Bir süredir herkesin dilinde, içinde yankılanan tek bir soru; “Bize ne oluyor?”
Önceleri de bu kadar fazla mıydı şiddet? İnsanın olduğu her yerde, her coğrafyada ve her devirde şiddet vardı. Eski zamanlarda da,bugün olduğu gibi yine kadın ve çocuklar buna en çok maruz kalanlardı.
Türkiye’de son yıllarda artan şiddet kültürü, özellikle kadına yönelik şiddet olayları, toplumun psikolojik ve sosyolojik yapısını derinden etkiliyor. Hepimiz acı bir keder, tarifsiz bir çaresizlik içindeyiz…
Kadına karşı işlenen suçların artması, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor.
Kadınlar, evde, işte ve sokakta kendilerini güvende hissetmiyor.
Hissedemiyoruz!…
Bu durumun, toplumda güven duygusunu zayıflattığını ve gelecek nesillerde güvensizlikle büyüyen bireyler yetişmesine yol açtığını da söyleyebilirim.
Başta kendi kızım olmak üzere, çocuklarımıza biz onların yaşlarındayken henüz bilmediğimiz durumları açıklamaya çalışıyoruz…
Kadınların yaşadığı travmalar, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir mesele haline gelmiş durumda.
Şiddet, sadece fiziksel değil, psikolojik ve ekonomik yönleriyle de toplumu yıpratıyor.
Kadınlar, haklarını savunmaya çalışırken, aynı zamanda bu tür baskı ve tehditlerle başa çıkmak zorunda kalıyorlar.
Vakti zamanında mecliste kadın hakları ile ilgili konuşan bir kadın milletvekiline, bir erkek vekilin “Bir kadın olarak sus!” demesi aklıma geliyor.
Bu noktada şiddetin sıradanlaşması ve toplumda kabul görmesi, şiddet kültürünü besliyor. Şiddeti önlemek için atılması gereken adımlar, toplumun her kesiminde cinsiyet eşitliği bilincinin artırılması ve kadına yönelik şiddetin normalleştirilmesine karşı net bir duruş sergilenmesiyle mümkün olabilir.
Kaldırılan 6284 sayılı İstanbul Sözleşmesi ise bu mücadelenin bel kemiğiydi.
Bu sözleşme, kadına yönelik şiddetle mücadelede devletin yükümlülüklerini belirleyen önemli bir çerçeve sunuyordu. Ancak, sözleşmenin feshedilmesi, kadınların korunması konusunda ciddi bir boşluk yarattı.
İstanbul Sözleşmesi, sadece hukuki değil, aynı zamanda sosyal bir dönüşümü hedefliyordu. Bu tür adımların geri alınması, toplumsal cinsiyet eşitliğini baltalıyor ve şiddetle mücadeledeki kazanımları geriye götürüyor.
Toplumun her katmanında, kadına yönelik şiddetin önlenmesi için aktif bir mücadeleye ihtiyaç var. Medyanın, eğitimin ve sivil toplumun bu süreçteki rolü çok önemli elbette...
Ama en önemli rol evlat yetiştiren annelerde…
Kızlarını, erkek çocuklarını eşit, birbirine saygılı, sınırlarını nasıl koyması ve koruması gerektiğini anlatarak;
Ahlâk kavramının sadece kadın bedeni ile sınırlandırılmasının karşısında olarak;
İnsanların sadece iyi ve kötü olarak ikiye ayrıldığını ve seçtiğimiz tarafın da bizim tercihimiz olduğunu anlatarak;
Kadınların sesinin duyulması, haklarının korunması ve eşit bir toplum inşa etmek için verilen mücadeleleri “ama, fakat” demeden destekleyerek…
Şiddet, toplumun bütününü etkileyen bir yara. Bu yaranın sarılması, ancak bilinçli ve kararlı adımlarla mümkün olabilir.
Hepimiz şimdiye kadar mücadele ettiğimizden daha çok mücadele etmeliyiz.
Ve artık kim, nasıl, nerde, kiminle, ne olmuş, ne giymiş, gülmüş mü sorularını sormadan, düşünmeden her kadın, genç kız, evlat için;
“BİR KADIN OLARAK SUSMA!
Çok Okunanlar

Fatih Altaylı Silivri'den yeni mektup yolladı!

'Deliler Delisi' Muhammed Yakut'un hayatını kaybettiği iddia edildi

İzmir Büyükşehir Belediyesi operasyonlarını kimin başlattığını açıkladı

Türkiye'de en çok güvenilen kurum belli oldu

Ümit Özdağ'dan çarpıcı Kuzey Irak iddiası

Erdoğan 'Sadece İstanbul değil' mesajı vermişti, ardından operasyon geldi

Sinan Ateş suikastı davasında sürpriz birleştirme kararı

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yetkiyi kullanabilecek

Naci Görür'den kritik uyarı geldi!

Fener'e Paris paketi! Partey için geri sayım başladı