Düşman ceza hukuku örneği: Rıza Akpolat’ın haksız gözaltı ve tutuklanması
İlk olarak 31 Mart 2019 seçimleri sonucunda yüzde 73’lük rekor oy alarak Beşiktaşlılar tarafından belediye başkanlığı koltuğuna layık görülen Rıza Akpolat, 31 Mart 2024 seçimlerinde Türkiye genelinde CHP’nin yüzde 64’lük rekor oylarından birini alarak, aynı ilçede Cumhur İttifakı’nın birleşerek aday çıkarmasına rağmen ikinci kez Beşiktaş’ta belediye başkanlığı koltuğuna oturdu.

Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın Gözaltı ve Tutuklanması: Yargının Siyasallaşmasının Bir Örneği
Ceza hukuku araçsallaştırılıp, baskıcı ceza hukuku anlayışı egemen kılındığında, toplumdaki muhalif kesimlerin hedef seçilmesi kolaylaşmaktadır. Sanılanın aksine, yargının siyasallaşması sadece totaliter rejimlerde olmaz. Totaliter olmayan rejimlerde de baskıcı ceza hukuku, bir diğer ifadeyle düşman ceza hukuku uygulamalarının varlığı gözlemlenmektedir.
Geçtiğimiz günlerde, fiile değil faile bakan düşman ceza hukukunu ele alarak, son mağdurlarından birisi olan Rıza Akpolat’ın gözaltı ve tutuklanma sürecini sizlere aktarmak istiyoruz.
NE OLMUŞTU?
13.01.2025 tarihinde İstanbul’da, bazı belediyelerde belediye başkanlarına ve belediyelerin üst düzey yöneticilerine rüşvet vererek ihale süreçlerini organize ettiği ve ihalelerin kendi firmalarına verilmesini sağladığı iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında, “Aziz İhsan Aktaş” liderliğinde 47 kişi hakkında gözaltı kararı verildi.
Gözaltı kararı verilenler arasında bulunan Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat, babasının rahatsızlığı nedeniyle Altınoluk’ta bulunduğu sırada evinden gözaltına alındı. Hepimizin bildiği üzere, soruşturma yetkisi cumhuriyet savcılarına kanunla verilmiş bir yetkidir. Bu yetkinin kullanılabilmesi için işlenen fiilin kanuni bir tanıma uyması ve belirli bir şüpheye dayalı olması gerekmektedir. Diyelim ki bir soruşturma başlatıldı; bu durumda kanunda belirtilen prosedür, ifade almak için kişinin çağrılmasıdır. Eğer kişi gelmezse, buna bağlı olarak ‘zorla getirme’ ve gerekirse ‘yakalama’ gibi işlemler uygulanabilir. Rıza Akpolat, 6 yıldır yalnızca İstanbul’un değil, Türkiye’nin en önemli belediyelerinden birinde üstelik rekor sayılabilecek bir oy oranıyla belediye başkanlığı görevini yürütürken, herhangi bir çağrı durumunda gitmemesi veya kaçması durumunun hayatın olağan akışına aykırı olduğu herkesçe malumdur. Normal ve olağan bir hukuk sisteminde, eğer gerçekten bir suç şüphesi varsa, olması gereken şudur: 6 yıldır Türkiye’nin en önemli belediyelerinden birinde belediye başkanlığı görevini yürüten bir belediye başkanını, adeta bir şafak operasyonu ile hasta babasını ziyaret etmek için gittiği evinde gözaltına almak değil, ifadeye çağırmaktır. Ancak, zaten çağrıldığında ifadeye gideceği açık olan birisini gözaltına almak, kollarına girip arabaya bindirirken başını öne eğdirmek, yalnızca düşman ceza hukuku ile açıklanabilecek bir durumdur.
KARAR HUKUKİ Mİ? SİYASİ Mİ?
Aslında bu sorunun cevabını tam olarak verebilmek için tutuklama kararının ardından yaşanan gelişmelere de göz atmak gerekmektedir. Ayrıca, Rıza Akpolat’a yönelik uygulanan düşman ceza hukuku yalnızca bununla sınırlı kalmamıştır. Akpolat, Altınoluk’ta gözaltına alındıktan sonra İstanbul’a götürülmüş ve 4 gün boyunca ifadesi alınmadan, Emniyette tutularak adeta kötü muameleye tabi tutulmuştur.
Rıza Akpolat, 4 günün ardından Adliyeye sevk edilerek hakkında tutuklama kararı verildi ve dosyasına gizlilik kararı alındı. Ancak, tutuklama kararı sonrası Akpolat, normalde bir tutuklunun başına gelmesi imkânsız olan bir şekilde önce Metris Cezaevi’ne ardından, oldukça garip bir şekilde Paşakapı Cezaevi’ne nakledildi. Burada, gece vakti tam uyumak üzereyken, kendisine bu sefer de “Sizi Silivri’ye götürüyoruz” denildi. Özetle, iki kez halktan rekor oy alarak seçilen ve aday olduğu belediyede başkanlık yapan Rıza Akpolat, haksız şekilde gözaltına alındıktan sonra tutuklama kararıyla önce Metris’e, oradan Paşakapısı’na, son olarak da Silivri’ye nakledildi.
AKPOLAT NE İLE SUÇLANIYOR?
Rekor bir oy oranıyla iki kez belediye başkanı seçilen Rıza Akpolat, ‘suç örgütüne üye olma’, ‘ihaleye fesat karıştırma’ ve ‘haksız mal edinme’ suçlamalarıyla tutuklanmıştır. Akpolat’ın dosyası hakkında gizlilik kararı alınmış olmasına rağmen, bu dosya içeriğiyle ilgili bazı basın organlarında yayımlanan bilgi ve belgeler kabul edilemez bir durumdur. Ayrıca, verilen tutuklama kararı ile birlikte, Akpolat’ın gözaltı ve tutuklama süreciyle ilgili olarak bazı siyasilerin sarf ettiği sözler, ceza hukukunun en temel güvencelerinden biri olan masumiyet hakkını ihlal etmiştir.
4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’na göre, bir belediyede her ihale dosyasında belediye başkanının imzasının olması zorunlu değildir. Diğer taraftan, büyük belediyelerde her yapılan ihaleden belediye başkanının haberinin olduğu iddiası da hayatın olağan akışına aykırıdır. Belediye başkanının ifadesine başvurulması elbette olağan bir durumdur. Ancak, ifadeye çağrılacak bir kişinin gözaltına alınması, gizli tanık beyanıyla tutuklanması, dört gün boyunca nezarette bekletilmesi ve tüm bunların kamuoyu önünde gerçekleştirilmesi hukuka aykırıdır. Ayrıca, tutuklama kararı verilebilmesi için kuvvetli suç şüphesinin varlığı gerekmektedir. Ancak, Rıza Akpolat hakkında verilen tutuklama kararının, kuvvetli suç şüphesinin bir ‘gizli tanık’ beyanına dayandırıldığı görülmektedir. Gizli tanıkların, evrensel hukuk ilkelerine aykırı bir uygulama olduğu bilinmektedir. Burada, ‘gizli tanık’ kullanılarak verilen tutuklama kararı, suçlanan kişinin kimliği dahi bilinmeden, son derece ağır suçlamalarla ilgili alınmıştır. Bu tür bir uygulama, şeffaf bir hukuk devletinde kabul edilemez. Çünkü adaletin temel ilkesi olan açık yargılama ve savunma hakkı bu şekilde ihlal edilmektedir.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın da aralarında bulunduğu kişilerle ilgili yürütülen soruşturma hakkında, ‘Hiç kimse hukuk karşısında layüsel değildir’ şeklinde bir açıklama yapmıştır. Ancak, ülkemizin mevcut durumu göz önünde bulundurulduğunda, bu sözlerin geçerliliği tartışılır bir hale gelmektedir. Zira, yakın zamanda kamuoyuna yansıyan haberlere göre, rüşvet iddialarıyla gündeme gelen ve adı birçok skandala karıştığı öne sürülen eski AKP Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu hakkında yapılan 213 suç duyurusunun ardından savcılık tarafından ‘takipsizlik kararı’ verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Savcılığı, ‘haklarında kamu davası açılmasını haklı kılacak nitelikte ve yeterli inandırıcı delil olmadığı’ gerekçesiyle dosyayı kapatmıştır. Taşkesenlioğlu’nun ifadesi bile alınmamış ve 213 şikâyetçiye karar bildirilmemiştir.
Bu durum, hukukun nasıl farklı uygulandığını ve çifte standartların varlığını gözler önüne sermektedir. Rıza Akpolat hakkında, gizli tanık beyanlarına dayalı olarak, tutuklama ve haksız yere ceza hukuku uygulamaları devreye sokulurken, aynı iddialarla gündeme gelen ve oldukça fazla şikâyet alan bir siyasetçi olan Zehra Taşkesenlioğlu hakkında takipsizlik kararı verilmesi, Adalet Bakanının ‘hiç kimse hukuk karşısında layüsel değildir’ açıklamasıyla ne kadar çelişkili bir durum oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Bu çifte standart, adaletin her bireye eşit ve adil bir şekilde uygulanmadığına dair güçlü bir işaret olarak karşımıza çıkmaktadır.
Adalet ve hukuk, yalnızca bir gereklilik değil, aynı zamanda bir zorunluluktur! Adaletsizlik ve hukuksuzluk, bir toplumun temellerini sarsar ve çürütür. Eğer adaleti ortadan kaldırır, hukuku yok ederseniz, sadece birilerinin haklarını gasp etmiş olmazsınız, aynı zamanda toplumun tüm yapısını da tehlikeye atarsınız. Mülk, devlet ve millet, adalet temeli üzerine inşa edilmiştir. Adalet yoksa, hiçbir şeyin güvencesi kalmaz. Devlet, temelsiz bir yapıya dönüşür; milletin huzuru ve güvenliği tehdit altına girer. Hukukun ve adaletin olmadığı bir ortamda ne toplum huzurlu olabilir, ne de devletin gücü sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürebilir.
Ancak bu noktada, her bireye düşen sorumluluk da büyüktür. Adaletin sağlanabilmesi için sadece yasa koyucuların değil, hepimizin bu değerleri savunmamız ve adaletin yerini bulmasını sağlamak adına çaba göstermemiz gerekmektedir. Rıza Akpolat’ın yaşadığı haksız ve adaletsiz uygulamalar, hepimize bu sorumluluğu hatırlatmaktadır. Her birimizin adaletin ve hukukun korunmasında katkı sağlamak, bu değerlerin teminatı olmak, toplumu güçlü ve sağlam bir temele oturtmak anlamına gelir. Unutmayalım ki, adaletin sağlandığı her ortam, huzurun ve güvenliğin garantisidir.
Av. Dr. Mehmet Ruşen Gültekin - Av. Deniz Ali İlkem Demir
Haber Kaynağı : 12punto
Çok Okunanlar

Ferhat Göçer'den çarpıcı Volkan Konak açıklaması: 'Defalarca uyardım...'

Bir kare fotoğrafın faturası...

Kemal Kılıçdaroğlu'ndan olağanüstü kurultay açıklaması! Aday olacak mı?

Gelinim Mutfakta 1 Nisan Salı puan durumu: Bugün çeyrek altını kim aldı?

Reyting sonuçları açıklandı! 31 Mart Pazartesi günü en çok izlenen yapım ne oldu

Allah Sayıştay'dan razı olsun, iyi ki var

İmamoğlu'nun tutuklanması seçim sonuçlarını etkiledi

Volkan Konak'ın ölmeden önceki ana ait yeni görüntü ortaya çıktı!

Bir yaş günü düşünceleri

Sırrı Süreyya Önder Volkan Konak'ın nasihatını tutacağını söyledi!
