Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
46,8469
Dolar
Arrow
40,5798
İngiliz Sterlini
Arrow
54,2381
Altın
Arrow
4339,0000
BIST
Arrow
10.642

Bin kişilik Minecraft deneyi: Dijital dünyada medeniyetin anatomisi

Minecraft’ta bugüne kadar yapılmış en büyük sosyal deneylerden birine katıldım. Bin oyuncu dört farklı adaya dağıtıldı: ova, çöl, kar ve orman. Kural basitti: yardım yok, rehberlik yok, ölüm kalıcı. Herkes kendi yolunu çizecek, ister toplum kuracak ister diktatörlüğe soyunacak. Bu şartlar altında, birkaç gün içinde ortaya çıkan tablo, piksel dünyasının çok ötesinde dersler barındırıyordu.

İlk Günün Şoku

Kar adasında insanlar toz karın içine gömülüp donarak ölürken, çölde ağaç kıtlığı yaşanıyordu. Ovada hayat rahattı; insanlar hemen köyler ve çiftlikler kurdu. Ormanda ise aşırı yoğun ağaç örtüsü ve yaratıklar yüzünden kaos hâkimdi. Daha ilk gün, coğrafyanın siyasi kaderi belirlediğini gördük.

Ovada Demokrasi, Çölde Sultanlık

Ovanın güneyinde iki demokrasi doğdu: biri güzellik ve şehir ideali üzerine, diğeri güvenlik ve can emniyeti üzerine kuruldu. Çölde ise sert kurallarla yönetilen bir sultanlık hızla güç kazandı. Giyimden yiyeceğe kadar her şeyin denetlendiği bu rejim kısa sürede muhalefeti doğurdu. Adanın karşı yakasında “Theria” adlı özgürlükçü bir topluluk ağır ağır büyüdü.

Kar Adasının Görünmez İmparatoru

Kar adasında görünürde dağınık yerleşimler vardı. Perde arkasında ise yeraltına saklanan bir lider köyleri tek tek kendine bağlıyordu. Kaynaklar algoritmalarla dağıtılıyor, vatandaşa görev listeleri veriliyordu. Fakat sahada insanlarla konuşan, düğün kıyan, ekmek isteyen ikinci lider daha popüler hâle geldi. Görünürlük, gölgede kalmış gücü hızla aşındırdı.

Ormanın Kaosu

Ormanda kabileler birbirine giriyor, kişilere tapınan mikro dinler kuruluyordu. Bir grup dünyanın en büyük ağacını dikmeye çalışırken, bir diğeri kendi üyelerini “fazla zengin” diye hapsediyordu. İletişim menzili kısıtlı olunca söylenti siyaset oldu; yerel gerçeklikler üretildi.

Ovada Savaşın Eşiği

Dördüncü gün, bir propagandist “saldırı geliyor” diye yalan yaydı. İki demokratik yapı savaş hazırlığına girişti. Patlayıcılar gömüldü, casuslar gönderildi. Meğer saldırı planı yokmuş. Dakikalar içinde barış anlaşması yapıldı, propagandist sürgün edildi. Doğrulama mekanizması olmayan demokrasi, kendi yalanına yenilir.

Merkez Ada ve Gücün Sınavı

Yedinci gün gizlice eklenen beşinci ada keşfedildi. İçinde en değerli kaynaklar vardı. İlginç olan şuydu: Hiçbir ulus adaya sahip çıktığını ilan etmedi. Herkes biliyordu ki “burası bizim” denirse kıyamet kopacaktı. Kaynak bolluğu savaş değil, diplomasiyi teşvik etti.

Deneyden Çıkan Dersler

Kıtlık ideoloji belirler. Ağaç yoksa hiyerarşi, ekmek yoksa karaborsa doğar.

Görünür liderlik gizli otoriteden güçlüdür. İnsanlar dokunabildiklerine inanır.

Propaganda en büyük yıkımı içeriden yapar. Doğrulanmayan bilgi rejimi çürütür.

Kaynak bolluğu ittifak doğurur. Strateji duvar değil, diplomasi kurmaktır.

Sonuç

Bu deney oyundu; anlattıkları hayata dair. Toplumları ayakta tutan, sınır devriyeleri değil, kaynakların adil dağıtımı. Demokrasi, sultanlık, imparatorluk… Hepsi aynı sınavda terledi: kıtlık, söylenti, meşruiyet. Piksel dünyasında gördük, gerçek hayatta yaşıyoruz.

Beyaz Saray’daki Yapay Zekâ Methiyeleri

Beyaz Saray’da toplanan teknoloji devlerinin Trump’a söylediklerini okuduğumda aklıma ilk gelen, bizim klasik açılış törenleri oldu. Amerika’da Apple’dan Meta’ya, Google’dan Microsoft’a kadar teknoloji dünyasının en ağır topları sıraya dizilmiş, Trump’a methiyeler düzüyor. Bizdeki fark, burada “dünyanın en büyüğü” ifadesini belediye başkanı değil, Tim Cook kullanıyor.

Amerikan PR’ının İnceliği

Bu tür bültenler ABD’de siyasetin olmazsa olmazıdır. Başkan, kendisini “teknoloji çağının lideri” olarak konumlar, şirketler ise “ülkemizin geleceği için omuz omuza” pozisyonu alır. Ortaya çıkan tablo, aslında PR’ın en rafine hâlidir: Devlet gücünü, özel sektör yatırım iştahını, kamuoyuna güven veren cümlelerle harmanlamak.

Türkiye’den Bakınca

Bizde teknoloji liderleri devletle aynı kareye girdiğinde genelde beklentilerini dile getirir: vergi indirimi, teşvik, regülasyon. Yatırım rakamlarını abartılı biçimde dile getirme alışkanlığımız yoktur; çünkü piyasamızda 600 milyar dolarlık yatırım sözü veren bir şirket yoktur. Bizim için milyar dolar hâlâ haber değeri taşır, Amerika’da ise CEO’nun ağzından çıkıp bültende kaybolur.

Asıl Mesele

Yapay zekâ gerçekten bir dönüm noktası. ABD bunu siyasetin vitrini hâline getirmiş durumda. Türkiye’de ise yapay zekâ tartışmaları çoğunlukla üniversite sempozyumlarında, girişimci etkinliklerinde ve sosyal medyada sınırlı kalıyor. Oysa asıl farkı yaratacak olan, devlet ile özel sektörün aynı masada nasıl konuştuğu. Amerika’da konuşma üslubu “Sayenizde dünya lideriyiz” düzeyinde. Türkiye’de ise çoğunlukla “Şu vergiyi kaldırsanız yatırım gelir” cümlesinde.

Sonuç

Beyaz Saray bülteni, Washington’un nasıl küresel teknoloji liderliği anlatısı kurduğunu gösteriyor. Bizim için ders şu: Yapay zekâda sahneye çıkmak istiyorsak, methiye değil vizyon üretmeliyiz. Yoksa geleceğin oyunu yine başkalarının yazdığı senaryoda figüranlıkla sınırlı kalırız.

Trendyol’un Anlattığı Hikâye

Trendyol’un yeni reklamında mahalle esnafı, arka sokaktaki bir dükkânı tutan iki kadına “Buradan ekmek çıkmaz” diyor. Kadınlar ise cevabı veriyor: “Biz Trendyol’dan yurtdışına satış yapıyoruz.” Reklamın mesajı açık: Artık en küçük girişim bile e-ticaretle sınırları aşabiliyor.

Mahallede Başlayan Globalleşme

Kurgunun başarılı tarafı şu: Türkiye’de mahalle esnafının bile artık Trendyol modelini fark etmesi. E-ticaret, “kendi dükkânını aç” klişesinin yerine “kendi markanı sat” dönemine geçti. Bunu sokak arasında geçen bir sahneyle göstermek zekice.

Ama Mantık Çelişkisi Var

İşin ilginç kısmı, kadınların neden e-ticareti evden değil de arka sokaktaki dükkândan yürütüyor olması. Neden bir depo değil de vitrini kapalı bir mağaza? Gerçekte e-ticaret satıcıları için dükkân açmak romantik ama mantıksız bir tercih. Çünkü dükkân açtığınız an, geleneksel ticaretin kurallarıyla tanışıyorsunuz: kira, vitrin, tabela, komşu esnafın beklentileri. Reklamın gerçeklikten koptuğu nokta tam burası.

Dijital Görünürlük Sorunu

Aslında bu tercih bize başka bir şey anlatıyor: E-ticaretin görünürlük sorunu. Trendyol’da satış yapmak, markanızı listeye koymakla sınırlı değil. Kazanan markalar internetin ötesinde fiziksel görünürlük de yaratmak istiyor. Yani bir yandan algoritmanın içinde kaybolmamak, diğer yandan tüketiciye “ben buradayım” demek için vitrine ihtiyaç duyuyorlar.

Sonuç

Reklam, Türkiye’de e-ticaretin ne kadar yaygınlaştığını gösteriyor. Ama aynı zamanda bir çelişkiyi de ifşa ediyor: Sanal mağaza yetmiyor, satıcılar kendilerini hâlâ sokakta görünür kılmak istiyor. Trendyol’un reklamı romantik bir hikâye anlatıyor ama asıl mesele, e-ticaretin görünürlük problemiyle birlikte yeni bir “hibrit ticaret” dönemi başlatmış olması.