Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Ahlak bekçisi iktidar medyası işbaşında

Gazetecilerin, mesleğin doğası gereği özgürlüklerden yana olması gerekir, ama maalesef iktidar medyası, sanat ve kültür alanındaki yasak ve baskıların destekçisi konumunda. Hatta bazen sanatçılara yönelik linç dalgası sosyal medyadan önce gazetecilerden başlıyor. Ardından gelsin konser yasakları, erişim engellemeleri, soruşturmalar, gözaltılar, tutuklamalar…

Anımsarsınız, sanatçı Gülşen, sahnedeki dekolte giysileri nedeniyle sürekli iktidar medyasının hedefindeydi. Sonunda 2023 yılında İstanbul’daki bir konserde imam hatip liselilere yönelik sözleri fırsat oldu. Trollerin ve iktidar medyasının kampanyası sonucunda Gülşen tutuklandı ve dört gün hapiste kaldı; “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasıyla 10 ay da hapis cezasına çarptırıldı. Hâlâ da Gülşen’in giysileriyle uğraşıyorlar.

LeMan dergisi de savaş karşıtı bir karikatür nedeniyle önce sosyal medyada sonra da iktidar medyasında hedef alındı. “LeMan’dan alçak karikatür” haberleri birbirini izlerken Anadolu Ajansı bile “LeMan dergisinden Müslüman karşıtı karikatür” diye yazdı. Sonuçta dergi basıldı, soruşturma açıldı ve “dini değerleri aşağıladıkları” gerekçesiyle dergiden dört kişi tutuklandı; savcılığın tahliye istemine rağmen 2.5 aydır da cezaevindeler.

LeMan ve Gülşen’de olduğu gibi, sanatçılar ile sanata yönelik baskılara uydurulan dört gerekçe var; “müstehcenlik”, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ve “dini değerleri aşağılama”, “aile kurumuna zarar verme”. Dördünün de kapsamı ve sınırları net olmadığı için medyanın da desteğiyle bir kesimin ahlak, din ve değerler anlayışı toplumun tümüne dayatılmış oluyor.

Bu ay içerisinde sanatçılar ile kültür ve sanat ürünlerine yöneltilen baskılara iktidar medyasının katkısını ve desteğini şöyle sıralamak mümkün:

Yeni Akit, Manifest grubunun +18 konseri öncesinde “Teşhirci hayasızlara dur denilsin” haberi yaptı; grubun yarı çıplak kıyafetlerle müstehcen gösteri yaptığını öne sürdü. Yeni Şafak da Manifest grubunun konser sonrasında gözaltına alınmasına “Hayasızlığa soruşturma” haberiyle destek verdi. Grubun, Türkiye turnesi iptal edildiği gibi konser görüntülerine de erişim engeli getirildi.

Müzik grubu Sarinvomit’in beş üyesi, “dini değerlere hakaret içeren şarkı sözlerini sosyal medyada paylaşarak halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettikleri” suçlamasıyla tutuklandı. Yeni Şafak, “Din düşmanı müzik grubu cezaevinde” haberini yayımladı.

“Kızılcık Şerbeti” dizisinin senaristi Merve Göntem’in dört yıl önceki bir dizideki karakteri anlattığı söyleşisi, sosyal medyada yeniden gündeme geldi. “Kızılcık Şerbeti” dizisine bir süredir tepki gösteren medya, bu fırsatı kaçırmadı; söyleşiyi Aydınlık “Fuhuşu meşrulaştırdı”, Takvim, “Fuhuşu normalleştirdi, escortluğu övdü” haberi yaptı. Sabah’ta Yüksel Aytuğ, “Fuhuşu savunan dizi senaristi” diye yazdı. Türkiye gazetesi, senaristin gözaltına alınmasını “Fuhşa teşvik eden senarist için adli kontrol” haberiyle meşrulaştırdı.

Isparta’da düzenlenen Otomobil Sporları Fuarı’nda bir kadının minibüs üzerindeki dans görüntüsü önce sosyal medya ve yerel medyada yayıldı; sonra Yeni Akit, “Bir şehrimiz bu olayı konuşuyor! Bu nasıl bir rezillik böyle?” haberi yaptı. Ardından Isparta Valiliği olaya ilişkin soruşturma açıldığını duyurdu.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın, “aile kurumuna zarar verebileceği ve toplumda infiale yol açabileceği” gerekçesini öne sürmesiyle Mabel Matiz’in “Perperişan” adlı şarkısına YouTube, Spotify ve Apple Music’te erişim engeli getirildi. Sonra da İçişleri Bakanlığı suç duyurusunda bulundu. Akşam, “ahlaksızlık” derken, Yeni Akit’te İhsan Karahasanoğlu da Mabel Matiz’in “dini değerleri tahrik etmek istediğini” öne sürdü.

Sadece 20 günlük derleme bile iktidar medyasının yasakçı ve dayatmacı zihniyetin “ahlak bekçisi” olarak gördüğü işlevi çarpıcı örneklerle kanıtlıyor. Çare yok, bu yasakçılığı teşhir etmek, sanat ve kültür alanında özgürlükleri savunmak da yine biz gazetecilerin görevi.

Erdoğan’ın olmayan sözünü manşet yaptılar

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, İslam İşbirliği Teşkilatı-Arap Ligi Olağanüstü Zirvesi’nde yaptığı konuşma Milliyet’in TV sayfasında “Erdoğan'dan Katar'da tarihi çağrı: İsrail'i durduracak güce sahibiz” başlığıyla yayımlandı. Fakat Milliyet sitesindeki haberde başlık “İsrail’i durduracak imkâna sahibiz” diye değiştirildi.

Ertesi gün ise Akşam, Sabah, Takvim, Türkgün ve Yeni Şafak gazeteleri “İsrail’i durduracak güce sahibiz” manşetiyle çıktı. Türkiye de iç sayfada başlık yaptı. Doğal olarak Erdoğan’a atfedilen bu söz büyük yankı yaptı. Habertürk’ün “Son durum” programında bunun üzerinde duruldu; Yeni Şafak’ta Nedret Ersanel, “İsrail’i durduracak güce sahip miyiz?” diye yazdı. BirGün, “İslamcı hamaset işe yaramıyor” haberinde değerlendirdi bu yaklaşımı.

Erdoğan’ın bu cümleyi hangi bağlamda kullandığını anlamak için haberlere baktım, böyle bir cümle yoktu. Konuşmayı dinledim, sonra da Cumhurbaşkanlığı sitesindeki konuşma metnini inceledim. “İslam âlemi, İsrail'in yayılmacı emellerini boşa çıkaracak dirayete sahiptir” başlığıyla yayımlanan metinde Erdoğan, “İsrail'in güçlü bir tepki ve yaptırıma muhatap olmadan kısa vadede durmayacağını, işgal ve istikrarsızlık politikalarına hız vereceğini biliyoruz. Bunu engelleyecek imkânlarımızın olduğunun farkındayız” diyordu.

“Engelleyecek imkânlardan” söz ediyordu Erdoğan ama “İsrail’i durduracak güce sahibiz” diye bir cümlesi yoktu. Anlaşılan bu cümle beş gazetenin yöneticilerine ait, onların yorumu.  

Erdoğan’ın, “engelleyecek imkân” derken, onu “durduracak güç” olarak değiştirmişler. Oysa ikisi aynı anlamda değil, çok farklı. Cumhurbaşkanı gibi devletin zirvesindeki bir ismin sözleri elbette yorumlanabilir ama sözcükleri değiştirilip olduğundan farklı aktarılamaz.    

Ayrıca nasıl oluyor da altı gazete, Erdoğan’ın söylemediği bir cümleyi manşet yapıyor? Birilerinden fısıltı ya da bir ortaklaşma olmadan bunu yapmaları mümkün değil sanırım.

Gazeteci bekletmez, aklamaz, yasaklatmaz

Nuray Başaran’ın, “örgüt lideri” ve “itirafçı” Aziz İhsan Aktaş ile aynı masada konuşurken çekilmiş bir fotoğrafı sosyal medyaya düştüğünde takvimler 31 Temmuz’u gösteriyordu.

Başaran, tam 20 gün sonra Genel Yayın Yönetmeni olduğu TYT Türk kanalının sahibi görünen Arzu Erdem ile birlikte ekrana çıkarak, Aziz İhsan Aktaş ile söyleşi yaptığını ve 15 Eylül’den itibaren yayımlamaya başlayacaklarını duyurdu. Neden o güne değin yayımlamamıştı, neden 15 Eylül’ü bekleyecekti? Bu soruların yanıtlarını açıklamadı.

Sonra 15 Eylül’ü de beklemeden 27 Ağustos’ta söyleşiden kısa bir bölüm yayımladı. Gerekçesi de ilginçti; “Sadece bugün yurtdışına kaçma iddialarına karşı cevap hakkı niteliğinde yaptığımız röportajın bir bölümünü yayımladık. Tamamını ilerleyen günlerde yayımlayacağız.”

“Cevap ve düzeltme hakkı” değerli bir kavramdır gazetecilikte. Herkese cevap hakkı tanımak zorunludur. Ancak burada Aktaş’ın mı cevap hakkı önceliklidir, yoksa Aktaş’ın suçladığı ve tutuklanmalarına gerekçe de olan “itiraflarının” muhatabı olan Ekrem İmamoğlu’nun ve sanık durumundaki onlarca CHP’linin mi? Bu soru da yanıtsız kaldı.

Başaran, 18 Eylül’de, yani yapıldığı günden en az 1.5 ay sonra yayımladı söyleşiyi.

Elbette gazeteci suçla ilişkilendirilen biriyle de söyleşi yapar, ama amaç onun kendini anlatmasını ve aklanmasını sağlamak değil, konuyu aydınlatmak olur. Bu da ancak sorgulayarak, didikleyerek, söyleşi yapılanı zorlayarak olur. Böyle bir yaklaşım yoktu Başaran’ın söyleşisinde.

Dahası Nuray Başaran ve Arzu Erdem, Aktaş ile söyleşiden de söz edilen “Can Holding ve TYT Türk: Medyada temiz sermaye muamması” başlıklı yazı nedeniyle Medyaradar’a erişim engeli koydurdular. Yazıyı ve siteyi engelletmek yerine cevap hakkını kullanabilirlerdi, yapmadılar. Bereket üst mahkeme itirazı kabul etti de site açıldı ama yazı kaldırılmış oldu.

Bir gazetecinin cevap ve düzeltme yerine yasağa başvurması gibi yaptığı söyleşiyi günlerce bekletmesi de gazeteciliğin ruhuna aykırıdır. “Haber değeri” dediğimiz kavramın unsurlarından biri olan “aktüellik” bekletilince zedelenir. Söyleşinin, birilerinin denetiminden geçtiği, zamanlamanın iddianamesi beklenen davayı etkilemek olduğu kuşkusu doğar, haklı olarak...

Yalanlamaktan daha kolayı şeffaflık

Eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendisi hakkında “yakın çevresi” ve “kulis” olarak yazılanlardan şikayetçi.

Son olarak Sözcü’nün “Ben Kemal yatağı alıp geliyorum” manşetini yalanladı. “Butlan’ kararı çıkarsa bir hafta genel merkeze karargâh kuracağı” öne sürülen haberle ilgili paylaşımında “Basın mensuplarına iletilmek üzere siyasi mesaj vermesi için konuştuğum bir tek yakınım yoktur” diyor; “kendisine sorulmadan ve teyit alınmadan haber yapılması”nı eleştiriyordu.

Kılıçdaroğlu çok haklı. Elbette bir haberi yaparken, hele de doğrudan o kişinin bir olaya ilişkin alacağı tavır ve düşüncesi söz konusu ise sormak, konuşmak ve teyit etmek gerekir. Ancak kendisine sorulmadan haber yapılmasından yakınan Kılıçdaroğlu, CHP’nin iki yıl önceki kurultayının iptaliyle ilgili davaların başlamasından bu yana adeta sessizlik yemini etmiş gibi.

Bir zamanlar gazetecilerle her karşılaşmasında sohbet eden, sorularını yanıtlayan Kılıçdaroğlu yok artık. Telefonlara çıkıp soruları yanıtlamadığı gibi, cenaze töreni için gittiği TBMM’de ya da bürosunun önünde bekleyen gazetecilerle bile konuşmuyor. Hem “Bana sorulmadan yazıldı” deyip hem de arandığında konuşmama kararlılığı içinde olması çelişkili.

Oysa CHP kurultayının tümüyle geçersiz sayılması, genel başkanlığa “kayyum” olarak atanması durumunda ne yapacağının merak edilmesi doğal. Öyle olunca da gazetecilik açısından doğru demiyorum; ama böyle kendisine atfen kulislerin, yakın çevresine dayanan haberlerin yazılması, konuşulması doğal bir sonuç.

Kılıçdaroğlu, gazetecilerin önüne çıkıp soruları yanıtlasa “yakın çevre” ve “kulis” haberlerini yalanlamakla uğraşmasına gerek kalmaz; gazeteciler kaynağından bilgi almış olurdu. Üstelik Kılıçdaroğlu, “kayyum” ve yargı süreciyle ilgili tavrını açıklamadığı sürece yalanlamalarının o “yakın çevre” ve “kulis” haberlerinin inandırıcılığını ortadan kaldıramayacağını biliyor olmalı.

Kılıçdaroğlu’nun tavrının siyasi sonuçları kendisini bağlar ama gazeteci arkadaşlarımızın işini zorlaştırdığı ortada. Gazeteci arkadaşlarımız, şeffaflığın olmadığı, muhatabının soruları yanıtlamadığı ortamda yine de kamuoyunun merakını gidermeye, bilgilendirmeye çabalıyorlar.

Tek cümleyle:

Hürriyet, Fenerbahçe kongresi öncesinde tam sayfa söyleşi yayımlayarak Başkan Ali Koç’a, Sözcü de geniş bir söyleşi yaparak rakibi Sadettin Saran’a destek verdi.

Now TV’de Ersin Düzen de kongrenin ilk günü Ali Koç’u ekrana çıkararak destek verdi; program sırasında Koç Holding’in şirketlerinden birinin reklamı yayımlandı.

Nefes’in “Yunan Dışişleri Bakanı skandal paylaşım yaptı” başlığında “Dışişleri Bakanı” deniyordu ama haberde Savunma Bakanı Nikos Dendias’tan söz ediliyordu.

Halktv sitesinin Nijerya’daki otobüs kazası haberinin başlığında “şarampole yuvarlandı” yerine “karambole girdi” yazılmıştı; haberdeki fotoğraf da 2013’ten bu yana AA, TRT Haber ve 12Punto gibi haber sitelerinde kullanılmış eski bir fotoğraftı.

Sabah, “Özel hastanede öldüren hata” haberinde olayın Özel Polatlı Can Hastanesi’nde meydana geldiğini yazarken İHA, Karar, Sözcü ve Türkiye suçlanan hastanenin adını gizledi.

Hürriyet, “Kediyi kurtarmaya çalışırken canından oluyordu” başlığını attı ama asıl kabahat o kadında değil, emniyet şeridinden hızla ilerleyen araç sürücüsündeydi.

Sözcü’nün “Benzine yeni zam beklentisi doğdu” başlıklı haberinde akaryakıt değil çiğ süt fiyatlarıyla ilgili artış talepleri aktarılıyordu.

E-ticaret firmasının tam sayfa ilanını, Sabah, Türkiye ve Milliyet “Bu bir ilandır” uyarısı koymadan haber içeren bir sayfaymış gibi yayımladılar.

ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]