İmralı’daki teröristbaşının “manevi oğlu”, ABD Başkanı Trump’ın sözde generali, Suriye PKK’sının başı Mazlum Kobani, ona bağlı sözde Suriye Demokratik Güçleri (SDG), sözde Rojava özerk yönetimi ve dahi silahlı YPG’si ısrarla, “özerlik, adem-i merkeziyetçi yönetim” istiyor. ABD’nin verdiği silahların teslimini de reddediyor.
İktidarımızın medyası ise bu aktörlerin, “Suriye topraklarının bütünlüğüne bağlıyız” lafına sarılırken, koştuğu şartları görmezden gelip, Suriye’nin yeni devlet başkanı HTŞ’nin lideri Colani ile Mazlum Kobani arasında 10 Mart’ta yapılan anlaşma gereği, “Suriye’nin kuzeydoğusundaki sivil ve askeri kurumların Suriye devlet yönetimine entegre olacağını” anlatıyor.
Buna da “Tek millet, tek halk, tek ordu, tek Suriye. YPG’ye devlet borçlu değiliz.” diyen Trump’ın yeni BOP kayyımı, ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ı kefil gösteriyor!..
Barrack, Colani’ye, “SDG’yi koru” şartı koşmuş, “SDG’den silahları toplayıp örgütü lağvedecek misiniz?” sorusuna, “Beni aşar, Trump’a sorun” karşılığını vermiş ve Pentagon önümüzdeki sene için SDG’ye 130 milyon dolar ayırmış, ne gam!.. Yeter ki, Türk Milleti gerçekleri bilmesin, PKK’nın “mangal partileriyle” kandırılmaya çalışılsın.
Oysa Suriye yönetimi bile 10 Mart’ta imzalanan anlaşmada şu ana kadar herhangi bir ilerleme sağlanmadığını kabul ediyor.
''YPG ŞAM'A TESLİM OLDU'' DEMİŞLERDİ
Malûm, Mazlum Kobani 10 Mart’ta ABD helikopteriyle Şam’a götürüldü. ABD-Fransa ortaklığıyla Colani ve Mazlum Kobani’ye 8 maddelik anlaşma imzalatıldı.
O anlaşmadan evvel Colani yönetiminin ilk günlerinde iktidar ve medyasında havayı hatırlayalım.
Medya, Türkiye’ye bağlı Suriye Milli Ordusu’nun Suriye’yi PKK’dan kurtaracağını, operasyon için emir beklendiğini, 25 bin kişilik ordunun PKK/YPG’yi kuşattığını yazdı...
MSB kaynakları, “Suriye’deki yeni yönetim ve onun ordusu olan SMO’nun, Suriye halkı ile birlikte terör örgütü PKK/YPG tarafından işgâl edilen bölgeleri kurtaracağına inanıyoruz.” açıklamasını yaptı...
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise, “Şam’da artık yeni bir yönetim var. YPG/PKK sorunu, öncelikle onların sorunu. Eğer bu konuyu düzgün bir şekilde ele alırlarsa, bizim müdahale etmemiz için bir neden kalmaz.” derken, Suriye’nin kuzeyinde özerk bir bölgenin Türkiye açısından tehdit oluşturup oluşturmayacağı sorusuna şu karşılığı verdi:
“Sanırım Suriye halkı adına konuşmam doğru olmaz; çünkü bu, Suriyelilerin karar vereceği bir mesele. Ancak Türk politikası açısından şunu söyleyebilirim: Kürt, Arap ve Türkmen sivillerin kendi yerlerinde, yani memleketlerinde yaşamalarını isteriz. Bu insanlar rahatsız edilmemeli, zorla yerlerinden edilmemelidir.”
Böylece 10 Mart anlaşmasına vasıl olundu, herkes derin bir nefes aldı. Anlaşmanın ardından medyamızın attığı manşetler şöyleydi:
“Suriye’de kritik imza. Şara ve Mazlum Abdi el sıkışıp silahların bırakılması için anlaştı. Takım elbiseli tasfiye... Bütünleşme yolunda 8 maddelik Şam anlaşması... SDG Suriye yönetimine girdi... Terör örgütü YPG ve SDG Suriye ordusuna katıldı... YPG teslim oldu... YPG/SDG Şam'a teslim oldu... PYD/YPG Silah bıraktı... Haritada tek renge doğru. Suriye yeniden birleşiyor... Mutabakatın kazananı Suriye olacak... Türkiye’nin diplomasi trafiği ve operasyon hazırlığı YPG’yi anlaşmaya zorladı... Umutlar bitti kendini feshetti... İpler Ankara’nın elinde... ABD ve İsrail’in terör devleti hayali yalan oldu. SDG’nin İmralı’nın çağrısına uyarak Suriye yönetimiyle anlaşması, Türkiye’nin gücünü tüm dünyaya gösterdi...”
Yeni açılımın mimarı MHP’nin gazetesi Türkgün’ün başyazısındaki ifadeleri ayrıca aktaralım; “Hiçbir fitnebaz bu süreci baltalayamaz... Son olarak Suriye’de terör örgütü PKK’nın kolu olan YPG Suriye'nin yeni yönetimine tabi olacağına dair bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmayla birlikte Suriye haritası yeşile döndü ve tek çatı oluşturuldu.” dendi.
O düğün-bayram ortamında sadece Cumhuriyet Gazetesi, “Ucu açık anlaşma” tespitini yaptı.
Biz de; “İpe un serildiği o kadar belli ki!.. Komisyonlar kurulacak, görüşecekler ve anlaşmanın yıl sonuna kadar hayata geçirilmesine çalışılacak falan. Yani SDG görünümlü PKK/YPG/PYD, en az 9 ay daha zaman kazanmış oldu.” dedikten sonra “Ya da Türkiye’yi oyalamanın yol haritası” yorumunu yaptık.
BAHÇELİ'NİN ÖFKESİ: ''ÇİRKEFLİK''
Gelinen nokta ortada.
Öyle ki, açılımın mimarı MHP Lideri Devlet Bahçeli bile dayanamayıp birkaç gün önce yine “terörsüz Türkiye” planını övdü, ardından şunları söyledi:
“Suriye’de SDG kisvesine bürünen YPG/PYD’nin 10 Mart 2025 mutabakatına hâlâ riayet etmemesi, hem Şam yönetiminin hem de ülkemizin güvenliğini tehdit eden temas ve faaliyetlerini ara vermeden sürdürmesi tarihi bir yanlıştır. Ve bu yanlıştan derhal dönülmeli, 10 Mart mutabakatına harfiyen uyulmalıdır. Ardı arkasına patlayan skandallarla çalkalanan ABD yönetimi ise tavşana kaç tazıya tut politikasından vazgeçmeli, el altından sürdürdüğü İsrail havariliğini sonlandırmalı, YPG/PYD’nin tasfiyesine dürüstçe destek olmalıdır. Terörsüz Türkiye’nin menziline adım adım yaklaşılırken YPG/PYD’nin süreci ağırdan alması, gelişmeleri sakatlama arayışı kabul edilemez bir çirkefliktir.”
“PKK’nın kurucu önderliği” yani İmralı’daki teröristbaşının 27 Şubat’ta yaptığı çağrının örgütün tüm bileşen ve yapıları için bağlayıcı ve geçerli olduğunu da savunan Bahçeli, “MHP için dikkate alınması gereken asıl çağrı İmralı çağrısıdır.” dedi.
Buna karşılık Bahçeli’nin kapılarda karşılayıp masaya oturduğu ve her fırsatta şükranlarını sunduğu DEM’liler ile SDG kisvesindekilerin tavrı ne oldu?
DEM eş başkanı Tuncer Bakırhan, “Dürzilerin mutlu olmadığı ve sürekli katliam tehdidiyle karşı karşıya kaldıkları bir Suriye, devlet olsa ne olur olmasa ne olur? Kürtlerin kendi kimlikleriyle yaşamadıkları bir Suriye'nin etrafı metrelerce duvarla kaplansa ne olur? Bu bölgedeki rejimler, bu meseleleri bir türlü idrak edemedi.” diye buyurdu.
Sözde Rojava özerk yönetiminin dış ilişkiler eş başkanı İlham Ahmed, 10 Mart anlaşmasında yer alan entegrasyonu “teslimiyet” değil, “karşılıklı tanıma” şeklinde anladıklarını, mevcut koşullarda silah bırakmanın gündemlerinde olmadığını, bunun “intihar” anlamına geleceğini açıklayıp, “adem-i merkeziyetçi bir Suriye modelini” savunduklarını vurguladı.
Asıl önemlisi İham Ahmed’in, “Abdullah Öcalan’la bir görüşmeniz oldu mu?”, “Öcalan PKK’dan silah bırakmasını istedi. Sizden de silah bırakmanızı istedi mi?” sorularına verdiği cevaplardı.
Teröristbaşıyla görüşme konusunda, “Olmuş da olabilir, olmamış da olabilir” diyen Ahmed şunları anlattı:
“Yani bilgi alıyoruz. Direkt veya dolaylı bilgiler diyelim. Böyle çok hassas bir zamanda önder Öcalan'ın devreye girmesi ve gerçekten bu kadar cesur ve büyük bir inisiyatif göstermesi için bir fırsat, imkân doğdu. Bence bu inisiyatif sadece Kürtler için değil, tüm Ortadoğu içindir... Ama biz onun geliştirdiği bu inisiyatifin Rojava için, Kuzey ve Doğu Suriye için de çok önemli sonuçlar doğurduğunu söyleyebiliriz. Bu çerçevede, genel çözüm projesi için hem Kuzey Kürdistan'da hem de Kürdistan'ın dört parçası için esastır... Silah bırakmak bizim için gündemde değil, kesinlikle gündemde değil. Suriye'nin durumu o kadar vahşice yönetiliyor ki, herkesin gözü önünde, dünyanın gözü önünde insanlar katlediliyor, katliamlar, soykırımlar yapılıyor. Bu durumda DSG’den silah bırakmasını istemek, ‘Git öl.’ demek gibidir. Bu yüzden çok tehlikeli.”
BAHÇELİ TERÖRİSTBAŞININ ÇAĞRISINI ESAS ALIYORSA
SDG/YPG/PYD’nin bu tavrı, “Sırtını ABD-İsrail’e dayadı, Öcalan’a meydan okuyor” diye yorumlanabilir.
O halde ay ortasında teröristbaşını ziyaret eden kardeşi Mehmet Öcalan’ın yaptığı açıklamayı hatırlatalım.
Mehmet Öcalan, ağabeyinin “Biz üzerimize düşeni yaptık, artık yapacağımız bir şey yoktur. Rojava’da Kürtler asla silah bırakamaz... SDG gerekirse Tabka’da Suriye demokratik cumhuriyetini ilân edebilir... Ahmet Şara IŞİD’in başıdır, yarın ne yapacağı belli değildir.” dediğini öne sürdü.
İlginçtir, DEM İmralı heyeti bunu apar topar yalanlayıp “Heyetçe sunulan ve anlatılanlar dışında tahrif edilmiş, spekülatif ve mesnetsiz yorumlara tabi tutulmuş belge ve bilgilere itibar edilmemesini” istedi.
Tamam, ne SDG’lilerin ne Mehmet Öcalan’ın sözlerine itibar edelim.
Ama bir de Bahçeli’nin esas aldığı 27 Şubat çağrısı sürecinde teröristbaşının, Mazlum Kobani’ye gönderdiği bir mektup vardı hani. İlk açılım sürecinde Ankara’nın kırmızı halılar serip karşıladığı PYD’nin eski eş genel başkanı Salih Müslim 10 Mart anlaşmasını değerlendirirken, anlaşmanın o mektupla uyumlu olduğunu belirtmiş ve “mektupta herhangi bir silahsızlanmadan veya öz savunmadan geri adım atmaya dair bir şey bulunmadığını” söylemişti.
Herhalde bu mektup devletin bilgisi dahilinde gitmiştir ve yetkililerimizin elinde vardır. Açıklansın da teröristbaşı, Mazlum Kobani’ye ne talimatlar vermiş ve “çirkeflik” yapanlar kimlermiş, hep birlikte öğrenip rahatlayalım!..
Müyesser YILDIZ
30 Temmuz 2025
Çok Okunanlar

Haydi şu İmralı mektubunu açıklayın!..

Yangının ortasında kalan Mucize Bahçe! Orası hariç her yer kül oldu

AKP’li Konya Büyükşehir Belediyesi’nden 20 milyonluk söyleşi!

Rusya'da deprem oldu, AKP'li Birinci Cumhuriyet'i hedef aldı!

Kamera kayıtları Yargıtay'a sunuldu! Kritik detaylar ortaya çıktı

Kızılcahamam kampında gündeme gelmiş: Hangi bakanlar gidici?

İktidarda sular durulmuyor! AKP meclis grubunda derin kriz

CHP lideri Özgür Özel tehdit aldığını açıkladı

İnan Kıraç davasında 320 milyon liralık avukatlık ücreti tartışması

'Film Koptu'