Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,7526
Dolar
Arrow
35,1594
İngiliz Sterlini
Arrow
44,1618
Altın
Arrow
2977,0000
BIST
Arrow
10.025

Hakan Fidan’ın HTŞ itirafları... Bahçeli’nin uyarıları...

Dünyanın ve Türkiye’nin terör örgütü saydığı HTŞ İdlib’den çıktı Şam’a gelip oturdu. “Yeni Suriye”yi de bizimkilerle birlikte kuracaklar!..

2017-2018’de Rusya, Türkiye ve İran’ın Astana’da aldıkları ortak kararla; TSK ve ÖSO’nun İdlib’e başlattığı harekâtın HTŞ’ye karşı olduğu açıklanırken HTŞ, şehre giren her unsuru “işgâlci” sayacaklarını bildirdi. Ama ne var ki; Reuters, “Türk Ordusu’nun İdlib’e HTŞ refakatinde girdiğini” öne sürdü. Birkaç gün sonra da HTŞ’nin dini liderlerinden Ebu’l Feth El-Ferğali, “Türkiye’nin işgâlci olmadığını” söyledi.

Erdoğan-Putin arasındaki Soçi Mutakabatı öncesinde; İdlib’teki cihatçılarla ılımlı muhaliflerin ayrılıp terörist unsurların etkisiz hale getirilmesi, burasının silahtan arındırılması “sorumluluğu” Türkiye’ye verilince, HTŞ’nin bizim neyimiz olduğunu merak eden, sorup sorgulayan çıkmadı.

Yine o dönemde Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, “İdlib’e gelenler zamanında buraya Türkiye üzerinden geldi. Dolayısıyla Türkiye burada kimin kim olduğunu iyi biliyor. Geldikleri yere dönmeleri de doğal gelişme olur.” derken, HTŞ’nin bir sözcüsü, “örgütün lağvedilmesi ve Türkiye destekli bir gruba katılmasını konuşma zamanı olmadığını” söyledi.

İlerleyen günlerde Milli Savunma Bakanlığımız, “bölgedeki ağır silahların çekilmesinin 10 Ekim 2018’de tamamlandığını” duyururken, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, “orada tüm gruplarla aktif olarak iş birliği yapma konusunda ana rolü, Türk ortakların oynadığını” belirtti.

Yabancı medyanın aktardığı tablo ise farklıydı. İddialara göre; HTŞ’nin bölgeden çekildiğine dair bir işaret yoktu; ayrıca, “Cihat tercihimizi ve kutsal devrimimizi gerçekleştirmeye yönelik savaşımızı terk etmedik.” demişti.

“Diplomatik Dil” mi?

Bugüne gelirsek; sadece medyası değil, başta Erdoğan olmak üzere iktidarın önde gelen hemen hemen tüm isimleri, “Suriye devrimini” Türkiye’nin gerçekleştirdiğini anlatıyor.

Doğru bile olsa; adeta “sürüye kurt çağırırcasına”, her şey her yerde böyle ulu orta söylenir mi? Nerede kaldı devlet ağırlığı ve ciddiyeti?!

Bu hamasetlere karşı Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “diplomatik bir dil” kullanarak devrilen çamları toplamaya çalıştığı savunuluyor.

İyi ama Fransız yayın kuruluşu France 24’e yaptığı açıklamaları ne yapacağız? Yazının başlangıcında yaptığımız hatırlatmaların sebebi de bu açıklama.

France 24; özetle şunları sordu:

“Dışişleri Bakanı olmadan önce istihbarat şefiydiniz. Ahmed eş Şara olarak bilinen HTŞ lideriyle temasınız olduğunu varsayıyorum. IŞİD ya da El Kaide gibi terörist gruplarla mücadelede faydalı oldular mı? Artık terörist olmadıklarını ve terörist gruplara karşı işbirliği yaptıklarını göstermek için mi sizinle ve Batılı yetkililerle işbirliği yaptılar?.. HTŞ, IŞİD’in eski lideri Ebubekir el-Bağdadi gibi hedefler konusunda da işbirliği yaptı mı?”

Fidan da, “HTŞ’nin özellikle IŞİD ile mücadelede istihbarat paylaşımı konusunda iyi işbirliklerinin olduğunu ve kendilerine çok yardımcı olduklarını”, “meselenin hassasiyeti nedeniyle o dönemde bunu kamuoyuna açıklamadıklarını” söyleyip, “DEAŞ ve El-Kaide ile bağlantılı örgütler hakkında istihbarat toplama ve (Ebubekir el-Bağdadi) gibi hedefler konusunda HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu.”dedi.

Böylece bizimle birlikte dünya da HTŞ’nin neyimiz olduğunu ve sorumluluğunun neden Türkiye’nin üzerine bırakıldığını gayet iyi öğrenip anladı!..

Bu durumda Suriye’deki olası faturaların Türkiye’ye kesilmesinin önü de açılmış olmadı mı?!

MİT Kanunu’na Böyle Karşı Çıktı

Esad yönetimi devrilince MİT Başkanı İbrahim Kalın, yanındaki görevlileri ifşa etme pahasına Emevi Camii’nde namaz kılmaya gidip eski MİT Başkanı Hakan Fidan da bunları anlatınca, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin 2014’te MİT Kanunu’nda yapılan değişikliklere nasıl karşı çıktığını hatırlamamak olmaz.

Bahçeli, 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonunun ardından gündeme getirilen 15 maddelik kanun teklifine tepki gösterirken, sadece İmralı-Kandil-HDP’yle yürütülen açılım-saçılım süreciyle bağlantısına değil, sınırlarımızdaki gelişmelerle ilgisine de dikkat çekip şöyle konuştu:

“Türkiye şu an itibariyle çoğunluğun baskısıyla, siyasi alanda tek kişinin arzularının yasa mertebesine çıkarıldığı ‘tiranlık rejimi’nin ayak sesleriyle tehdit edilmektedir. TBMM, Başbakan’ın tahakkümüne mahkûm hale getirilmiştir... Başbakan Erdoğan MİT’i tam manasıyla arka bahçesi yapmak, siyasi çıkarları uğruna baştan ayağa kullanmak amacıyla harekete geçmiştir... Söz konusu kanun teklifi her anlamda sorunlu, her açıdan tehlikelidir... Oslo’dan İmralı’ya, sınırlarımızdaki terör gruplarına yardımdan milli hedeflerimizin aleyhine olan dış politika tercihlerine kadar tüm yasa dışı, ahlak dışı, meşruiyet dışı ilişkilere kılıf bulmak için MİT Kanununu fırsat görmüştür... MİT mensuplarına, görevlerini yerine getirirken ceza ve infaz kurumlarındaki tutuklu ve hükümlerle görüşme, terör örgütleri dahil olmak üzere milli güvenliği tehdit eden bütün yapılarla irtibat kurabilme imkanı tanınmaktadır. Bunun yanında MİT’in; yerli ve yabancı her türlü kurum ve kuruluş ile tüm örgüt, oluşum ve kişilerle doğrudan ilişki kurabileceği, uygun koordinasyon yöntemlerini icra edebileceği verilen kanun teklifinde yer bulmaktadır... Başbakan, kendisine bağlı istihbarat teşkilatıyla ülke içinde ve ülke dışında operasyonel faaliyette bulunmanın hevesindedir. Bundan sonra örtülü operasyonların kapağı tekrar açılabilecektir... Türkiye’nin Saddam yönetimine, Esad idaresine, Baasçı vahşete sahne olmaması amacıyla milli iradeyi temsil eden muhterem milletvekilleri lazım gelen hassasiyet ve duyarlılığı göstermelidir... Tavsiyemiz odur ki, MİT’te görev alan ve alacak kişilerin güvenirliklerini ve uygunluklarını belirlemek için yalan makinesi uygulamasını getirme hazırlığında olan Başbakan, cesareti varsa, kendine güveniyorsa, o makineye millet huzurunda ilk önce kendisi oturmalıdır.”

Tablodaki Tek Değişiklik

2014 yılında başka şeyler de oldu. IŞİD, Musul Konsolosluğu’muzdaki 49 personeli rehin aldı... ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Ricciardone, Türkiye’nin Suriye’deki El Nusra ve Ahrar El Şam gibi bazı muhalif gruplara yardım edip birlikte çalıştığını öne sürdü... IŞİD’e karşı kurulacak uluslararası mücadele gücüne Türkiye’nin de katılması gündeme geldi.

İşte tüm bunlar üzerine MHP’nin o zamanki Teşkilât İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Şefkat Çetin de, “Tayyip Erdoğan Türkiye’yi teröristlerin sığınma evine çevirdi. Türk dış politikası ABD ve İŞİD’e rehin bırakıldı” başlıklı bir açıklama yapıp özetle şunları kaydetti:

“Türkiye’ye Ortadoğu’nun jandarması rolünü vermek için AKP hükümetinin sırtını sıvazlayan ABD, bir taraftan da Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu’nun İhvan ve El Nusra gibi bağlantılarını kullanarak terör destekçiliği suçlamalarıyla şantajda bulunmaktadır... Katar gibi bir ülkenin dahi rahatsız olduğu terör örgütü yöneticilerine Türkiye’nin kapılarını açan Tayyip Erdoğan, ülkemizi teröristlerin sığınma evine çevirmiştir... Nitekim ABD’nin Ankara eski büyükelçisi Ricciardone’nin, Türkiye’nin Suriye’deki bazı muhalif gruplara yardım ettiği ve yaptıkları uyarılara rağmen birlikte çalıştıklarına dair sözleri, Türkiye’nin ABD’nin baskı ve şantajıyla karşı karşıya olduğunu göstermektedir...1 Mart tezkeresi için yapılan at pazarlığı rezaletinden sabıkalı AKP’nin malum zaaflarının, IŞİD bahanesiyle bölgeye müdahaleye hazırlanan güçler tarafından yeniden kullanılmaya başlandığı anlaşılmaktadır... Ne kadar gizleseler de AKP’nin son yıllarda İslam dünyasında başlatılan yeni Haçlı seferinde içerdeki işbirlikçi rolünü oynadığı acı bir gerçektir... Bugün IŞİD bahanesiyle yapılan savaş hazırlığı, aslında ABD’nin yıllardır devam ettirdiği Büyük Ortadoğu Projesi’nin yeni bir adımıdır. Irak ve Suriye başta gelmek üzere İslam dünyasının büyük bölümünü yeniden dizayn etmek üzere ortaya atılan BOP projesinin esası, bir çoğu Baas rejiminin kontrolündeki ve Arap milliyetçiliğinin tesirindeki eski yapıların yıkılması ve kaosa dayalı yeni bir düzenin kurulması, yani İslam dünyasının boynundaki zincirin halkasının bir derece daha daraltılmasıdır... 2002’deki hükümet değişikliğinin en önemli sebebi, ABD’nin Irak operasyonuna MHP’nin geçit vermeyeceğinin bilinmesidir. Bu yüzden AKP hükümetinin ülkemizi soktuğu Ortadoğu bataklığından Türk milleti yine ancak kendi inanç ve birlikteliği ile çıkabilir. Bu inanç ve birlikteliği sağlayacak tek adres ise Milliyetçi Hareket Partisi ve onun iktidarıdır.”

10 yıl önce ortaya konan bu tablodaki tek değişiklik şu; MHP iktidar oldu, ama AKP’nin yanında. Şimdi ABD’nin alkışları arasında birlikte fethe çıkıyorlar!..