Bir ülkenin bağımsızlığı, öncelikle bireylerinin doyması ile olası. Aç bırakılan bireyler, önce özgüvenlerini, sonra da umutlarını yitirirler. Bunun sonucunda ulusal bilinç kaybolur ve kitleler kim karınlarını doyurursa, onların egemenliği altına girerler.
Geçtiğimiz iki dünya, daha doğru bir deyimle iki paylaşım savaşında, Avrupa ve Rusya’da bu durum yaşandı.
Anılan savaşlarda açlıktan ölen insanların sayısı, neredeyse savaşarak ölenlerin sayısından fazlaydı. Avrupa’da şimdilerde kimilerince lüks tüketim sayılan kurbağa bacağı, salyangoz gibi uç besinlerin tüketimi, savaşlar sırasında ortaya çıktı. Bu ülkelerde, sokakta kedi, köpek kalmamıştı. Açlığın yıkımlarını yaşayan AB ülkelerinde tarımın olağanüstü desteklenmesinin ardında yatan gerçek buydu.
Diğer yandan küreselleşme adı verilen neoliberal politikalarla mal, hizmet ve sermaye hareketleri, bir denetime tabi olmaksızın zengin ülkelerin çıkarlarına göre, ancak üçüncü dünya ülkelerinin aleyhine uygulanmaya başlatıldı.
Bu politikalar, üçüncü dünya ülkelerine de başka çareleri olmadığı kabul ettirilerek benimsetildi.
Bu kapsamda ABD/AB için dış pazarlar, tarımsal açıdan da artık yaşamsal bir önem kazandı. Çünkü ellerinde olağanüstü tarım stokları oluşmuştu. Bu stokları eritmek ve kendi üreticisini korumak ve zenginliğini sürdürmeye yönelik olarak başta Uluslararası Para Fonu (UPF) olmak üzere birçok örgüt aracılığıyla özellikle gelişmekte olan ülkelerin pazarlarını zorladılar.
Onlar, dünya pazarını ele geçirmeye çalışırken Dünya Borsa Fiyatları'nı öne çıkardılar. Oysa saklanan bir gerçek söz konusuydu. Bu gerçek, ABD/AB gibi gelişmiş ülkelerde üreticinin eline geçen fiyatlar ile borsa fiyatları arasındaki farkın, devletçe karşılanması ve üreticinin her zaman borsada oluşan bu fiyatın üstünde ürününü değerlendirmesiydi.
Türkiye tarımında neoliberal politikalar, ağırlıklı olarak 12 Eylül 1980’den sonra yürürlüğe sokuldu. Bu amaçla, egemen çevrelerin denetiminde televoleci profların da açıklamalarıyla kamuoyuna aktarılan ve benimsetilen dört aşamalı görüş uygulamaya konuldu. Neydi bu görüşler;
• Türkiye tarımında uygulanan kamu destekli politikalar ekonomiye büyük yük olmuştur. Yaşanan ekonomik sıkıntıların önemli nedenlerinden birisi, tarımsal desteklemelerdir. Bunlar kara deliktir.
• Türkiye tarımının çağdaşlaştırılması için tek yol, zaman süreci içinde, bütün desteklemelerin ortadan kaldırılmasıdır. Her şeyin çaresi serbest piyasa ekonomisidir.
• Türk köylüsü, yılın çok sınırlı bir zaman diliminde çalışır, geri kalanında yatar. Yaratıcı değildir.
• Avrupa Birliği (AB) ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarımında piyasa ekonomisi geçerlidir.”
Bu görüşlerin ışığı altında uygulanan dışa bağımlı tarım politikalarıyla, Türkiye yeterince üretemez, hem kırsalı hem de kentliyi besleyemez duruma getirilmiştir. 2000’li yıllarla birlikte Türkiye tarım ürünleri ithalatçısı olmuştur. Türkiye her yıl on milyar doları geçen miktarda tarım ürünleri ithalatını artırılarak sürdürüyor.
Türkiye’nin tarım ürünleri ithal eden bir ülke durumuna getirilmesinde, 12 Eylül 1980’den sonra görev yapan bütün hükümetlerin sorumluluğu var. Başta Özal, Demirel, Çiller, Erbakan, Yılmaz olmak üzere Derviş yasalarını yürürlüğe koyan Ecevit hükümetleri unutulmamalı.
Bu hükümetlerin yanı sıra özellikle yoksulluk ve yolsuzluğu yenmek üzere 2002’den sonra iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetleri de tarımda neoliberal politikaları en yüksek boyutlara çıkardı.
Çiftçiler fakirleşti ve tarımı bırakmaya başladılar. Kişi başına giderek düşen tarımsal üretim artmadığı için gıda egemenliği açısından dışa bağımlı bir ülke durumuna gelmiş bulunuyoruz.
Tüketiciler de sağlıklı gıdaya ulaşamıyor. Kısaca 'Tarımda Bağımsızlık Yitirilmiş' durumda.
TARIMIN HAL-İ PÜRMELALİ
Türkiye çiftçisi ve tarımı zor günler yaşıyor. Çiftçi yoksullaştı, kimileri borçlarını ödeyemez duruma geldi, topraklarını yabancı bankalara satmaya başladılar.
Kentliler de çiftçilerin ucuza kapatılan ürünlerini yüksek fiyatla tüketir oldular. Türkiye gıda egemenliğini yitirdi ve tarım ürünleri dış alımcısı oldu.
Toplumda özgür bireylerin emek temelinde örgütlenmesi yerine etnik ve dinsel kültüre bağlı örgütlenmeler başat oldu. İşsizlik, salt fakirliği ve açlığı oluşturmadı, bireylerde ve toplumda ahlaki çöküntüyü de yarattı. Ana-babalar kızlarını satar duruma geldiler.
Durumun bu şekilde ortaya çıkmasına neden olan konuların başında da,Türkiye tarımında yaşanan büyük çöküş geliyor. Bugün Türkiye, enerji (tahıllar, yağ bitkileri, vb.), protein (kırmızı et, süt, vb.) ve giyinme (endüstri bitkileri, pamuk deri, yün, vb.) gereksinmesini karşılayan ürünler açısından mutlak ve nüfus başına düşen miktarlar açısından dışa bağımlı.
Kısaca tarım, yalnız kırsal kesimin değil, Türkiye’nin bir sorunu oldu.
TÜRKİYE’DE NEOLİBERAL POLİTİKALARLA ŞİRKET TARIMCILIĞI MI DEVREYE SOKULMAK İSTENİYOR?
Neoliberal politikalarla, son yıllarda aile işgücü temelli küçük ve orta ölçekli köylü /çiftçi işletmeleri yerine dev işletmelerin kurulması,bir başka deyişle 'Şirket Tarımcılığı' özendiriliyor ve olağanüstü destekleniyor.
Örneğin Türkiye’de kırmızı et ve süt açığını kapamak için binlerce başlık dev işletmelerin kurulması doğrultusunda girişimler öne çıkarılıyor.
Durum böyleyken neden Türkiye’ye dev işletmeler modeli dayatılıyor? Bunun arkasında yukarıda da belirtildiği üzere Batı’nın elinde sorun durumuna gelen tarımsal girdi (tohum, hayvan, ilaç, gübre gibi ) stoklarının eritilmesi talebi yatıyor.
Diğer yandan Tarımsal KİT’ler (SEK,Yemsan, Et-Balık Kurumu, Zirai Donatım Kurumu, Türkşeker,Tigem gibi) özelleştirildi, özelleştiriliyor ya da işlevsiz duruma getiriliyor.
Bunlardan TİGEM’ler, sertifikalı tahıl ve yem bitkileri tohumculuğu açısından yaşamsal öneme sahip ve çiftçinin damızlık hayvan gereksinmesi önemli ölçüde karşılıyordu. TİGEM’ler aynı zamanda eğitim yerleri ve araştırmacılara materyal ve olanak sağlıyordu. Onların özelleştirilmesi, «çiftçimizi yabancı şirketlere ve onlarla çıkar birliği içinde olanların insafına bırakmak demektir” anlamına geliyor.
TÜRKİYE İÇİN TARIMDA DOĞRU MODEL NE?
Dışa bağımlı neo-liberal politikalarla tarımda yeğlenen seçenek 'Şirket Tarımcılığı', doğru bir model olsaydı, yukarıda değinildiği üzere Türkiye gıda egemenliğini kaybetmezdi.
Doğru model; 'Tarımda Aile İşgücü Temelinde Köylü İşletmelerin Desteklenmesi ve Desteklemelerin Artırılması', 'Tarımda Kooperatifleşmeye Destek Verilmesi ve Sanayici Olmalarının Sağlanması', 'Tarımsal Üretimin Planlaması', 'Tarımsal Kitlerin Yeniden Kurulması', 'Toprak Reformunun Yapılması', 'Tarım Topraklarının Korunması', 'Tarım Yasalarının Yeniden Düzenlenmesi', 'Tarımsal ARGE ve Eğitimin Yeniden Düzenlenmesi', 'Uluslararası Finansal Örgütlerine Karşı Tavır Geliştirilmesi' ve 'Bölgesel Anlaşmaların Yapılması'ndan geçiyor.
Sonraki yazılarımda sırasıyla doğru model konusunda görüşlerimi dile getirmeye çalışacağım.
Evet, Türkiye tarımında işimiz zor. Ancak çözümler de var. Çözüm öncelikle başarabilme gücümüze inancımızdan geçiyor.
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
23 Kasım 2024 günlük burç yorumu
Fenerbahçe-Kayserispor muhtemel 11 belli oldu
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Al-Nassr'da kadroya alınmayan Talisca'nın gitmesine bu formülle izin verecek!
Kenan Yıldız Milan - Juventus maçında ilk 11'de mi? Maç ne zaman, saat kaçta?
Av. Turan Karakaş hayatını kaybetti
Verona- Inter maçında Hakan Çalhanoğlu oynayacak mı? 11'de yer alıyor mu?
Gazeteler Kılıçdaroğlu'nun davasını nasıl gördü?
Conor McGregor'a cinsel tacizden ceza