Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.367

Akademiye de VAR'ın zamanı geldi de geçiyor!!!!

Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de futbol en çok takip edilen, ilgi gören spor dallarının başında gelir.

'Filenin Sultanları' sonrası voleybol da halkımızın radarına takıldı. Arkadaşları tebrik ediyorum. Ülkemize yaşattıkları onur, gurur ve başarı hepimizin göğsünü kabarttı, koca koca insanların sevinç gözyaşı dökmesine neden oldu. 

Yine de futbolun yeri ayrı. 

Fakirle zenginin buluştuğu, saydığı, sövdüğü sınıfsız ve sınırsız bir alan. 

Fakir mahalle çocuklarının da özgürce içine girebildiği bir spor dalı. 

Basketbol için saha lazım, pota lazım bir de nispeten pahalı bir top lazım. 

Günümüzde bunlar her ne kadar kolay ulaşılır olsa da 1980’lerde başlayan Amerika-Çin ilişkileri öncesine denk gelen bizim çocukluğumuzda çok pahalıydı.

1980’lerden sonra “Gominis” Çin ve “Kapitalist” Amerika’nın ucuz üretim modeli ile eskiden rüyalarımızı süsleyen, sadece zengin çocuklarının tekelinde olan ürünlere bizim gibi ayak takımı fukaralar da ulaşma fırsatı yakaladı.

Allah “Gominis”! Çin’den razı olsun.

Hem topu, hem oyuncağı, hem de ayakkabısı oldu günümüzün babası zengin olmayan çocukların.  

Çocuk için olayın politik tarafı önemli değil.

Zenginin topuna, bisikletine ve oyuncağına muhtaç olup olmaması önemli.

Büyüklerin kurgulayacağı politika, çocukları mutlu etmiyorsa pek bir anlam ifade etmez.

Neyse, bu kadar sevilen ve ilgi gören futbol dünyasını kimse rahat bırakmazdı, bırakmadı da. 

Hala ofsayt nedir, nasıl olur, kim kimden önde olacak algoritmasını çözememiş dumkoflar, ayağına top değmemiş, topu karpuz sanan haydut iş adamları, 2. sınıf otopark mafyası, hayali ihracatçısı, akaryakıt kaçakçısı, itibar görmek, kara para aklamak ya da meşhur olup metres hayatını renklendirmek ve çeşitlendirmek isteyen yeşilçam dürzüleri diyebileceğiniz insanlar futbol aleminin içine daldı ve tarumar etti güzelim spor dalını.

Futbolun içinden yetişenler, ne federasyonda ne de kulüp yönetimlerinde söz sahibi oldular. 

Öyle ki, bazılarının tesislere girişi bile yasaklandı.

Hösst, kimi kimin yerinden kovuyorsunuz!

Yarın sizi kimse hatırlamayacak.

Çocukların hayallerini kulüp yöneticileri değil, Lefter, Sinyor Bartu, Metin Oktay, Şenol, Tugay, Sergen, Volkan, Hami, Aykut ve Ünal gibiler süsler. 

Aynşıtayn’ın “enerjinin korunumu yasası” gereği sahaya yüreğini koyan İsmail Kartal’lar hep vardı, hep de var olacak. Korumayla gezip, kıçı ısıtmalı koltuk arayanlar değil.

Bunun yanında bazı isimler var ki, Türk futbolunun ilerlemesine büyük emek ve katkı verdiler. Sayıları çok fazla olduğu için buraya yazmayayım. 

Unuttuklarım olabilir. 

Ayıp olur sonra.

Ancak en sevdiğim başkanları yazmadan da geçemeyeceğim. 

Süleyman Seba

Alp Yalman 

Sadri Şener

Faruk Özak 

Ali Koç

Parantezi kapatalım. 

Konumuza dönelim.

Türk futbolu yıllarca 3 büyük İstanbul kulübü arasında yaşanan mücadele ile konuşuldu.

Şampiyon kim olacak.

1970’lerde Trabzonspor Özkan Sümer ve Ahmet Suat Yazıcı’nın teknik direktörlüğünde Kaleci Şenol, Ali Kemal, Turgay, Dozer Cemil, Tuncay, Dobi Hasan, İskender gibi Trabzon şehrinin çocukları ile İstanbul kulüplerini zorlamaya başladı.

Nasıl 9. Yüzyılda Orta Asya’dan Anadolu’ya göçen ilk Türk boyları Komutan Alpaslan ile Malazgirt ovasında 1071 yılında buluştuysa, 1950-60’larda İstanbul’a göçen Trabzonlular da 1975 yılında Trabzonspor ile İstanbul’da buluştu.

Çengelköy, Kuzguncuk, Beylerbeyi, Kanlıca, Suadiye, Göztepe, Bebek, Vani Köy, İstinye sırtları gibi bölgelere yerleşen 1950-60 göçlerinin uzun zamandır bekledikleri an gelmişti. 

Postacı kapıdaydı.

“Gulubün otobüsü” Faroz’dan hareket etti diyordu.

16 saate kalmaz Tosya yolundan Ilgaz dağlarını yalayarak Bolu Dağına yaklaşır diyordu takım.  

Harp olur darp olur belki lazım olur diye, memleketten getirdikleri baba yadigarlarını kuşanmanın zamanı gelmişti.

Maçka’dan, Of’tan, Sürmene’den, Araklı’dan, Akçaabat’tan, Vakfıkebir’den, Beşikdüzü’nden gurbete göçenler Trabzonspor’un otobüsünü ta Bolu Dağı rampalarında karşıladılar. 

Trabzonluların yanında Gümüşhaneliler, Giresunlular, Rizeliler, Ordulular, Samsunlular ve Artvinliler de vardı.

Çember daralıyordu.

Tüm Doğu Karadenizliler Trabzonspor’un İstanbul kuşatmasını desteklemek için yollardaydı. 

Ardından üst üste gelen şampiyonluklar, kupalar, unutulmayan Liverpul, Astonvilla, Barselona ve Liyon maçları.

Meşhur Yeşilçam yönetmeni Ertem Eğilmez’in yönettiği, büyük aktörler Münir Özkul, Tarık Akan ve Kemal Sunal’ların oynadığı “Hababam Sınıfı” filmine bile konu olmuştu Trabzon’un Fener'i Saraçoğlu’nda devamlı mağlup etmesi. 

Ne zamanki şike ve ayak oyunları futbola hakim oldu, işin rengi değişti.

Artık sahadaki mücadele ve alın teri değil, başka karanlık ilişkiler etkilemeye başladı şampiyonu.

Ardından Fetö'nün Fenerbahçe’ye yaptığı 3 Temmuz operasyonu ve Sürmene-Çamburnu mevkiinde kurşunlanma olayı. 

Fetö ve gladyosu bir taşla iki kuş vuracaktı. Hem Fenerbahçe’yi yıkacak hem de Trabzon’u fail yapacaktı. 

Fenerbahçe’yi kılçıksız balık gibi ele geçirecekti.

Sarı Lacivertliler engel oldu.

Fetö'nün tüm ekibi soru çalarak liyakatsiz bir şekilde kadrolara atandığı ve hiçbir organize işi beceremediği gibi Allah’a çok şükür bu suikastı da beceremedi. 

Polisi polis, askeri asker değildi, omuzlardaki yıldızlar soruları önceden sızdırılmış sahte sınavlar neticesinde takıldığı için kabiliyet ve tecrübe gerektiren olaylar karşısında felç oluyorlardı.

Neyse, futbol işinin tadı kaçmıştı.

Ta ki, Video Yardımcı Hakem “VAR” gelene, Fetö'cüler sistemden uzaklaştırılana kadar.

Dile kolay 38 yıl.  

VAR’ın devreye girmesi ve Fetö'nün etkisinin azalması, hata oranları sıfıra yaklaştı. 

Azmin, çabanın, alın terinin karşılığı tekrar alınmaya başlandı. 

“Garanti” maç fikri ortadan kalktı. 

Şampiyonu rakiplerin döktükleri ter belirledi. 

Ve 38 yıl sonra Trabzonspor tekrar şampiyon oldu.

Tam da her şey iyi gidiyor diye umutlanırken, bu son Fenerbahçe Trabzon maçı herkesin dikkatini çekti. 

İki kulüp başkanı da hakemden şikayetçi idi. 

Galip takımın başkanı hakeme saldırıyor, eleştiriyor ve adam gibi maç yönet diye dikleniyordu. 

Federasyondan korkmadan cesurca açıklamalar yapıyordu.

Tuzlaspor maçında satılan fahiş fiyatlı biletler ortalığı karıştırıyor, her yerden pis kokular geliyordu.

Yeni nesil kulüp başkanları temiz futbol için ellerinden geleni yaparken, iyi olan kazansın derken, ne oluyordu da emek, başarım ve alın teri, tekrar geri plana itiliyor, Ali Cengiz oyunları yeniden başlıyordu.

El cevap: Bahis şirketleri.

Tüm dünya sporuna karabasan gibi çöken bahis şirketleri, Türk futbolunu da radarına almıştı.

Neyse bu konuya daha devam etmemeyim, çünkü konumuz farklı.

İstanbul Aydın Üniversitesi'nden futbol konusunda duayen hocamız Prof.Dr. Mustafa Çıkrıkçı’ın dediği gibi, hakemlerin ve yakınlarının mal varlıkları incelerseniz sorunu kolaylıkla çözersiniz.

VAR’ın gelmesi ve Fetö'nün temizlenmesi ile yeniden rayına giren futbol dünyasının, (bahis-hakem çetesi ilişkisi muhakkak ki çözülecektir) marka değeri yükseldi, artan heyecanla birlikte izleyici sayısı ve izleme zevki de arttı.

Bu kadar peşrevden sonra gelelim zurnanın zırt dediği yere. 

İzmir Bakırçay Üniversitesi’nden bir profesör, içeriği ve kaynakçası uydurma olan bir makalesini hakemli olduğu belirtilen bir dergide yayımladığı haberi gündeme düştü.

Bu haberi okurken, 5-6 sene önce jüri üyesi olduğum bir adayın doçentlik başvurusu aklıma geldi.

Dosyasını inceliyordum. 

Çamaşır makinesi ebadında büyük bir kutu içinde gelen yayınlara uzun bir zaman ayırıp tek tek inceledim.

Ancak “Çöp Makaleler” dışında kayda değer hiçbir şeye rastlamadım.

Daha önce hiç duymadığım, bilmediğim fason dergilerde yayımlanan saçma sapan yazılarla karşılaştım. 

Kat görevlisi Ayşe hanımı çağırarak "bu kutunun içindeki dosyaların işe yarar kırtasiye malzemelerini ayır, eve çocuğuna götür. Kalanları da geri dönüşüme at" dedim. 

Bu doçent adayı bir vakıf üniversitesi İngilizce İnşaat Mühendisliği Bölümünün Boğaziçi mezunu Bölüm Başkanı imiş. 

Neyse ki şikayet üzerine sepetlemişler akademiden. 

Koskoca üniversite bu sahtekarı nereden bulmuş, anlamak mümkün değil.

Son zamanlarda bu paralı garanti yayın-makale (10 günde kabul, 15 günde DOİ numarası) işi iyice arttı.

Eyç (h) indeksi çetesi peyda oldu. 

Bir hatırlatma:

2-3 yıl önce aldıkları “no name” bir e-postanın ardından sahte makale çetesinin ağına düşen liyakatsiz, ahmak ve çaresiz 50 akademisyen soluğu utanmadan mahkemede aldı. 

Sızdırılan sorularla dil sınavını geçen FETÖ üyesi akademisyenleri de unutmamak lazım.

Artık takip edemiyoruz. 

Nicelik niteliğin önüne geçtiği için ortalık sahte berduş akademisyenle doldu. 

Doçentlik sınav sisteminin “tek” aşamaya indirilmesi ve dosya üzerinden puan bazlı yapılması tabuta son çivi olarak çakılmıştı zaten.

Burada da FETÖ izi yok değil. 

Türkiye’de skor peşinde koşan “postacı” bir akademik camia oluştu.

Rektörlükten sürekli gelen “kaç posta” yayın yaptın baskısı tüm düzeni bozdu.

Kafa yorup, laboratuvarda aylarca çalışıp 1-2 nitelikli yayın yapacağına, ChatGBT'den faydalanarak ve parası ödenerek yapılan yayınlar daha makbul hale geldi.

Niteliksiz de olsa “çok yayın yapın baskısı” üniversite felsefesine, bilgi ve birikimine sahip akademisyenlerimizi sistem dışına itip yerine “kaç yayın yaptıncı” berduş akademisyenleri sisteme eklemledi. 

Bu berduşlar akademik açılışlarda kürsüye davet ediliyor, reklamı yapılıyor ve rol model olarak gösteriliyor.

Ankara’dan da ödüllendiriliyor. 

Bazılarının Rektör bile olduğu söyleniyor. 

Dolayısıyla, birçok kabiliyetli hocamız, bu çarkın bir dişlisi olmamak için ya köşesinde emeklilik bekliyor ya da akademik yükselme sürecine hiç girmiyor, kriterleri sağlasa bile.

Çünkü,

“Kargaların öttüğü yerde bülbüller ötmez”

Berduş sayısının hızla artması ile çürüme ivmelenmekte.

Bu çürüme Nasreddin Hoca'nın hikayesinde arpası günden güne azaltılan eşeğin birden nalları dikmesi gibi, akademik sistem “kıvam limitine” ulaştığında “akma limitine” geçecek ve sistem birden çökecek.

Maraş depremi gibi sarsacak hepimizi. Belediyelerin envanterinde nizami olarak görünen, imar planları olan, fen ve teknik kurallara harfiyen uyularak projelendirilip, imal edildiği için iskanları verilmiş, su ve elektrik saati bağlı olan 400 bin konutumuz aslında yokmuş.

Kıvam limitine ulaşması beklenmiş. 

Akma limitine geçince de gerçek ortaya çıkmış sadece.

Bu sistem bize FETÖ'den miras. Hiçbir ahlakı olmadığı gibi akademik ahlaklı da olmayan FETÖ'cü sahte akademisyenler bu dergileri ya kendileri kurdular, ya ele geçirdiler, ya da yayın kurullarına sızdılar. 

Kendi terör örgütü üyelerinin yayınlarını burada sahte hakemlik süreci ile onaylayarak hızlıca yayımladılar ve diğer akademisyenlerin üzerinde baskı kurdular. 

FETÖ'cüler niteliksiz sahte yayınlarla hızlıca doçent ve profesörlük kadrolarına çöktüler. 

Köklü üniversitelerimiz bu yağmadan her ne kadar kendilerini korumaya çalıştılarsa da 90’lar Ankara’sının meşhur AVM’si REAL taraflarından çıkarılan bazı yasalar (ki hala terör örgütü üyeliğinden yargılanıyor o yasaları çıkaranlar) ile kısmen onlar da tecavüze uğradı.

Özellikle 2008 sonrası kurulan yeni üniversite kadroları FETÖ'nün ağzını sulandırdı. 

Bazı kadrolarına FETÖ'cü sahtekarların çöktüğü bu üniversiteler otizm sorunu yaşamaya başladılar.

Çünkü FETÖ'cülerin kendileri “Otistikti”

Birbirine benzeyen “neandertal tipitip” ler gibi dolanıyorlardı kampüslerde.

Çok şükür, 15 Temmuz FETÖ darbe kalkışmasının akamete uğratılması sonucu, birçoğu KHK ile bu yeni kurulan üniversitelerden uzaklaştırıldı.

Olan oldu demeden akademiye de tıpkı “süper ligde” olduğu gibi bir VAR sistemi kurarak, FETÖ'cülerin yarattığı ve hala önlenemeyen bu sahtekarlığın önüne geçmek gereklilik haline gelmiştir.

“İki aşamalı doçentlik sınav sistemi” yeniden düzenlenerek tekrar uygulamaya konmak zorundadır.

Akademik yükselmeyi sadece rakam üzerinden puan toplamaya bağladığımızda kendini akademisyen sanan şarlatanlar ile karşılaşmamız söz konusu olacaktır.

Bu gidişle nasıl ki Gölbaşı Polis Özel Harekat Birliğine, kendi meslektaşına, vatandaşına ve Meclisine Türk’ün malı F16’dan füze atanları kurmay pilot sandıysak, bu berduşları da akademisyen sanacağız.  

Önlem alınmazsa, çok yakın bir zamanda gerçek akademisyenlere elveda, berduşlara da hoş geldiniz, keyfinize bakın demek zorunda kalacağız.

Unutmayalım!

“Kargaların Öttüğü Yerde Bülbüller Ötmez”

Bu konuda daha yazılacak çok şey var.

Bir sonraki yazımız Akademisyen kimdir, nedir, ne iş yapar, neye yarar!