Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
46,5322
Dolar
Arrow
39,7725
İngiliz Sterlini
Arrow
54,7777
Altın
Arrow
4255,0000
BIST
Arrow
9.264

Küresel Servet Raporu’nda Türkiye: En çok milyoner artan, en çok eşitsizlik derinleşen ülke

Dünyanın en büyük menkul kıymet yöneticilerinden olarak kabul edilen İsviçre merkezli UBS Group AG, 2024 yılının “Küresel Servet Raporu” Türkiye ekonomisinin en çarpıcı çelişkilerinden birine ışık tutuyor: Milyoner sayısında rekor artış yaşanırken, geniş toplum kesimleri reel olarak yoksullaşıyor. Rapora göre; yeni dolar milyonerlerinin sayısı artıyor, 2029'a kadar beş milyondan fazla kişinin milyonerler sınıfına geçmesi bekleniyor. Milyonerlerin sayısı dünya genelinde %1.2 oranında (684 bin kişi) artış gösterdi. Yüzde olarak, en yüksek artış Türkiye'de gerçekleşti, %8 sınırını aştı, Birleşik Arap Emirlikleri %5,8'lik bir genişleme sayesinde ikinci sırada yer aldı.

Rapora göre; 2024 yılında, küresel çapta her gün neredeyse 2.000 yeni dolar milyoneri ortaya çıktı. 56 ülkenin incelendiği raporda, Türkiye, dolar milyoneri sayısının en fazla arttığı, aynı zamanda yerel para birimi cinsinden servetin en çok azaldığı ülke oldu. ABD, 24 milyona yakın dolar milyoneriyle dünyada ilk sırada yer aldı. İkinci sırada gelen Çin’de 6.3 milyon, üçüncü olan Fransa’da da yaklaşık 3 milyon dolar milyoneri bulunuyor.

Rapora göre geçen yıl Türkiye’de kişi başına servet yüzde 35’ten fazla arttı. Ancak reel olarak bakıldığında, yani enflasyondan arındırıldığında kişi başı servetin %14.6 gerilediği görüldü. Dünyada milyoner sayısının artış hızı ortalama %1.2 iken Türkiye’de %8.4 olması dikkat çekti. Geçen yıl dolar milyoneri sayısı 7 bin kişi artarak 68 bine yaklaştı. Buna karşılık raporda Türkiye’de medyan servetin geçen yıl %21’e yakın düştüğüne ve servet- gelir dağılımında eşitsizliğin arttığına dikkat çekildi.

Dünya, servet üretiminin hem hızlandığı hem de yoğunlaştığı bir döneme giriyor. UBS’in raporu, bu değişimlerin küresel haritasını çizerken, Türkiye’nin kendine özgü ama aynı zamanda sistemik sorunlarla örülü bir servet yapısına sahip olduğunu gözler önüne seriyor. Raporda yer alan göstergeler ilk bakışta “parlak” gibi görünse de, rakamların detayına inildiğinde, bu parıltının ardında ciddi bir yapısal çöküşün gölgesi olduğunu görmek mümkün.

MİLYONER PATLAMASI: GERÇEK Mİ, İLLÜZYON MU?

UBS verilerine göre, 2029 yılına kadar dünya genelinde dolar milyoneri sayısının, 2024 yılına kıyasla yaklaşık %9 oranında artması ve bu sınıfa 5 milyondan fazla kişinin daha katılması bekleniyor.

2024 yılında ise milyonerlere en fazla yeni katılım sağlayan ülke, %8,4’lük artış ve yaklaşık 7.000 kişilik eklemeyle toplamda yaklaşık 70.000 dolar milyoneriyle Türkiye oldu. Türkiye'yi %5,8’lik artışla Birleşik Arap Emirlikleri izledi. Dünyada ise bir önceki yıla göre yaklaşık 700.000 kişi, %1,2 oranındaki artışla dolar milyoneri statüsüne ulaşarak bu ayrıcalıklı kulübe katıldı.

ABD, dolar milyonerlerinin çoğuna ev sahipliği yapıyor; 2024 yılında bu sayı günlük binin üzerine çıktı. Küresel Servet Raporu’nda gözlemlenen eğilimin devamıyla, ABD, Batı Avrupa ve Çin’in toplamından daha fazla dolar milyonerine sahip. 

Kişi başına düşen en yüksek dolar milyoner yoğunluğu ise İsviçre ve Lüksemburg’da bulunuyor. 2023 yılında bu oran Lüksemburg’da İsviçre’den biraz yüksekti; 2024 yılında ise İsviçre, Lüksemburg’u geride bıraktı ancak genel tablo değişmedi.

Mutlak büyüme açısından, milyoner nüfusu 2024 yılında en çok ABD’de arttı ve günlük ortalama bin kişi bu kulübe katıldı. Çin anakarasında ise günlük artış 380 kişiyi geçti. Doğu Avrupa, 2024 yılında %12’nin üzerinde en yüksek bölgesel servet büyümesini yaşadı; bunu Amerika Birleşik Devletleri yakından takip etti.

Çin ve Güneydoğu Asya’da ılımlı bir büyüme yaşanırken, Batı Avrupa, Okyanusya ve Latin Amerika’da 2023 yılına kıyasla servet düşüşü görüldü. Yetişkin başına düşen ortalama servette İsviçre ve ABD başı çekerken, Hong Kong ve Lüksemburg da önde gelen bölgeler arasında yer alıyor. Ortalama zenginlikte ise Lüksemburg ilk sırada bulunuyor, ardından Avustralya ve Belçika geliyor. Önümüzdeki beş yıl içinde Kuzey Amerika ve Büyük Çin’in küresel ekonominin ana itici güçleri olması ve servet artışını yönlendirmesi bekleniyor.

Yukarıda bahsettiğim bazı veriler, ekonomik dinamizmin ve servet birikiminin hızlandığını gösteriyor gibi görünse de, bu artış gelir artışından çok, para birimi değer kaybı, varlık enflasyonu ve döviz bazlı servet eşiklerinin aşılmasının kolaylaşmasıyla açıklanabilir.

Örneğin, İstanbul’da 3-4 yıl önce 5 milyon TL’ye alınabilen bir konutun değeri, bugün 25-30 milyon TL’ye yükseldi. TL’deki değer kaybı nedeniyle bu varlıklar dolar bazında “milyonerlik eşiğini” geçiyor. Bu durum, milyonerlere dair istatistikleri artırıyor; ancak bu kişilerin reel refahı aynı oranda artmıyor. Hatta çoğu, hâlâ gelir vergisinden kaçınan ve finansal sisteme dâhil olmayan bireylerden oluşuyor.

SERVET BÜYÜYOR AMA ALIM GÜCÜ AZALIYOR

Raporda en çok dikkat çeken çelişkilerden biri, Türkiye’deki kişi başı servet artışı ile reel yaşam arasındaki uçurum. 2024 yılında yerel para cinsinden kişi başı servet nominal olarak %35’in üzerinde artmış gözüküyor. Ancak bu artışa enflasyon eklendiğinde, reel servet %14,6 azalmış durumda. Yine yerel para cinsinden ölçülen medyan servetteki düşüş ise %21’i buluyor. Bu oranlarla Türkiye; Hindistan, Çin ve Rusya gibi ülkelerin bile gerisinde kalıyor.

Bu durum, Türkiye’deki servet artışının toplumun geniş kesimleriyle paylaşılmadığını, aksine gelir ve servet eşitsizliğinin dramatik biçimde arttığını gösteriyor. Ekonomik büyüme varsa bile bu büyümeden faydalanan kesim yalnızca çok küçük bir zümre.

TÜRKİYE, SERVETİN EN EŞİTSİZ DAĞILDIĞI ÜLKELER ARASINDA

Gelir eşitsizliğini ölçen Gini katsayısında ise en kötü ülke Brezilya olurken, onu Rusya ve Güney Afrika izledi. Türkiye listede 9’uncu ülke olarak yer aldı. UBS’in hesapladığı Gini katsayısı, servet dağılımındaki adaletsizliğin en açık göstergelerinden biri. Türkiye bu göstergede 9. sırada ve 0.73 gibi yüksek bir değere sahip. Bu oranla, dünya genelinde servetin en eşitsiz dağıldığı ilk 10 ülke arasında. Brezilya (0.82), Rusya (0.82) ve Güney Afrika (0.81) ile birlikte anılıyor. Gelişmiş ülkeler arasında yer alan Almanya’nın Gini katsayısı 0.68, Japonya’nın ise 0.54. İsviçre gibi serveti yüksek ama dağılımı görece dengeli ülkelerde bu oran 0.67 civarında. Slovenya ve Belçika ise servetin en adil dağıtıldığı iki ülke olarak dikkat çekiyor.

Bu derece yüksek eşitsizlik, sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal sorunların da kaynağıdır. Çünkü aşırı eşitsizlik, toplumun büyük bir kesiminde ekonomik güvensizlik, politik öfke ve toplumsal kutuplaşmayı ımeydana getirir.

YAPISAL SORUNLAR: TÜRKİYE NEDEN GERİ KALDI?

UBS’in 2024 Küresel Servet Raporu, Türkiye’nin dolar bazında en hızlı milyoner artışı yaşanan ülke olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu görünürdeki büyüme, reel servet kayıpları, yüksek enflasyon ve derinleşen gelir eşitsizliği ile birlikte değerlendirildiğinde, yüzeysel bir zenginleşme eğiliminden öteye gidememektedir. Raporda yer alan veriler, Türkiye'nin servet birikimi sürecinin finansal kapsayıcılıktan uzak, dengesiz ve kırılgan bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir.

Türkiye’nin düşük servet seviyelerinde kalmasının ardında geçici değil, derin yapısal sorunlar yatıyor. UBS raporunun verileri ve diğer ekonomik göstergeler birlikte değerlendirildiğinde bu sorunlar net şekilde ortaya çıkıyor.

Türkiye’de bireysel servetin yalnızca % 33’ü finansal varlıklardan oluşuyor. Geri kalan kısmı ise büyük ölçüde konut, arsa gibi likit olmayan ve kolayca gelir üretmeyen taşınmazlarda tutuluyor. Oysa bu oran ABD’de % 70’in üzerinde, İsviçre’de yaklaşık % 70, İsveç’te ise % 80’e yakın. Yani Türkiye’de vatandaşlar servetlerini büyük ölçüde finansal araçlar yerine gayrimenkulde tutuyor. Bu durum, servetin sürdürülebilirliğini, çeşitlendirilmesini ve krizlere karşı korunmasını zorlaştırıyor.

Son beş yılda yaşanan yüksek enflasyon tasarrufların reel değerini eritmiş, finansal piyasalara güveni sarsmıştır. Türk lirasına duyulan güvenin azalması, döviz talebini ve kur oynaklığını artırarak uzun vadeli servet birikimini zorlaştırıyor.

Düşük reel ücretler, güvencesiz çalışma koşulları ve düzensiz gelir, özellikle gençler için tasarrufu neredeyse imkânsız hâle getiriyor. Bu durum orta sınıfın zayıflamasına ve servetin dar bir grupta toplanmasına yol açıyor.

Türkiye’de servet vergisi ya hiç yok ya da etkisi çok sınırlı. Toplam vergi gelirlerinin yaklaşık % 70’i dolaylı vergilerden (KDV, ÖTV vb.) sağlanıyor. Gelişmiş ülkelerde ise doğrudan gelir ve servet vergileri vergi sisteminin temelini oluşturuyor, böylece gelir dağılımı dengelenirken kamu gelirleri daha sağlam bir zemine oturuyor.

DİĞER ÜLKELERDEN NE ÖĞRENEBİLİRİZ?

İsviçre’de ortalama servet 687.166 dolar, medyan servet ise 182.248 dolar seviyesinde bulunuyor. Ülkede servet, sadece zenginlere değil, geniş bir orta sınıfa da yayılmış durumda. Bu durum, vergi sistemi, finansal ürünlerin şeffaflığı ve düşük enflasyon sayesinde mümkün oluyor.

Güney Kore’de son beş yılda ortalama servet % 44 oranında arttı. Ülke, teknoloji ihracatı, yüksek eğitim düzeyi ve sosyal refah sistemleri sayesinde yeni nesil orta sınıfını zenginleştiriyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nde ise son beş yılda medyan servet % 45 oranında yükseldi. Bu artış, geniş kitlelerin servet biriktirebildiğini ve girişimcilik ekosisteminin işlediğini gösteriyor. Üstelik ülkede sosyal mobilite hâlâ varlığını sürdürüyor.

SONUÇ: NE YAPMALI? GERÇEK REFAHA GİDEN YOL

UBS’in 2024 Küresel Servet Raporu, Türkiye'nin dolar milyoneri sayısında dünya ortalamasının yedi katı hızla artış gösterdiğini ortaya koyuyor. Ancak bu çarpıcı artış, gerçek bir zenginleşmeden çok, artan eşitsizlik, eriyen alım gücü ve dengesiz ekonomik büyümenin yansıması olarak öne çıkıyor. Milyoner sayısı artarken, toplumun geniş kesimleri reel anlamda yoksullaşıyor; büyümenin getirisinden yalnızca ayrıcalıklı bir azınlık faydalanıyor.

Rapordaki veriler, yalnızca durumu teşhis etmekle kalmıyor, aynı zamanda Türkiye için daha adil ve sürdürülebilir bir servet yapısına geçişin zorunluluğunu ortaya koyuyor. Bu doğrultuda ilk atılması gereken adım, ulusal çapta bir finansal okuryazarlık seferberliği başlatmaktır. Bireylerin enflasyona karşı kendilerini koruyabilecek yatırım bilincine ulaşmaları için kamusal eğitim kampanyaları devreye alınmalı; tasarruf ve yatırım kültürü, toplumun tüm kesimlerine yayılmalıdır. Bu, ekonomik karar alma kapasitesini artıracak ve refahın tabana yayılmasını sağlayacaktır.

Servet vergisi ve şeffaflık reformları da bu dönüşümün kritik parçalarıdır. Çok yüksek servete sahip bireylerden adil oranlarda vergi alınmalı, kayıt dışı varlıklar sistem içine çekilmeli, miras vergileri ise yalnızca kuşaklar arası geçişi düzenlemekle kalmayıp vergi adaletini güçlendirecek şekilde yeniden tasarlanmalıdır.

Bu adımlar, ancak enflasyonla kararlı ve şeffaf bir mücadele ile anlam kazanır. Türk Lirası’nın alım gücünü koruyacak, öngörülebilir ve bağımsız bir para politikası benimsenmedikçe, bireylerin uzun vadeli servet birikimi mümkün değildir. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, veri şeffaflığı ve mali disiplin; güvenin yeniden tesis edilmesinde temel taşlardır.

Ayrıca, yatırımların gayrimenkul gibi spekülatif alanlardan, sanayi, tarım, teknoloji ve Ar-Ge gibi üretken sektörlere yönlendirilmesi sağlanmalıdır. Gerçek servet birikimi, yalnızca varlık fiyatlarındaki artışla değil; üretim, inovasyon ve katma değerle mümkündür. Bu alanlara sağlanacak destek, hem girişimciliği hem de orta sınıfı güçlendirecektir.

Gençlerin sisteme erişimi ise ertelenemez bir öncelik olarak ele alınmalıdır. Barınma, kaliteli istihdam, girişimcilik ve finansmana erişim konularında gençlerin önündeki yapısal engeller kaldırılmadıkça, servet sadece belli yaş ve gelir gruplarında yoğunlaşacaktır. Türkiye’nin geleceği, üretici bireylerin sisteme dahil olmasıyla şekillenecektir.

UBS’in raporunda Türkiye, “en hızlı milyonerleşen” ülkelerden biri olarak öne çıksa da bu başlığın ardında, servet sahibi azınlığın yükselişiyle birlikte geniş toplum kesimlerinin yoksullaşması yatmaktadır. Milyoner sayısındaki artış, ekonomik başarıdan çok yüksek enflasyon, TL'nin değer kaybı ve kur şoklarıyla açıklanabilir. Bu tablo, ekonomik yapının kırılgan, adaletsiz ve sürdürülemez olduğunu net biçimde göstermektedir.

Gerçek zenginlik; yalnızca rakamların büyümesiyle değil, bu servetin toplumun tümüne yayılmasıyla, fırsatların eşit sunulmasıyla ve toplumsal refahın kalıcı hâle gelmesiyle ölçülür. Aksi hâlde Türkiye, “zenginleşen azınlık ile fakirleşen çoğunluk” arasındaki uçurumun en hızlı büyüdüğü ülkelerden biri olmayı sürdürecektir.

UBS’in verileri, Türkiye’de yüzeysel bir zenginleşme görüntüsünün arkasında derin bir yoksullaşma ve eşitsizlik sorunu olduğunu gözler önüne seriyor. Milyoner sayısındaki artış, ülke ekonomisinin başarı hikâyesi değil; enflasyonun ve kur şoklarının doğal sonucudur. Gerçek bir zenginleşme için toplumun geniş kesimlerinin refah seviyesinin artması, finansal sisteme dâhil olması, servetin adil dağıtılması ve üretime dayalı bir ekonomi inşa edilmesi gerekiyor. Aksi takdirde, Türkiye “milyonerleşen ama yoksullaşan bir ülke” olarak anılmaya devam edecektir. Gerçek zenginlik, ancak eşitlik üzerine kurulabilir.

Sonuç Olarak: UBS’in verileri, Türkiye’de görünürdeki zenginleşmenin arkasında derin bir yoksullaşma ve giderek ağırlaşan bir eşitsizlik sorunu bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Milyoner sayısındaki artış; yapısal reformların değil, ekonomik istikrarsızlığın ve finansal çarpıklıkların bir sonucudur.

Gerçek refah artışı, toplumun tamamının yaşam standardının yükselmesi, bireylerin finansal sisteme dâhil olması ve üretime dayalı bir ekonomik modelle mümkündür. Türkiye’nin geleceği; sadece birkaç kişinin değil, herkesin pay aldığı bir refah düzeni inşa etmekle şekillenecektir.

Gerçek zenginlik, yalnızca servetin büyüklüğünde değil; onun nasıl ve kimlerle paylaşıldığında saklıdır.