’ in rakamları yetkililer tarafından her ne kadar “yıllık enflasyon aşağı yönlü seyrediyor” denilerek savunulsa da, sokaktaki insanın cebindeki para her geçen gün daha da fazla eriyor. İşsizlik resmi olarak “düşüyor” gözükse de, nitelikli ve insana yakışır işlerin azalması, gençlerin gelecek umudunu tüketiyor. TÜRK-İŞ’ in açlık ve yoksulluk sınırı verileri, ekonomik krizin sosyal boyutunun ne kadar derinleştiğini gösteriyor.
Hükümet, enflasyonla mücadelede kalıcı ve adil politikalar üretmek yerine, geçici önlemlerle sorunu öteleme eğiliminde. Oysa üretimin desteklenmesi, gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi ve emeğin hak ettiği değeri görmesi için köklü reformlar şart. Aksi takdirde, resmi istatistiklerle halkın gerçekleri arasındaki makas açılmaya devam edecek ve ekonomik krizin faturası en hassas kesimlere kesilecek.
Bugün, rakamların ötesine bakıp sokaktaki insanın sesini duymak zamanıdır. Çünkü gerçek kalkınma, ancak adaletli bir ekonomik düzenle mümkün olabilir.
Çok Okunanlar

Yapay zeka ile İmamoğlu akımı: Sosyal medya ayakta

Yeni Açılım 'Dolmabahçe-2' mi?!

BEDAŞ İstanbul'da bugün elektrik kesintisi yaşanacak ilçeleri sıraladı

Ekonomik kriz derinleşirken: Rakamların dili ve halkın gerçeği

PKK kararını verdi, AKP kurmayları duyurdu! 'Ne yapacağımızı biliyoruz'

Fatih Erbakan'dan 'yeni ittifak' sinyali! Partinin ismini de verdi

Özgür Özel, Yılmaz Özdil'e 'geri vitesi yedirirler adama' dedi

Kurucu iktidar, kurucu meclis ve Cumhuriyet

FETÖ’nün finans kaynağı Maydonoz Döner'e operasyon

Sırrı Süreyya Önder'e suikast girişimi! Yeni ayrıntılar ortaya çıktı