Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
46,8469
Dolar
Arrow
40,5798
İngiliz Sterlini
Arrow
54,2381
Altın
Arrow
4339,0000
BIST
Arrow
10.642

PKK açılımında son söz-2: 2007’de 'Birçok Ulus Devlet Kaybedecek' diyen kimdi?

Bu beşinci PKK açılımı için “devlet aklı” dendi; bölgedeki gelişmeler sebebiyle bekamız terör örgütüyle “barış”a endekslendi.

Son olarak Savunma Bakanı Yaşar Güler de şöyle konuştu:

“Hepinizin yakından takip ettiği üzere küresel ve bölgesel güvenlik risk altındadır. Bir asır önce bölgemizde cetvelle harita çizip Orta Doğu coğrafyasını kırk yamalı bohçaya çevirenler, bugün de aynı emellerle hareket etmektedir. Çevre coğrafyamızda yeni planlar kurulurken, Türkiye’nin bu oyunları bozacak adımları kararlılıkla atması gerekiyordu. Bizler de bu adımları Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde ve devlet aklının bir gereği olarak attık, atmaya da devam edeceğiz. Bu kapsamda hayata geçirdiğimiz proaktif tedbir ve uygulamalarla artık tarihî dönemecin içerisindeyiz. 40 yıldır milletçe ezeli ve ebedi kardeşliğimize dinamit koyan, enerjimizi ve kaynaklarımızı tüketen terör belasından ülkemizi kurtarmakta kararlıyız.”

“Devlet aklı” neyi öngördü?

Yine İmralı’daki teröristbaşını muhatap almakla kalmadı, onu adeta Kürt kökenli vatandaşlarımızın temsilcisi konumuma yükseltti... Sürecin akıbetini ise Suriye’deki terör örgütünün de silah bırakarak Şam yönetimine entegre olmasına bağladı.

Ancak Suriye PKK’sı “adem-i merkeziyetçi” yapıda ısrar edip örgütün hamisi ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack da, “Federasyonun biraz altında bir yapı düşünülmeli” deyince, Ankara “kılıcı kınından çıkarmalı” mesajlar vermeye başladı.

Dolaylı cevap yine milletin “istenmeyen adam” saydığı, iktidarın ise övmeye doyamadığı Barrack’tan geldi. YPG’nin artık PKK ile ilişkili değil, ABD’nin müttefiki olduğunu belirten Barrack şunları da kaydetti:

Mazlum [Abdi] ve bu grubu temsil eden DSG ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temsilcileri Hakan Fidan ve İbrahim Kalın bu durumu ayarlarken sorumlu davranıyorlar, değil mi? Aramızda diyalog var. Ama burada da daha fazla diyaloğa ihtiyacımız var.”

Yani, “YPG/SDG’ye değil ABD’ye kılıç çekilmiş sayarız” demeye getirdi!..

İŞADAMLARI TERÖRİSTBAŞINA CEO'LUK MU TEKLİF EDECEK?

PKK’nın 30 silah yakmasına karşılık TBMM’de kurulan komisyonun iş ve işlevi de iyice karıştı.

Başkan Numan Kurtulmuş, komisyonda yasa, anayasa hazırlanmayacağını bildirirken, bugüne kadar yapılan çalışmalarda hiçbir şekilde özerklik, bağımsızlık, ayrı bir bölge, Kürtçe’nin resmi dil olması gibi en ufak bir talebin gündeme gelmediğini savundu.

Dinlenen kimi temsilcilerin, 1921 Anayasa’sındaki adem-i merkeziyetçi ruhu esas alan bir anayasa, Kürtçe eğitim-öğretim istemesini geçelim; bizatihi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin son Başbakanı ve Türk Dünyası Aksakallılar Konseyi Başkanı Binali Yıldırım, vatandaşlık tanımımın güncellenmesinden girip yeni anayasadan çıkmadı mı?

Başkan Kurtulmuş ya bunları duymadı, ya da?!

İmralı’da “manifesto” hazırlayan teröristbaşı da gidişattan sıkıldı ki; üç kilit kavram olan “demokratik toplum, barış ve entegrasyon” temelinde bütün boyutlarda “adımların ivedilikle atıldığı yeni bir aşamanın gereğinden” dem vurdu.

DEM’liler, komisyonun İmralı’ya gidip teröristbaşıyla görüşmesini teklif etti. PKK ise bunu teröristbaşına hakaret sayıp “rehin” durumundan çıkarılarak onun Meclis’e gelmesini şart koştu.

İşte 7 oturumdan sonra ortaya çıkan bu tablo sadece AKP’lileri değil, Abdülkadir Selvi’yi bile çileden çıkardı. Komisyonunun “Kürt sorununu” çözme veya Türkiye’nin Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde çalışmaları yapmak gibi bir görevinin olmadığını belirten Selvi, “Komisyon amacının ötesinde işler yapmaya kalkarsa işlevsiz kalır, dağılır gider.” dedi.

Bu hafta çalışmalarına ara verecek olan komisyon, 10-11 Eylül’de yapılması beklenen toplantıda, “iş dünyasının, memur ve işçi sendikalarının temsilcileri ile akademisyenleri” dinleyecekmiş.

Allah Allah!.. Mesele, teröristlerin silah bırakıp teslim olmasından sonra hukuken akıbetlerinin ne olacağının kararlaştırılması değil mi?.. Memur ve işçi sendikaları bu konuda ne diyecek?.. Veya iş dünyası, teröristlerin “topluma entegrasyonu” için Öcalan veya diğerlerine CEO’luk teklifinde falan mı bulunacak?!

MHP'Lİ İKTİDAR İDAM CEZASINI KALDIRDI  

Güncel gelişmeleri böylece özetledikten sonra hafızaları tazelemek adına, “PKK açılımında son sözü kim söyleyecek” diye sormaya devam edelim.

Bu konudaki ilk yazımızda, teröristbaşının idam dosyasının Meclis’e gönderilmeyip Başbakanlık’ta nasıl bekletildiğini hatırlattık.

Merhum Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz’la birlikte MHP Lideri Bahçeli’nin aldığı bu kararın ardından “AB’ye uyum” kapsamında hazırlanan “Ulusal Program”da idamın kaldırılacağı taahhüdünde bulunuldu... Gereği de yapıldı ve Anayasa’ya, “Savaş, çok yakın savaş ve terör suçları dışında ölüm cezası uygulanamaz.” hükmü kondu... Bunu TCK değişikliği izledi...

O dönemden iki not aktaralım.

İdamın kalkmasıyla ilgili değişiklik Anayasa Komisyonu’nda görüşülürken, bazı AKP’liler teröristbaşının kapsam dışı bırakılması yönünde önerge verdi. Bu sırada Bahçeli, MHP milletvekillerini odasına çağırdı. MHP’liler toplantıya döndükten sonra bu önergenin reddi yönünde oy kullandı.

Sürece şiddetle muhalefet ettiği için MHP’de ihraç edilen merhum Mersin Milletvekili Ali Güngör, “Eğer bunlara evet dersek millet de, MHP’liler de, Ülkücüler de affetmez.” diyerek bu konudaki düşüncelerini paylaştığı Bahçeli’nin, “Ali Ağa unuturlar, merak etme.” karşılığını verdiğini açıkladı.

Bundan 24 yıl sonra; Ali Güngör’ün TBMM Grubu’nda danışman olarak görev yapan oğlu Oğuzhan Güngör’ün de Bahçeli’nin 22 Ekim’de teröristbaşına yaptığı çağrıyı eleştirdiği için görevine son verildiğini kaydedelim.

AKP İDAMI TÜMDEN KALDIRIP AFFA GİRİŞTİ

Kasım 2002’de iktidara gelen AKP’nin teröristbaşı ve PKK için yaptıkların özetleyelim: 

- 2003 ve 2004’te idam cezasının kaldırılmasını öngören Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı ve 13’üncü protokolleri imzalandı... Mayıs 2004’teki değişiklikle de idam cezasının tüm kalıntıları anayasadan ayıklandı.

- Yine 2003’te ABD, PKK’yla mücadele için “Topluma Kazandırma Yasası” çıkartılması şartını koştuğunda, AKP’liler “Öcalan, Hizbullah ve Sivas sanıklarının” da kapsama alınmasını isteyince dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, “Tepkileri dikkate alarak, doğrudan eyleme sevk eden lider kadronun kapsam dışında tutulduğunu” açıkladı.

- Haziran 2005’teki TCK değişikliğinde, Öcalan’ın hüküm giydiği 125. maddeye bir kelime eklendi. Bunun Öcalan’ın lehine olduğu ortaya çıktı, madde hemen eski haline döndürüldü.

- 2006’da Terörle Mücadele Yasa taslağının 6. maddesine, “Lider kadrosunun da etkin pişmanlıktan yararlanması” ifadesi kondu. Başbakan Erdoğan, “haberim yok” derken, dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek, “Bunu, devletin birimlerinin istediğini” söyledi. DTP’li Sırrı Sakık da, “Bu maddeyi devletin bir kesimi koydu, ama herhalde güçleri yetmedi” iddiasında bulundu.

KAPALI KAPILAR ARDINDA... 'DEEP BACKGROUND'' BİLGİLER

Erdoğan’ın 2005’te Diyarbakır’a gidip, “Kürt sorunu vardır ve benim sorunumdur” deyip “devlet adına özür dilemesinden” sonraki döneme gelelim.

Temmuz 2006’da Sabah’ın Ankara temsilcisi olan Aslı Aydıntaşbaş, 1 yıldır kapalı kapılar ardında “devletin zirvesince de onaylanarak sessizce uygulamaya sokulan en kapsamlı PKK’yı dağdan indirme” projesini yazdı. Türkiye’nin “önemli güvenlik kuruluşundaki bir üst düzey yöneticinin” Barzani ve Talabani’yle görüştüğünü, Irak’ın kuzeyindeki 2 bini aşkın teröristin silah bırakarak Türkiye’ye dönmesi için baskı yapıldığını, “aracıların genel af önerdiğini”; bunun şu anda mümkün olmadığının, “ancak yönetici kadro dışındakilerin sessiz sedasız Türkiye’ye dönmelerinin kabul edilebileceğinin” bildirildiğini, Türkiye’ye dönmesi mümkün olmayan 450 yönetici kadronun bir Kuzey Avrupa ülkesine yerleştirilmesinin önerildiğini ve “bir yandan demokratikleşme çabalarının sürdürülmesi, diğer yandan Öcalan’ın örgüte ‘silah bırak’ demesinin söz konusu olduğunu” öne sürdü.

Bu iddia ortalığı karıştırdı. Böyle bir plan olup olmadığı sorulduğunda da dönemin Başbakanı Erdoğan’ın cevabı, “Bu soruyu sormak ihanettir.” oldu.

Aydıntaşbaş’ın “önemli güvenlik kuruluşunun üst düzey yöneticisi” dediği ise MİT Müsteşarı Emre Taner’den başkası değildi.

Aydıntaşbaş’ın hemen ardından İsmet Berkan, 2005’te “devletin en üst güvenlik birimlerinden birinin başındaki üst düzey görevli ile deep background-kaynak belirtmeden, sadece bilgi olarak kullanmak” üzere Murat Yetkin’le birlikte yaptıkları sohbeti açıkladı. Berkan’ın PKK planı ile ilgili anlattıkları, Aydıntaşbaş’ın yazdıklarından farklı değildi. İlavesi şu can sıkıcı konulardı:

- “Üst düzey görevliler ve siyasiler kapalı kapılar ardında gerçeği kabullense de, alt düzeyde ciddi bir direniş vardı. Direniş gösteren birimler de Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve bazı askeri birimlerdi. Aynı iklim medyada ve bir ölçüde kamuoyunda da mevcuttu...”

- “Barzani federe devleti gerçeğinin kabul edilmemesi ve Barzani’ye ‘aşiret reisi’ denmeye devam edilmesi halinde PKK’yı tasfiye planını işletme imkânı yoktu...”

İsmet Berkan’ın, “Aslı Aydıntaşbaş’ın konuştuğu kaynak, galiba bizim kaynağımızla aynı kişi.” dediğini de vurgulayalım.

Bugüne gelirsek; aynı şeyler konuşulmuyor mu?.. Yine Barzaniler, Talabaniler devrede değil mi?.. Ve sürecin “ana aktörü” yine MİT değil mi?!

Tek fark; “devlet aklı” denildiğine göre, devlette “direniş gösteren” kalmadı, tam bir uyum var...

Bir de kamuoyunun tepkisi sürüyor. TBMM ve komisyon başkanı Numan Kurtulmuş’un, “Komisyonun amacı, Türkiye’de toplumsal rızanın da artırılmasıdır... Devlet politikası olan bu konuyu, millet politikası haline getirmektir.” demesi bundan!..

''EZBER BOZAN'' MİT MESAJI 

Ocak 2007; MİT’in 80’inci kuruluş yıldönümü münasebetiyle Müsteşar Emre Taner “ezber bozan” bir mesaj yayımladı.

Taner, bölgemizle ilgili olarak özetle şu tespitleri yaptı:

Türkiye, bir yandan yakın zamana kadar değişik çap ve karakterde savaşların yer aldığı ve halen potansiyel çatışma tehditlerinin bulunduğu Balkanlar, diğer yandan birçok bakımdan sürtüşmelere sahne olan ve çeşitli istikrarsızlık potansiyelleri taşıyan Kafkaslar ile yaklaşık 40 yıldır fiili çatışmalar ve terörist faaliyetlerle yoğrulmuş Ortadoğu’nun arasında bir iç hat pozisyonuna sahip halde bulunmaktadır. Ayrıca bu pozisyon kademeli olarak Orta Asya’ya açılan alanlarla da bağlantılıdır. Bu üç bölgenin ve Orta Asya’nın birçok bakımdan küresel politikaların ve ‘rol’ savaşlarının belirli açılardan yoğunlaştığı alanları oluşturduğu da bir gerçektir. Dolayısıyla yeni sorun ve tehditler doğrultusunda 21. yüzyılda doğuya doğru genişleyen dinamik bir alan söz konusu olmakta ve bu durum Türkiye’nin gittikçe genişleyen bir alanda merkezi pozisyon kazandığını/kazanacağını göstermektedir.”

Ardından, “Başroldekiler ve figüranlar değişiyor. Bazı ulus devletler tarih maratonunu kaybedecekler ve ulusal egemenliklerini yitirecekler.” dedi.

Tam 18 yıl geçti; sadece 2005-2009 değil, 2010-2015 arasındaki süreçlerde de MİT başroldeydi ve benzer şeyler tartışılıp yaşandı.

Bu nasıl “devlet aklı”dır ki, hâlâ aynı yol ve yöntemlerden medet umuluyor?

Emre Taner’in, “ulus devletler kaybedecek” kehanetini; Türkiye’nin 18 yıldır izlediği politikaların kime yaradığı ve de Trump’ın Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın, “Güçlü ulus devletler İsrail için bir tehdittir.” sözüyle birlikte düşünelim!..

Ahmet B. Ercilasun Hoca’nın 15 Haziran’daki şu satırlarıyla bitirelim:

“Türkiye Cumhuriyeti, iktidardan ve ona bağlı resmî kurumlardan ibaret değildir. Türkiye Cumhuriyeti demek, Türk milletinin tamamı demektir ve Türk milleti her türlü baskıyı, hileyi, gizli süreci püskürtecek güce sahiptir.”

Ez cümle; on yıllardır devlet söyleyeceğini söyledi. Sıra Türk Milleti’nin “son sözü”ndedir!..