Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.367

Geliyor Geliyor, “Deprem Dirençli Kentler” Geliyor

Yeni yıl hepimiz için mutluluk ve huzur getirsin inşallah.

NÜMERİK VE AMPİRİK veriler pek öyle olmayacağını söylese de. 

Mühendis kafası dedikleri, hatta bazen de aşağıladıkları algoritmanın verilerine göre içine düştüğümüz girdaptan o kadar da hızlı çıkamayacağız.

Epey hasar alacağız.

Bazı Hocalarımız “Deprem Dirençli Kentler” diyor, bazıları “Aktif Faylardan” bahsediyor, 

Bazıları İstanbul Depreminin 7-7,5 büyüklüğünde olacağını, birileri de İstanbul’da depremin beklendiği gibi olmayacağını söylüyor.

Ben o konulardan anlamam,

İnşaat ve bina konusundan da, Türkiye’nin yapı stokunun çürük olduğunu bilecek kadar ancak anlarım.

Özellikle 2002 yılında değişen Deprem Yönetmeliği öncesindekiler yıkılıp yeniden yapılsa yeridir.

Yapım yılından bağımsız, Hazır Beton, Nervürlü Demir ve 135 derecelik “Nervürlü Etriye Dolaması” kullanılmayan binalar bir an önce kentsel dönüşüme girmeli.

Ancak bu işler için çok büyük paralar lazım.

O kadar para ise kimse de yok.

Olması da mümkün değil.

Belki Suud Kralında vardır ama bize merhem olur mu!!!

Süper Kupa finalindeki tantanaya bakılırsa cevap belli. 

Diğer yandan, ne o kadar malzeme, ne de erbap usta var.

Tek var olan, altyapısı ve akademik kadrosu eksik olan özellikle yeni kurulan üniversitelerden mezun “Az Bilgili Mühendis”

Velev ki hepsi olsa bile, kentsel dönüşümün ardından yapılacak binalar depremde nasıl bir PERFORMANS gösterecek!!!

Henüz bilen yok.

Tost olmayacağı kesin ama ağır hasar alıp almayacağı belli değil.

Konut işini “Yeterlilik Sahibi Mühendis-Müteahhitlerimiz” değil, çoğunlukla belediyeler ile Kazan-Kazan ilişkisinde olan alaylı müteahhitlerimiz yapıyor.

Kazan-Kazan diye uydurulan bir kavramın iktisadi bir karşılığı var mı ben pek anlamam,

Ama ikimiz birden kazanalım derken hepimizin kaybettiği çok açık.

Yer Bilimcilerin “Efendiler Kıymayın Şu Kayısı Bahçelerine”, 

Eğer ki aklınızı kaybedip de illaki kıyacaksanız, 3-4 kattan yüksek bina yapmayın dediği “Kayısı Bahçelerine” varımızı, yoğumuzu ve kefen paramızı dahi vererek yaptığımız 10-15 katlı binaları, son kalan paramızla dinamitleyip yıkıyoruz.

Bakınız Yeşilyurt, Malatya

Artık cenazemizi de bir zahmet “kazan-kazan” diye uydurma bir teori ile bizi kazıklayanlar kaldırır.

Zira biz de pek kefen parası-marası kalmadı 

Bu gidişle başımıza gelecek olanı, her ne kadar NÜMERİK VE AMPİRİK olmasa da, çocukluğumdan kalan bir hikaye ile anlatmaya çalışayım da, sonumuzu kendiniz tahmin edin.

Daha ortaokul sıralarındayız.

Okul çıkışlarında arkadaşlar ile önümüze aldığımız bir salça kutusuna, “henüz kola kutusunun kıymetli olduğu, boşunun bile saklandığı yıllar”, vura vura Kavak Meydan Avni Aker stadının önünden geçerek, Ayasofya mahallesine doğru evimizin yolunu tutuyoruz.

Servis falan yok, 

Okula ya yürüyerek, ya da belediye otobüsü ile gidildiği yıllar.

Yağmur yoksa genellikle yürüyerek.

Abonman biletinin ucuz olsa bile, tasarruf edildiği dönemler.

Nimetlerinden en çok faydalanmış “Uyanık-Avantacı İkinci Cumhuriyetçilerin” sürekli aşağıladığı, hor gördüğü ve faşist bulduğu, eski fakir ama planlı, yolunda ivmesi hızlanarak büyüyen “Kemal’in Türkiye’si” her yere okul yapmış.

Modern Türkiye, “Fayda-Maliyet Analizli” ekonomi hesabını geri planda tutarak, sosyal devlet anlayışı ile öğrenci sayısı az bile olsa okul yapmış ve merkezden uzakta da bulunsa öğretmen göndermiş. 

Neyse, fazla uzatmayayım da, beni de eski Türkiye’nin hocası diye geri kafalı bulmasınlar. 

Okul dönüş yolunda teptiğimiz salça kutusunu, Yavuz Selim Stadının karşısındaki bakkalın önüne park edip, Stad Fırınından yeni çıkmış sıcak ekmek ile domates-soğan yediğimiz, fakir ama mutlu günler.

Koca ülke bir aile gibi, çocukların herkesin çocuğu olduğu, bir babanın 10 çocuğunu beslediği, okuttuğu, tek kanal televizyonlu, soğuk savaş dönemi.

Biz salça kutusu ile kaldırımda, bazen de araç yolunda birbirimize çalım atıp, golf topu misali en uzağa kim vuracak oyunu oynarken, bir arkadaşımız dolmuşların yolu keser, haraç almaya çalışırdı.

Şoför abilerin de hoşuna gider, racon kesen bu çocuktan korkmuş gibi yaparlar ve harçlık niyetine haraç verirlerdi.

Biz yolumuzdan dönmez, sıcak ekmek içi soğanlı domatesi öyle bir iştahla yerdik ki bazen ikincisi aldığımız günler bile olurdu.

Paramız yeterse aldığımız gazozun tadını, şimdi en pahalı şarabı ya da viskiyi içtiğimde alamıyorum.

Alkol sağlığa zararlıdır diye de yazalım şuraya da kötü örnek olmayalım vatandaşa.

Aynı sınıfta okuduğum, aynı mahallede büyüdüğüm arkadaşlarımın neredeyse hepsi bir baltaya sap oldu.

Hatta İstanbul’un en kritik bürokratı olanı bile var.

Bu arada birisinin olamadığını internette dolaşırken bir haberin içine girince gördüm. 

“Müteahhit oğlunu vurdu” haberi ile merak ettim, haberin detayına baktım.

Baktım ki müteahhit baba, bizim dolmuşların yolunu kesip haraç isteyen çocukluk arkadaşımı topuklarından vurmuş.

Bu yetkin olmayan alaylı müteahhitlerle yapılan kentsel dönüşümün deprem sırasındaki performansının bu hikayeden pek farklı olacağını düşünen var mı bilmem. 

Bu yazıyı yazarken, Japonya’dan 7,6’lık deprem haberi geldi. Şu ana kadar 58 kişinin hayatını kaybettiği, (biz 6 Şubat depreminde 50.000’den fazla insanımızı kaybettik), çok az sayıda binanın hasar aldığı, (bizim 400 binden fazla konutumuz çöp oldu) söyleniyor. 

Sosyal medyaya düşen görüntülere bakılırsa, böylesi büyük bir depremden, bu kadar az can kaybı, hasar ve paniksiz çıkan Japonya’nın yaptığı yapmaktan başka çare yok. 

Ne yapmış Şintoist ya da Budist Japon,

Etkin bir “Kontrol ve Denetleme” sistemi kurmuş.

Bina Yüksekliklerini ve Bina-Zemin uyumunu düzenlemiş. 

“YETERLİLİK” sahibi “Özel Eğitimli” “YETKİN MÜHENDİS- MÜTEAHHİTLER” sistemin tümünü kontrol etmiş. 

“ALAYLI MÜTEAHHİTLERİ” sistem dışına sepetlemiş. 

Ardından da beklediği “DEPREM DİRENÇ PERFORMANSINA” ulaşmış.

Ancak bir toplumda “Temel Ahlak Kurallarını” oturtmadan, bu maddelerin yürürlüğe konması mümkün olsa da işlemesi mümkün değil.